“Üç bin yıllık tarihi bilmeyenler, güncel olaylarla oyalanırlar”

(Goethe)

Alman devlet adamı Bismarck, anılarında ilginç bir olguya dikkat çekmişti: “Her ülkenin ulusal gelişiminin başarısı, ülkedeki eğitimli azınlığa, entelektüellere dayanmaktadır. Bağımlı kitlelerin, yani halkın memnuniyetsizliği, çareleri olan akut bir hastalığa neden olabilir. Fakat entelektüellerin memnuniyetsizliği, teşhisi zor ve iyileşme süreci yavaş olan kronik bir hastalığa neden olur. Bu yüzden her ülkedeki entelektüellerin eğitimine ve tutumuna önem veriyorum.

Bismarck, Alman ulusunun birliğini zorla birleştiren bir politikacı idi. Prusya devletinin başbakanı olarak, 1866 yılında nüfusa sormadan birçok eyaleti (Schleswig-Holstein, Hessen-Darmstadt) ve şehirleri (Frankfurt, Hannover) zorla ilhak etmişti. Tarih profesörü Heinrich von Treitschke el ele vererek, milliyetçi, militarist ve Yahudi düşmanı olan bir entelektüeller ‘sınıfı’ oluşturmaya çalıştılar. "Yahudiler bizim talihsizliğimizdir" diyen bu Berlin tarih profesörü Treitschke, sadece anti-Semitizme değil, aynı zamanda militarizme ve savaş coşkusuna da yeni bir ivme kazandırdı. Savaşı öven Treitschke şöyle demişti: “Savaş, ilahi düzenin bir parçası olarak görülmelidir. Ahlaki açıdan haklıdır. Ebedi barış fikri sadece imkânsız bir şey değil, aynı zamanda ahlaksızlıktır.”

Bunları niye yazıyorum. Almanya ile Türkiye arasında bazı noktalarda belirli benzerlikler var. Almanya’da milliyetçi, ırkçı ve militarist eğilimler geçmişte çok güçlüydü. Bugün Türkiye’de halkı ideolojik açıdan kıskaca almış milliyetçi ve militarist entelektüeller enflasyonu var. Dahası, öyle üniversite rektörleri var ki “kraldan daha çok kralcılar”, AKP partizanı gibi konuşuyorlar TV ekranlarında.

***

Aziz Nesin, Türk aydınları hakkında şöyle yazmıştı:

Tastamam elli beş yıl oldu ben o karikatürü göreli, unutamıyorum. Bir geminin burnu karaya iyice girip saplanmış; o denli ki, bir ağacın dalları, geminin burnunda gözcülük yapan denizcinin kafasına çarptıktan sonra gözcü haykırıyor: - Karaaaa!

Bu öyle bir aptalca haykırış ki, ben o karikatürdeki gözcünün boğuk, korkak, kısık sesini elli beş yıldan beri hala duymaktayım. Unutamadım, çünkü aydınlarımızın ancak iş işten, atı alan Üsküdar'ı geçtikten, Üsküdar'da sabah olduktan, kafasına dank dedikten sonra gerçeği görüp haykıran o aptal ve korkak sesleri, hep sürüyor. Günün verilerine dayanarak geleceği sezmek ya da bulgulamak, sonra da bunu duyurup halkı uyandırmak aslında aydının göreviyken, ne 27 Mayıs'ı, ne 12 Mart'ı ne de 12 Eylül'ü önceden görüp halka duyurabildik.”

Aziz Nesin, çok önemli bir şeye dikkat çekmişti. ‘Aydınlar’ geleceği sezememişlerdi. Burada, ‘Aydın’ın ne olduğu sorusu gündeme gelmektedir. Aydın nedir, sorusuna çok çeşitli tanımlar getirilmektedir: 'Aydın, kafası ile mücadele eden insandır', 'Aydın, soran ve sorgulayan insandır', 'Aydın, çağına karşı sorumluluk duyandır', 'Aydın, toplumu aydınlatandır', 'Aydın, toplumu dönüştürmeye çalışan insandır.' vb.

Türkiye toplumunda insanların yüzde 99 bu görüşleri paylaşır. Bu görüşlerin ortak yanı şudur: Aydın kavramına tek yanlı ve olumlu bir anlam yüklemek. Ne var ki, bu tanımlar bilimsel temelden yoksun, öznel tanımlardır ve aydın tanımına bilimselliğin dışında olumlu bir değer yüklemektedirler. Uzun zamandan beri ‘aydın’ ve ‘entelektüel’ kavramlarının birbirinden ayrı olduğunu anlatmaya çalışıyorum. ‘Entelektüel’ insan, bilgi ve ideoloji üretimi ile ilgilenen insan demektir. Asıl soru üretilen bilginin niteliği ile ilgilidir. Üretilen bilgi ve ideoloji toplumu aydınlatıyor mu, yoksa gerçekleri gizliyor mu?

Entelektüellerin konumunu belirleyen; maddi üretim süreci içindeki yerleri değil, ideolojik tutumlarıdır. Entelektüel, hangi ideolojiyi savunursa savunsun, bilinçli bir seçim yapar. İdeolojik tercihi bilinçlidir, hangi sınıf için ideolojik üretimde bulunuyorsa, o sınıfa hizmet eder.

Akademisyen ve mühendis, bilgi ve ideoloji üretiminde bulunmaz. Bu nedenle, akademisyen veya mühendis entelektüel veya aydın değildir. Ancak bilgi ile ideoloji üretimi ile ilgilenen akademisyen ve mühendis entelektüel veya aydın kategorisine girer.

Mevcut durumu, kapitalist sistemi savunanlara entelektüel derken, mevcut durumu eleştiren, kapitalizmde sömürü mekanizmalarını açıklayan insanlara aydın demek daha doğru bir yaklaşımdır. Her aydın aynı zamanda iyi eğitilmiş, toplumu aydınlatan biridir; ama her entelektüel aydın değildir; çünkü iktidar ve sermaye çevrelerinin temsilcisi olarak gerçekleri karartır. Soruna böyle baktığımızda Türkiye ‘entelektüel enflasyonu’ yaşayan, ama ‘aydın kıtlığı’ ile karşı karşıya olan bir ülkedir.

Kendilerini emekçilerin aydınlanmasına adayan ve kendini insana ilişkin tüm alanların bilgisi ile donatan yeni tipte aydınlara ihtiyaç var.