Bizlerin tanıklık edebildiği zaman dilimi içerisinde, son on beş yıl içerisinde dahi, sığınmacılara yönelik sayısız yeni yasa çıkarıldı Avrupa ülkelerinde.

Bu yasalar çıkmadan önce itirazlarını dillendiren onlarca kurumla ve kurum çalışanıyla tanıştık. Yüzlerce bildirge gördük. Yüzlerce eyleme tanıklık ettik, birlikte eyledik. Bu yasaların açtığı yaralara tanıklık ettik. Yaralılarla karşılaştık.

Engelleyemedik!

Savaşın sınır tanımadığı bu dünya gerçekliğini yaratanların değil, sınır tanımayan gazetecilerin-doktorların dahi yargılandığı bir asra geldik.

Yeryüzünü tarumar edenlerin değil, bu tarumara karşı çıkanların evlerinin basıldığı, tutuklandığı bir asra geldik.

Akdeniz’de boğulan göçmenleri kurtarmayanların değil, kurtarmaya çalışanların yargılandığı bir asra geldik.

Ve tarihte “Tehcir- Tehcir Merkezleri” olarak anılan kavramların yirmibirinci yüzyıldaki yasalarının “reform” olarak adlandırılışına tanıklık etmekteyiz artık.

Engelleyemedik!

***

Ortak Avrupa Sığınma Sistemi (CEAS) reformları

Avrupa Birliği Mülteci Zirvesi sonuçları, 8 haziran akşamı genel hatlarıyla yayınlandı. Bu zirvede Ortak Avrupa Sığınma Sistemi (CEAS) reformu tartışıldı. Böylelikle, en temel insan hakları arasında yer alan ‘sığınma hakkı’na dair geriye kalan kırıntılar dahi neredeyse ortadan kaldırılmış oldu.

 “Güvenli üçüncü ülke” statüsünde olan Türkiye’nin bu reformlara ilişkin düşünce belirtme hakkı, yani söz hakkı var. Önümüzdeki günlerde Türkiye ve AB ülkeleri arasında bu yönlü müzakereler gerçekleşecek. Ve Türkiye’nin, “AB ülkelerinin yükünü hafifletme zorunluluğu” kararı içerisinde nasıl konumlandırılacağı da belirlenmiş olacak.

Buralarda: Yüzlerce kurum ve avukatın yıllardır sundukları önergeler, son iki aydır neredeyse her hafta yaptıkları basın açıklamaları, yürüyüşler ve protesto kampları bir Twitter açıklamasıyla yanıtlanıverdi.

Almanya Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser (SPD), Avrupa Birliği üye ülkeleri arasında "tarihi bir başarı" olarak nitelendirdiği bir anlaşmaya varıldığını bildirdi. Twitter'de yayınladığı açıklama şöyleydi:

“Bu anlaşma, Avrupa Birliği açısından dayanışmaya dayalı yeni bir göç politikasıdır ve insan haklarının korunması açısından tarihi bir başarıdır.”

 

***

“Alınan kararlar sığınma hakkına cepheden bir saldırıdır”

Başta Pro Asyl ve Seebrücke olmak üzere, AB Mülteci Zirvesi öncesinde böylesi bir anlaşmayı engellemek üzere bir araya gelen yüzlerce kurum, zirve sonuçlarını ve yapılan sözde reformları, sadece basından takip edebildikleri kısmıyla şu şekilde değerlendirdiler. Ve açıklamalarına, bu sonuçlar ellerine yazılı olarak geçtiğinde daha somut değerlendirmeler yaparak eyleme geçeceklerini de eklediler:

“Alınan kararlar sığınma hakkına cepheden bir saldırıdır: AB içişleri bakanları bugün Nancy Faeser’in onayıyla, tutukluluğa benzer koşullar altında uygulanacak olan zorunlu sınır prosedürlerine karar verdiler. Ve adı anılan “güvenli üçüncü ülkeler” açısından gerekli olan kriterleri büyük ölçüde sulandırdılar.

Gelecekte, çocuklu aileler bile Avrupa sınırlarında dikenli tellerin arkasındaki gözaltı kamplarında kalacaklar. –Şu anda basından edindiğimiz haberlere göre Almanya Federal Hükümeti sık sık başvurulan bu kırmızı çizgiye dahi uymamış görünüyor.-

Üye devletler arasında sıklıkla ifade edilen dayanışma ise şöyle: Mülteci almak istemeyen ülkeler, mülteci almak gibi bir zorunluluğa tabi olmayacaklar. Bunun yerine, bu ülkeler maddi ödemeler yapabilecekler. Örneğin, adı anılan “Libya Sahil Güvenlik”. Bu güvenlik mültecilere karşı korunmak üzere görev yapacak. Ancak mülteci almak istemeyen ülkeler kesinlikle buna zorlanmayacak.

Belgeler henüz elimize ulaşmadığından, Başbakan Meloni yönetimindeki İtalya gibi aşırı sağcı hükümetler tarafından kararlarda hangi sıkılaştırmaların müzakere edildiğini tam olarak bilmiyoruz. Ancak görünüşe göre Almanya tüm bunları desteklemiş vaziyette.

