Siyasal ortamı çok güçlü bir biçimde etkileyen bir değerlendirme bulunmaktadır, “Erdoğan-Ergenekon’la anlaştı” şeklinde. Ciddi ciddi siyaset yapan bütün çevre ve kurumların büyük ölçüde doğru kabul ettiği bu teze göre, Erdoğan, Türk devletini yönetmekten zorluk çekmeye başladığı bir yerde, daha önce çatıştığı Ergenekon’la anlaştı. Böylece Erdoğan, yaşadığı “yönetme zorluklarını” hafifletti veya aştı. Bu anlaşmanın olduğunu ileri sürenlere göre, anlaşmayla birlikte yaşanan bütün siyasal süreç ve kararlarda Erdoğan’ın iradesi, ya çok sınırlıdır veya hiç yoktur.

Bu tez, günlük siyasal gelişme ve olguları yüzeysel ve kolay yoldan izah ettiği ve ayrıca tezi savunanlara önemli manevra alanı sunduğu için yaygın bir kabul görmektedir. Ancak bu tez hem kafa karışıklığının ürünüdür, hem de kafaları karıştırmaktadır.

Bu tezin sorunlu yanlarının birincisi, “Ergenekon” olarak kim veya kimlerin kastedildiğinin tam bir muğlaklık içinde olmasıdır. Birbirinden farklı o kadar çok çevre bu tezi savunmaktadır ki herkes kendi sosyo-politik anlayışına göre bir “Ergenekon”u işaret etmektedir. Deyim yerindeyse herkesin “kendine göre” bir Ergenekon’u bulunmaktadır. Kimilerine göre Ergenekon MHP’dir, kimilerine göre M. Ağar- T. Çiller ikisidir. Kimilerine göre Kemalistlerdir ki bu Kemalistlerin de kim oldukları belli değil. Kimilerine göre ise Avrasya’cı ekibin etrafında kümelenen emekli askerlerdir, Ergenekon., bu tezi savunanların ilk olarak, bu kafa karışıklığını gidermelerini, bunun için Ergenekon’un kim veya kimlerden oluştuğunu, ayrıca devlet içindeki konumunu ve gücünü göstermeleri gerekmektedir.

İkincisi, bu tez ile, yaşanan zorbalıkların sorumluluğu Erdoğan’dan alınarak Ergenekon’a yüklenmektedir ki bunun ucu Erdoğan’ın sorumluluğunu azaltmaya varan bir noktaya kadar gidebilir. Diktatörlüklerin olduğu ortamlarda hep bir anlatım dolaşıma konur. Aslında “kendisi çok iyi, ama yanındakiler bırakmıyor” veya “o çok iyi de tek başına değil ittifakları bırakmıyor” gibi bir tevatür, farkında olunmadan, diktatörlerin aklanmasına yol açabilir.

Bu tez, Türk devletinin bundan önceki paradiğması esas alınarak yapılan değerlendirmelerin sonucunda oluşturulmaktadır. Buna göre Erdoğan’ın devraldığı Türk devletinde, Ordu- MİT ve Milli Güvenlik Kurulu, devleti yöneten temel kurumlardı. Devletin içinde geliştirilen çeşitli politika ve uygulamalar, bu kurumların müdahaleleriyle düzenleniyor, böylece devletin içinde olması arzu edilen birlik, yani devletin temel referansı olan Kemalizm’de birlik sağlanıyordu. Halbuki Erdoğan’ın yönettiği Türk devleti, bir süreden beri yapısal değişimlerle yeniden yapılandırılmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla ve bu yolda çok önemli mesafelerde kat edilmiş bulunmaktadır. Bu durum, Türk devletinin siyasal tarihinde, benzeri daha önce yaşanmamış özel bir dönemin ifadesidir.

Süreç, unutamayacağımız kadar yakında yaşandı. Erdoğan, önce FETÖ olarak lanse ettiği devlet içindeki dini cunta ile iş birliği yaparak, Ergenekon, Kemalistler ve benzeri güçleri tasfiye etti. 2007’de başlayan ve devam eden, Ergenekon ve Balyoz operasyonları bu amaçla yapıldı. Erdoğan, “erken doğuma zorlanmış darbe” ile de F. Gülen’i tasfiye etti.

Bu yıllarda Kürt Özgürlük Hareketinin önderliğinde gelişen demokratik siyaset, Türk devletinin ve Erdoğan’ın kâbusu durumundaydı. 2015 Haziran seçimleriyle ortaya çıkan halkların iradesi, devletin ve Erdoğan’ın korkulu rüyası olmuş, “yakın ve yakıcı tehlike” olarak kabul edilmiştir. 22. Temmuz. 2015’te Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesini bir komploya dönüştürerek çözüm sürecini devreden çıkartan, “masayı deviren” Erdoğan, böylece iktidarının yeni yol haritasını çizmiş oluyordu. Devletin yönetimine ortak olan çeşitli klikleri/güçleri tasfiye ederek Türk devletini yeniden yapılandırmaya çalışan Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı sistemiyle, bu yol haritasındaki önemli bir aşamayı geride bırakmış oldu.

