1990'larda ben henüz 6-7 yaşlarındayken Karlıova'da güzel bir çocukluk yaşadım. Yaz aylarını olması gerektiği gibi günlük güneşlik ve kış aylarını karlı ve tipili geçirdim. Tabi kış ayları Karlıova'da zor geçerdi, kar yağınca kar fırtınaları olurdu, tüm yollar kapanır ve çatıların tepesine kadar kar yağardı. Evimiz bir dağın yamacına çok yakındı, bir kaç arkadaş toplaşır ve bu dağın eteklerinden aşağı doğru kayar ve karın keyfini çıkarırdık. Kar topu savaşlarımız biraz acımasız geçerdi, çünkü erkek ve kızlar olarak ayrılır ve savaş ilan ederdik ama burada erkekler biraz acımasız olur, kar topunun içine taş koyup atarlardı. Yaz aylarında ise güneşin keyfi bir başka olurdu. Hele bahçemizin ağaçlarında güneşin bol ışığı ile olgunlaşmış meyveları dalından koparıp güneşin sıcaklığında yemenin keyfini anlatamam.

Benim gibi o dönemlerde doğanın, iklimlerin keyfini sürdüyseniz şanslısınız, çünkü artık o iklimler, yani o tatlı tatlı yakan güneş geri gelmeyecek. Tabii ki iklimleri biraz daha normal yaşadığım için ben şahsen yine de mutluyum, ama çocuklarımızın da bunları yaşaması gerekirdi, onların çocuklarının da. Tabii ki bunun kaygısını yaşıyorum. Ben bu anları yaşadım, iklimlerin keyfini sürdüm, ilerisi beni ilgilendirmiyor diyemem asla. 

Elbette gözlerimiz Mars’ta ve ötesinde olabilir ancak milyonlarca canlı türüyle beraber bir hayat paylaştığımız ve insanlık tarihinin doğduğu yer olarak bu gezegenden başka yuvamız yok. Küresel ısınma konusunda ufak bir katkının bile dünya için ne kadar önemli olduğunu görmemiz gerekiyor.

Belki yaşantılarımızdaki dertlere çok odaklanmışızdır, “Şu kısacık ömrümde bir de bununla mı uğraşayım?” dersiniz. Ne dersek diyelim, iklimin değişimi gözardı edilemez bir durumdur. Yaz ayları gelince “Çok sıcak öyle değil mi? Yanıyoruz resmen” diye söylenmelerimiz sadece işin başlangıç kısmı. Dünyada yarattığımız tahribat geri dönülemez bir hal aldıysa da yavaşlatabiliriz.  Ama bunun için çok daha duyarlı davranmamız gerekiyor. Bu işin şakası yok, buna kulak vermezsek daha beterlerini yaşayacağız tüm gezegen olarak. Eğer sihirli bir değnek kullanarak yarın karbondioksit salımını sıfıra düşürsek bile şu ana kadar içinde bulunduğumuz sürecin etkileri daha onlarca yıl devam edecektir. Dolayısıyla bu öyle "Bugün önlem aldım, yarın düzelir." diyebileceğimiz bir olay değil. Ancak geri dönüş imkânsız da değil. İlk yapmamız gereken şey, sera gazı salımını hızla azaltmak. 22 Nisan 2016'da 195 ülke tarafından imzalanan Paris Antlaşması bir başlangıç; ancak bir çözüm değil. Ama ABD'nin gerici başkanı Donald Trump'ın liderliğinde, ABD gibi bu sera gazların da en büyük payı olan bir ülke bu antlaşmadan çekildi. Bunlar, dünyaca kabul edilemez hatalar.

Halk olarak bilinçlendirme çalışmaları son derece önemli. Liderlerden ısrarla Küresel Isınma mücadelesi talep etmemiz gerekiyor. Gerici düşünceler ve bilim düşmanlığıyla her an, her yerde mücadele etmemiz gerekiyor. Bunlar, halk olarak yapabileceklerimiz.

Birey olarak yapabileceklerimiz ise belki biraz daha bitkisel beslenmeye geçmek olabilir. Öyle ki, dünyada besi hayvanlarından çıkan metan gazının miktarı, bütün otomobil, uçak ve trenlerden çıkan miktarla aynı. Bir diğer yapabileceğimiz şey, boykot uygulamak olabilir. Karbon salımları konusunda gerekli adımları atmayan firma ve kurumlardan ürün almayabiliriz. Sosyal sorumluluk projeleri başlatabiliriz. Küçük değişimler büyük olaylara yol açabilir. Önümüzde ciddi bir tehdit var, değişimin kendisi durdurulamaz, ama daha büyüyerek felakete dönüşmesik önlenebilir. Plastik ve çöplerle dolu bir sahilin komple temizlenmesi, denizlerdeki çöpleri temizlemek, mimaride yeşil tasarımın ön plana çıkarılması ve hatta plastik şişelerden bile evlerin yapılması, geri dönüşüm kutularının yaygınlaşması, güneş enerjili sistemlerin ucuzlaması ve kendini bu mücadeleye adayan ve adamak isteyen binlerce öğrencinin çabaları, hâlâ uğruna savaşılacak bir şeyin olduğunu göstermektedir. Yani yapılacak çok şey var, yeterki yapmak isteyelim.