Avrupa’nın bu “yeni” göç politikasında, dayanışma ibaresini içeren ve mültecileri koruyan hiçbir şey yok. Ve ifadelendirdikleri hiçbir şey aslında yeni değil. Sadece izolasyon sıkılaştırıldı. Yıllardır acılar, kaos ve onbinlerce ölüm getiren, yani işlemeyen bir rota daha da sıkılaştırılıyor. Bu tam bir felâket.”

 

***

İltica başvurusu prosedürü: “Güvenli” ülkelerden göçenler, on iki hafta gözaltı, sonra sınır dışı. Çocuklu ailelere ayrıcalık tanınmayacak.

Der Spiegel gazetesinden ana haber bültenlerine dek bu kararların içeriğine getirilen yorumlar ise genel olarak şöyle:

“Avrupa Birliği'nin iltica politikası çıkmaza girmişti. Lüksemburg’da gerçekleşen zirveye yönelik herkeste bir atılım umudu vardı. Şimdi bu başarılmış gibi görünüyor. AB içişleri bakanları ortak bir çizgide anlaşabildiler. Lüksemburg'da, İsveç Göç Bakanı Maria Malmer Stenergard’ın belirttiği gibi, nihayet bu üçüncü girişimde İsveç Konsey Başkanlığı’nın uzlaşma teklifi kabul edildi.

Bu uzlaşma doğrultusunda, yasa dışı göçlerle ilgili sorunlar göz önünde bulundurularak, Avrupa Birliği ülkelerindeki iltica prosedürleri önemli ölçüde sıkılaştırılacak.

Güvenli olarak kabul edilen ülkelerden gelen insanlar, sınırı geçtikten sonra gözaltında tutulmaya benzer koşullar altında, sıkı bir şekilde kontrol edilen kabul tesislerinde barındırılacaklar. Kontrol altında gerçekleşecek olan bu barınma ve başvuru sürecinde, kişinin sığınma şansı olup olmadığı on iki hafta içerisinde netleştirilecek. Bu şansı yoksa, derhal geri gönderilecek.

Almanya, çocuklu ailelere yönelik sınır prosedürlerine ilişkin tartışmalarda ‘insani istisnalar’ talebiyle belirleyici olamadı. Faeser’e göre Federal Hükümet, AB ülkeleri ile Avrupa Parlamentosu arasındaki müteakip müzakerelerde bunu savunmaya devam etmek istiyor.”

***

“Yükü ağır AB ülkeleriyle dayanışma zorunlu olmalı”

AB Parlamentosu’nun yapılan bu değişikliklere yönelik farklı fikirlerde ısrar edebileceği tahmin ediliyor. Ancak AB Parlamentosu, insan hakları zemininde faaliyet gösteren yüzlerce kurumun bu güne dek yaptığı çağrılara da olumlu bir yanıt verebilmiş değil.

Sığınma prosedüründe yapılan bu reformda söz sahibi olan Türkiye, önümüzdeki aylarda AB ülkelerinin temsilcileriyle birlikte bu projeyi müzakere edecek.

“AB ülkeleriyle dayanışma” bölümü ise yine basına yansıyan haberlere göre genel çerçevesiyle şöyle:

“Perşembe günü kararlaştırılan planlar, sıkılaştırılmış iltica prosedürlerine ek olarak, AB’nin dışında kalan ülkelerin, yükü ağır olan üye devletlerle daha fazla dayanışmasına da olanak sağlıyor. Bu işlemler gönüllülükten çıkarılıp zorunlu bir hale getirilecek. AB üyesi ülkeler arasında, mülteci almak istemeyen ülkeler tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu nedenle, Macaristan gibi ülkeler bu plana karşı oy kullandılar.

Ancak İtalya gibi ülkelerin ‘dayanışma gösterme zorunluluğu’ndan faydalanma koşulları daha fazla. BM mülteci ajansına göre, bu yıl Akdeniz’i geçen 50.000’den fazla göçmen İtalya’da kayıt altına alındı. Kayıtlı insanların çoğu Tunus, Mısır ve Bangladeş’ten gelmişti. Ve bu nedenle yasal olarak sığınma hakkını alma olasılıkları neredeyse hiç yoktu.”

***

Avrupa Parlamentosu’nun bu reformlara etkisi olabilir mi?

Ortak Avrupa Sığınma Sistemi kapsamında yapılan bu reformlara ilişkin, henüz zirve gerçekleşmeden önce yüzlerce makale, onlarca bildirge-önerge direk Avrupa Parlamentosu’na sunulmuştu. Bu yönlü sayısız kitlesel eylem de gerçekleştirildi. Böylesi bir reformun Cenevre Mülteci Sözleşmesi’nin ihlali olacağının altı defalarca çizilse de, reforma ilişkin ortak bir uzlaşma projesinin doğumu engellenemedi.

Avrupa Parlamentosu, bu doğum gerçekleşene dek atılan her adımda, bizzat yetkin kurumlar tarafından yapılan resmi itirazlara olumlu yönde bir yanıt vermedi. Tüm bunlara rağmen bu itiraz yolu denenmeye devam edecek. Onlarca kurum bu yönlü hazırlıklara başladı bile.