‘Mutluluk her zaman kendisinden

dolayı istenmektedir. Mutluluğu

başka bir şey için istemeyiz’

Aristoteles

Daha önceki yazımın (Din ve Bilim Neden Uzlaşmaz?) sonunda, ‘İyi nedir?’ sorusunu ele alacağımı belirtmiştim. Bu soruya ’Güzel Nedir?’, ‘Mutluluk Nedir?’, ‘Erdem Nedir?’ gibi diğer sorular da eklenebilir. Benim için öğrenmek ve bilmek demek; bir şeyin nedenlerini anlamak, köklerini araştırmak demektir. Dolayısıyla diğer ilginç sorular ise şunlar: Böylesi sorular, ilk olarak ne zaman soruldu? Kimler tarafından soruldu? Nasıl cevaplar verildi?

Pandemi olgusunun, kara bir bulut gibi insanın üzerine çöktüğü dönemde yapılacak en iyi şey, büyük filozofların, düşünürlerin, romancıların kitaplarını okumak; muhtemel politik gelişmeler karşısında hazırlıklı olmak için düşünsel güç biriktirmektir.

Yukarıdaki sorular konusunda Antikçağın düşünürlerine başvurmak gerekir. Doğal olarak, ‘Neredeyse yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış birinin görüşünün bir anlamı var mıdır?’ diye soran okurlar olabilir. İnsan düşüncesi, ne kadar çok eskiye giderse, o ölçüde güçlü köklere dayanarak yükselebilir.

Sofistler

Felsefe tarihi üzerine kitaplarda yaygın olan görüşe göre, ‘İyi nedir?’ gibi sorular, ilk önce Sokrates tarafından ortaya atılmış; Platon ve özellikle Aristoteles tarafından daha net cevaplar verilmeye çalışılmıştır. Bu yaygın görüş, gerçeği yansıtmıyor; çünkü bu soruları ilk soranlar Antikçağın Aydınlanmacıları olan Sofistlerdir. Ancak felsefe tarihi üzerine yazılan kitapların çoğunluğu, onları kötü göstermektedir.

Sofistler, bilgilerini para karşılığı satmaları nedeniyle kötü insanlar olarak betimlenmektedir; oysa gerçek neden; onların savunduğu düşüncelerin, o dönemin Aristokrat sınıfı son derece rahatsız etmesiydi. Çünkü Sofistler; her insanın bilgi ve erdemi öğrenmeye hakkı olduğunu ileri sürüyor; halkın içinden gelen ve eğitim-öğretim gören kişilerin de ülkeyi yönetebileceklerini savunuyorlardı. Sofistler, verili olan her şeye, bilgiye vb. kuşkuyla yaklaşmak gerektiğini ileri sürerken, insanları yaygın önyargılara karşı uyarıyorlardı.

Sofistler için erdemli olmak, bir yurttaş olarak yetkin olmakla eştir ve her insana erdem öğretilebilir. Çünkü her insanın doğasında erdemi öğrenebilecek bir kapasite vardır. Başka deyişle insanın ham hali erdemi alabilecek donanımdadır, sadece bunun eğitim ve deneyimle ortaya çıkarılması ve geliştirilmesi gerekir. Öyleyse insan, doğası bakımından erdeme yatkındır; tek yapılacak şey eğitimle bunun açığa çıkarılmasıdır.” (Çiğdem Dürüşken, Antikçağ Felsefesi, s. 139-140)

Böyle bir bakış açısının, egemen Aristokrasinin hoşuna gitmeyeceği aşikârdır. Galip gelenlerin, tarihi kendi perspektiflerinden anlattıkları gibi, felsefe tarihinde de egemenleri sorgulayan felsefeler ve kişiler, ya unutturulmaya çalışılmış, ya da unutturulamadıkları durumlarda ise, sapkın ve kötü gösterilmişlerdir. Dolayısıyla Sofistlerin adları lekelendi ve gün geldi Sofist dendiğinde, artık “Bilgili, akıllı, usta kişi” değil de, daha çok “Laf ebesi, safsatacı, düzenbaz, hilekâr” sıfatları anlaşılmaya başlandı. (Çiğdem Dürüşken, age, s. 135)

Sokrates’ten önce, felsefeyi yeryüzüne indirenler Sofistlerdir. Onlar verili koşullara, yasalara ve insanın zihinlerinin gelişmesine engel olan geleneklere karşı çıkmışlardır. Sofistleri, zamanın ilerici düşünürleri, ezilenlerin temsilcileri olarak görmek mümkündür.

