Kar tanesi.

Bir kristal.

İnce işçilikle dokunmuş, işlenmiş, bezenmiş, harikulade bir kutlu taş, tek taş, buz.

Herbiri biricik, tekrarı yok, aynısı yok.

Taklit değil, herbiri orijinal.

Buz kütlesi kar, aslında bir taş.

Ama taş gibi değil, de pamuk gibi.

Yumuşak, hafif, uçuşuyor havada. Nerdeyse havada duracak, asılı kalacakmış gibi.

Narin, nazlı, salına salına iniyor gökten, işveli, cilveli.

Edasına doyum olmuyor.

Dokunuyor gözlerine, kelebekler gibi,

burnunun ucuna değiyor, kirpiklerine konuyor.

Uçan ışıklar gibi, kar.

Eline alıyorsun, alamıyorsun.

Dokunulmazlığını ilan etmiş, doğuşunda.

Tutamazsın.

Sevgiyle tutarsın, şefkatle okşamak istersin,

erir.

küçük bir su damlası kalır geriye.

Birazdan o da gider, buhar olur, yok olur.

Yoktur aslında.

Yokluktur aslı.

Yokluğun varlığı suyun aklanmışlığı.

Tadına doyum olmaz.

Ama yoktur.

Sevgide erir.

Geriye bir tad kalır, bir bakış, bir kelebek uçuşu, çocuk sevinci bırakır ardında.

Geldiği yere döner, yokluğa.

Ve derin bir özlem.

Seneye görüşmek üzere.

Kış bile özlenir olur o narin, cilveli kar tanesi yüzünden.

Bir yanı soğuktur kar'ın.

Ama sadece bir yanı.

Bize göre soğuktur.

Oysa çiğdem için rahimdir, sıcak yumuşak.

Karın altında tandırdaki kömbe gibi gerine gerine yatar çiğdem, buğday tohumları.

Karın altı deyip geçmeyin.

Rahimdir orası.

Bereketin evi, ocağı, kucağı.

Sevdaların buluştuğu mekan.

Yumuşak, sıcak, turab.

Göğün yarısı, gökkuşağının yuvası.

Yumuşak beyaz karın altı bir cihan, yumuşak beyaz karın üstü öteki cihan.

Kar tanesi.

bir tanesi.

bir cihandır, bir ömür, bir nefes.

Dudağın kenarında bir dokunuş anı.

Aşk ile.