Bir yanda bunlar yaşanırken, diğer yanda “zarar veremez” hale getirdiği Ergenekon ve Balyoz davalarında tutuklu olanları serbest bıraktırdı ve davalar düşürüldü. Ergenekon’la anlaştığı için bunu yapmadı, tam tersine etkisizleştirilmiş Ergenekon’cularla çatışmayı derinleştirmenin anlamsızlığı için bunu yaptı.

Öte yanda Erdoğan, ilk dönemlerde sözde İslami referansla Kürt sorununu çözeceğine dair gösterdiği sahte tutumu terk ederek, devletin asimilasyoncu ve imhacı klasik tutumunu sertleştirerek sürdürmeyi temel politika haline getirdi. Erdoğan, bu yeni politikalarının ihtiyacından kaynaklı olarak, daha önce hep polemik yaşadığı ırkçı MHP ile “can ciğer kuzu sarması” moduna girdi. Olan biten bu kadar açık ve net.

Ergenekon ve Balyoz davlarında sanıkların beraat ettirilmeleri, Ergenekon’cuların baskı yaparak elde ettikleri bir zafer ve Erdoğan’ın teslim olması, geri adım atması, iş birliği yapması veya anlaşması şeklinde yorumlanmasına dayanak yapılmıştır. Ancak bu davaların düşürülmesi ve sanıklarının beraat ettirilmesi Erdoğan’a rağmen elde edilmiş bir sonuç değildir. Erdoğan, bu davaların beraatla sonuçlanmasını ya doğrudan istemiş veya mahkemeleri bu şekilde kararlar almaya yönlendirmiştir. Bu kesindir ve gerçeğin başka türlü izahı hiçbir biçimde ikna edici değildir. Ancak bu olgudan, yani Erdoğan’ın Ergenekon ve Balyoz davalarını kapatırmış olmasında, bir Erdoğan/Ergenekon anlaşması çıkartmak da fazla zorlamadır.

Çünkü Ergenekoncular sahip oldukları güçlerini hâkim oldukları kurumlardan almaktaydılar. Dolayısıyla kurumlar üzerinde hiçbir hakimiyetleri, güç ve iradeleri kalmamış olan bu sanıkların tahliyesi, Erdoğan’a hiçbir zarar vermeyecek, zorluk çıkartmayacaktı. Ayrıca bu unsurların bazıları Erdoğan minnet borcuyla bağlanacak ve en hızlı Erdoğancı kesileceklerdi, ki böyle olduğunu hep birlikte görüyoruz. Bu arada Erdoğan, Ergenekon’cuların etkin oldukları MİT, Ordu ve MGK’yi yeniden yapılandırarak denetimine almaktaydı. Aslında Erdoğan, hiçbir güçleri kalmamış olan bu insanların tahliyesini sağlanarak, devlet ve egemen güç odakları içindeki etkisini artırmış olmaktaydı. Yoksa Ergenekon’la yapılmış bir anlaşma söz konusu değildir, çünkü Ergenekon güç olmaktan çıkartılmış veya gücünü kaybetmiştir.

Öte yanda Erdoğan’ın, Kürt sorununda, Ergenekon’la anlaşmanın koşulları oluşsun diye, sözde kendi gerçekliği olan İslami referanstan uzaklaştığını, ırkçı bir tutum aldığını düşünmek, sosyo- politik gerçekleri doğru anlamamak demek olur. Çünkü ne İslam gerçek anlamda ırkçılığa karşı olmuştur, ne de İslami parti ve çevrelerin böyle bir derdi olmuştur. Hele de bu durum Türkiye gerçekleri açısında çok daha net bir olarak yaşanmıştır.

Çoğu zaman insanlar, olan bitenin sadeliğini kabul etmekten zorlanırlar. Olamayacağı sanılan bir gelişmenin olabilirliğinin ve berraklığının yarattığı şok etkisi, bu gelişmeyi “komplocu karanlık bir ilişkiyle” izah etmenin kolaycılığına götürmektedir. Böylece bilinmezliğin masumiyeti ve olgunun basit izahının yarattığı rahatlama iddiayı savunmayı kolaylaştırmaktadır.

Asıl olan şudur ki, Türk devletinde, “Erdoğan/Ergenekon anlaşması” iddiasının hiçbir sağlam dayanağı bulunmaktadır, çünkü gerçek bu değildir. Gerçek olan Erdoğan, devletleşmiştir, Ergenekonlaşmıştır. Bu durum Erdoğan’ın geleceğini kolaylaştırmayacak, yolunu açık etmeyecektir. Çünkü o kanemiciler, hangi kılığa girer, hangi renge bürünürlerse bürünsünler, halkların ve direnenlerin gazabında kurtulamayacaklardır.