Bir olguya dikkat çekmek istiyorum: Tarihte en önemli değişim talepleri ve bununla ilgili sorular, gerçekte hep ezilenler tarafından ileri sürülmüştür. Sofistlerin, eşitliği savunması, tüm insanların erdemli olmaları için eğitilmeleri gerektiğini ileri sürmeleri ilginçtir. Aynı şekilde ‘İngiliz Tarih Okulu’nun ortaya koyduğu gibi, ‘Özürlük, Eşitlik ve Kardeşlik’ sloganları, iddia edildiği gibi burjuvazi tarafından değil, ezilen köylüler tarafından ileri sürülmüş; daha sonraları burjuvazi, ezilenlerin bu taleplerini kendine mal etmiştir.

Sofistler, doğa filozoflarından farklı olarak, doğayı değil, insanı merkezlerine yerleştirirler. Sofistik felsefenin babası olan Protagoras’a göre ‘Her şeyin ölçüsü insandır’. (Philosophia (felsefe) sözcüğünü ilk kez kullanan ve her şeyin kökenini maddi olmayan bir ilkeye, sayıya indirgemiş olan Samoslu Pythagoras ile karıştırılmasın).

Kendinden önce gelen Antikçağın doğa filozoflarından şu 4 temel görüşleriyle ayrılırlar:

1-) Doğa yasaları ve toplum yasaları arasında ayrım vardır. Doğa yasaları güçlüdür, değişken değildir ve tüm insanlık için geçerlidir. “Yere ve zamana göre değişmeyen tek yasa doğa yasasıdır, yani doğa tarafından konulmuş yasalardır.” Doğa karşısında tüm insanlar eşittir; bu nedenle doğa karşısında yalnız Yunanlılar kendi aralarında eşit değil, aynı zamanda Yunanlılar ile yabancı halklar (Barbaros) da eşittirler. (Bir anlamda Sofistler, Antikçağın ‘Enternasyonalistleri’ olarak görülebilir).

2-) Doğa yasalarından farklı olarak toplum yasaları, insanların koyduğu yasalardır. Toplumun içinde sınıf farklılıkları, ayrıcalıkları, soyluluk gibi değerler, doğal şeyler değil, insanların kendilerinin koydukları değerlerdir. Dolayısıyla ayrıcalıklar, yasalar, gelenekler, sanılara dayanır, güçsüz ve değişkendir. İnsan tarafından belirlenen yasalar, yaratılan gelenekler, inanç ve ahlak ilkeleri, tanrı tarafından düzenlenmiş, tanrı vergisi olan şeyler değil; yere ve zamana göre sürekli değişen şeylerdir. İnsanlar tarafından konulmuş olan şeylerin, insanlar tarafından kaldırılması mümkündür. Dolayısıyla insan tarafından yaratılan şeyler (Yasalar, gelenek, din, inanç, ahlak vb.) insanlara dayatılmıştır; kalıcı değildir, değiştirebilir şeylerdir.

3-) Kuşkuculuk ve görecelilik teorisi, ilk defa Sofistler tarafından ifade edildi. İnsanlar tarafından yaratılan, yasalara, geleneklere kuşku ile yaklaştılar. Toplumda herkes için geçerli bilginin olamayacağını ileri sürdüler. Protagoras, görecelik öğretisinin (rölativist bilgi kuramı) temelini atan ilk filozoftur. Sofistlerin felsefelerine temel aldıkları yöntem kuşku üzerine kurulmuştu. Ama bu kuşku, bilgiye ulaşmanın mümkün olmayacağı kuşkusu değil; tersine her şeyi daha derin anlamaya yönlendiren, önyargılara karşı uyarıcı olan bir kuşkuydu.

4-) İnsanları, değişimin mümkün olduğuna ikna edebilmek için, Sofistler hitabet sanatını iyi öğrenen insanlardır. Özünde insanları ikna etmeye dayanan hitabet, Sofistlerin insanlığa kazandırdığı bir değerdir.

Her şeyin ölçüsü insan ise, yani her şey kişiye göre değişiyorsa, bilgi için değişmez ölçütler olabilir mi? Sofistler için, bilginin değişmez ölçütü yararlı olmasıdır. Dolayısıyla daha yararlı ve daha iyi bilgilere sahip olanlar, diğerlerine göre daha bilgilidir. Bilgi sahibi olmak, erdem (arete) sahibi olmak demektir. Daha bilgili insanlar, diğer insanlara erdemli olmayı öğretebilirler.

Erdem konusu daha sonra Yunan Felsefesi’nin en önemli kavramlarından biri olacaktır. Nasıl ki bir Almana Aydınlanması yaşanmasaydı, Kant ve Hegel olamayacağı gibi, Kant ve Hegel olmadan da Marx olamazdı. Dolayısıyla Sofistler olmadan da, Yunanlılar da bir Sokrates’e sahip olamayacaklardı.

Aristoteles, İyi, Erdem ve Mutluluk

Yazıyı fazla uzatmamak için, Sokrates ve Platon’u atlayarak Antikçağ felsefesinin en büyük filozoflarından biri olan Aristoteles’in görüşlerine yer vereceğim.

Aristoteles, insanın üç temel (bilme, eyleme, yaratma) etkinliğinden hareket ederek, bilimleri üç alana ayırdı: 1) Teorik, 2) Pratik; 3) Poetik. Bunlar da kendi içinde bazı alanlara ayrılır:

Teorik Bilimler (İlk Felsefe, Matematik, Doğa Bilimleri). İlk felsefe ise, üçe ayrılır: Teoloji, Ontoloji, Mantık),

Pratik Bilimler (Etik, Politik, Retorik),

Poetik (yapma-yaratma) Bilimler (Şiir, Retorik, Zanaat, Tıp vb.).

Teorik bilimlerde söz konusu olan şey, bilme, anlama ve kavramadır. Burada, yarar gözetilmez. Bilgi, yalnıza bilgi için, anlamak için istenir, herhangi bir şey için değil.

Pratik bilimlerde bilgi, bir amaca yönelik olarak kullanılır, dolayısıyla pratiğe kılavuzluk ederler.

Aristoteles etik konusunu; Nikomakhos’a Etik başlıklı eserinde ele alır. Toplam 10 bölümden (10 Kitap) oluşan eserinde, iyi, haz, mutluluk, adalet, erdem, arkadaşlık gibi farklı konuları işler. Birinci Kitap’ın konusu, insan için ‘En iyinin’ ne olduğunun araştırılmasına ve saptanmasına yöneliktir.

“Tüm sanatların, araştırmaların, eylemlerin ve tercihlerin amacı iyiye ulaşmaktır” diye başlıyor birinci kitabına. Aristoteles, insandaki bir eğilime dikkat çekiyor: İyi, sürekli arzu edilen ve istenilen bir amaçtır. Çok sayıda etkinlik (Ekonomi, politik, sanatsal, askeri, bilimsel vb.) alanı olduğu için, bir o kadar da çok amaç vardır. Örneğin; ekonomi zenginliği, politika iyi toplumu, gemicilik gemiyi, askerlik başarıyı, tıp sağlığı amaçlar. Her faaliyet alanı, kendi amacını iyi bulur. Çok sayıda amaç olduğu zaman, bu amaçların bir kısmını başka şeylerden dolayı ister insan. Yani zenginlik, flüt çalmak, müzik dinlemek, spor yapmak gibi araçlar, amaç değildir.

İyi Nedir? En İyi Nedir?

Aristoteles’e göre; eylemlerin, kendi amaçlarına ulaşması, elbette iyidir. Fakat istenilen şey ‘en iyi’ olanı bulmaktır. Burada söylenmesi gereken şey, ‘iyi’ kavramının çağdan çağa ve felsefi görüşlere göre değişir. Bir ilahiyatçıya göre ‘iyi’ tanrıya kul olmaktır; hümaniste göre insanı sevmektir.

Aristoteles açısında özellikle siyaset, insanlar için iyi olanı bulmaya çalışmalıdır. İyi olan şey, insan için de ülke için de aynı şeyse, bu durumda iyiyi ülkenin de elde etmesi daha güzeldir. Siyasal ve ekonomik alandaki hatalardan bahseden Aristoteles, zenginlikten zarar gören insanlar olduğuna dikkat çekiyor; hem insan hem de toplum için daha iyi olan şeyi bulmaya çalışıyor. Tikel ve tümel ilişkisini felsefi açıdan temellendirmeye çalışıyor.

Filozofun aradığı; insan için neyin ‘En iyi’ olduğudur. Sorun ‘En iyi’ olanın belirlenmesidir. Peki, ama felsefi açıdan insan için ‘En iyi’ olanı nasıl bulabiliriz? Burada önemle vurgulanması gereken şudur: İnsanların ‘En iyi’ dedikleri şey, felsefi açıdan sadece ‘İyi’ olan şeydir; ‘en iyi’ değil. Ticaret yapanlar için ‘En iyi’ şey para kazanmaktır; onun amacı paradır. Fakat felsefi açıdan para kazanmak bir amaç olamaz; çünkü para, başka şeylere ulaşmak için bir araçtır. Örneğin; bir insan, amacının ‘huzurlu’ ve ‘sağlıklı’ olmaktır diye düşünebilir. Felsefi açıdan; huzur da sağlık da mutluluğa götüren araçlardır.

Aristoteles’e göre iki türlü iyi mevcuttur:

  1. Kimi şeyler, çeşitli nedenlerden dolayı, örneğin yararlı olmalarından dolayı iyi sıfatını hak ederler. Bazı şeyler, belki başka şeylerden dolayı istenir. Örneğin, spor yapmak, iyi beslenmek vb. sağlıklı yaşam için isteniyor, bu nedenle iyidir, yararlıdır. Bu yararlı şeyler, iyi bir amaç için araçlardır. Yani sağlıklı yaşam amacı için, insan yararlı olan şeyler yapar; yararlı faaliyetlere ve araçlara gereksinim duyar.

  2. Kimi şeyler kendilerinden dolayı iyidir; başka bir amaç için araç değil, kendileri için bir amaçtır. Aristoteles’e göre ‘En iyi’ şeyi bulmanın yolu, bulanan şeyin, araç değil, amaç olması; kendisi için istenmesidir. Peki, bir araca gereksinim duymayan, sadece kendisi için istenen şey nedir?

Nedir bu ‘En iyi’ şey? Mutluluk.

Şöyle yazıyor Aristoteles: “İşte mutluluk böyle bir şeydir, çünkü mutluluk her zaman kendisinden dolayı istenmektedir. Mutluluğu başka bir şey için istemeyiz. Öte yandan haz, onur, akıl ya da diğer erdemler de kendilerinden dolayı istenir. Hem bu şeyler bir amaç olmasalar da [diğerlerine göre daha çok] tercih edilebilecek şeylerdir. Bunları isteme nedenimizse mutluluktur. Öte yandan mutluluk hiçbir zaman başka bir şey uğruna tercih edilmemektedir. Zaten bu durumun ispatı mutluluğun kendine yeterli olmasıdır, kendine yeterli olan da amaç olan şeydir.“ (Aristoteles, Nikomakhos'a Etik s, 28)

Hem bilgili hem de sıradan insanlar, ‘En iyi’ şeyin ‘Mutluluk’ olduğu konusunda hemfikir. Fakat mutluluk nedir? İşte bu konuda, bilgili insanlar ve çoğunluk, aynı görüşte değiller. Bazılarına göre zenginlik, kimilerine göre haz, kimilerine göre onur gibi şeyler mutluluktur. Bazen de mutluluk duruma göre değişir. Örneğin, hastanın sağlığına kavuşması, yoksulun zenginleşmesi, okur-yazar olmayanın okur-yazar olması vb. mutluluk olarak algılanır.

Peki, felsefi açıdan, daha anlaşılır bir biçimde mutluluğun en son amaç olduğu nasıl açıklanabilir? Sorular sorarak cevap bulmaya çalışalım:

Günümüzde para kazanmak iyi midir? İyidir. Peki, para ne için gereklidir? Başka şeyleri satın almak için? Niçin satın almak isteriz? Doğal ve bazı manevi ihtiyaçlarımızı karşılamak için. Bu ihtiyaçların karşılanmasının amacı nedir? İyi bir yaşam sürdürmek için. İyi bir yaşamın amacı nedir? Sağlıklı ve huzurlu bir yaşama kavuşmak için. Niye sağlıklı ve huzurlu bir yaşam ister insan? Özgür yaşamak için. Özgür yaşamın amacı nedir? Sonuçta insan, amaçların amacı olan mutluluğu istediği için.

Aristoteles’e göre, insan ve toplum için mutluluk, istenen en son amaçtır. Mutluluk, araç değildir; hiçbir amaca hizmet etmez; çünkü kendisi amaçların en büyüğüdür. İyiler içinde ‘En iyi’ olan, kendine yeter dediğimiz şey, bir eksiği olmayan ve yaşamda tercih edilebilecek şeydir. Mutluluk da eksiği olmayan böylesi bir gruba dâhildir, hatta diğer şeylerden daha da fazla tercih edilebilir bir şeydir, onu diğerleriyle aynı kefeye koyamayız. O halde eylemlerimizin amacı, insanı mutluluğa götürmelidir.

Ancak, mutluluk gökten düşen bir şey değil; erdemli olmayı gerektirir. Mutluluk, “Ruhun erdeme uygun etkinliğidir“. Mutluluk, erdemlere dayanarak gerçekleşiyorsa o zaman erdemin incelenmesi gerekir. Böylece mutluluk daha iyi anlaşılmış olur. Peki, erdem nedir? Bunu daha sonraki yazıda ele alalım.