Günlerdir hâlâ çıkan(çıkabilen) gazeteleri izliyorum. Televizyonlardaki haberlere, tartışma programlarına bakıyorum. Acaba tutuklanan yüzlerce gazeteciyle, meslektaşlarıyla ilgili ne yazacaklar, diye. Utangaçça yazılan bir iki cümlenin dışında kimsenin sesi çıkmıyor. Belki izlemişinizdir, NTV de bir spor yazarı, tutuklanan gazetecilerle ilgili birkaç cümle söyledi diye başına yağmadık taş kalmadı.

Her alanda çöken, onlarca yıl geriye giden Türkiye'de çöküş belki de kendisini en çok hakkaniyet, dostluk konusunda gösteriyor. Hele bir bakın, daha düne kadar aynı gazetede çalışmış, birlikte yemiş, içmiş; hatta aileleri, çocukları bile birbirinin oyun arkadaşı olan gazetecilerin haline. Kimi cezaevinde çile dolduruyor, kimi işten atılmış, aileleri, çocukları aç-bilaç. Omurgasızların ise bir eli yağda bir eli bağda.

Vicdanı, adalet duygusu, vefa duygusu olanların çoğunluğu hapiste. Dışardaki yürekli, dürüst, onurlu gazeteciler, medya mensupları ise, „ acaba nasıl bir yanlış yaptım ki, bana dokunmuyorlar,“ diye düşünüyorlar.

Sefaletin, rezilliğin eriştiği boyutları bir kaç örnekle anlatayım. Logosu'nun üst başlığında,“ Türkiye Türklerindir,“ diye yazan gazetenin meşhur köşe yazarı Ertuğrul Özkök, Aslı Erdoğan ve diğer Özgür Gündem yazarlarının tutuklandığı günlerde, hakkını yemeyelim, köşesinde „çok derin ve felsefi konularda“ yazılar yazıyordu. Hazret Amerika Birleşik Devletlerine özel olarak bir açık hava rock konserine gitmişti. Konseri ve izleyicilerin tavırlarını anlatıyordu bize. Eh dönüşte de çok sevdiği Paris'e uğramak ve Eyfel kulesinin dibinde konser veren bir sokak müzisyenini dinlemek hakkıydı. Dinlediği konserlerin methiyesinden sonra 1970' lerin meşhur müzik grubu Beatles' in yeniden sergilenen giysilerinin özelliklerini yazıyordu köşesinde. Cumhuriyet Gazetesinde tutuklanan gazetecilerin çoğuyla geçmişte birlikte çalışmıştı. Hakkını yemiyelim köşesinde „ gazeteciler tutuksuz yargılansa daha iyi olur,“ diye bir iki cümle yazmıştı. Ama o gün bile tüm yazısı, hangi giysinin altına, hangi ayakkabı ve çorap giyilmesine ilişkindi.

Yine tutuklanan Cumhuriyet gazeteci yazarlarının birçoğuyla, geçmişte birlikte çalışmış bir „meşhur“ yazar da arkadaşlarının tutuklandığı günlerde Korsika gezisinde yediği yemeklerin lezizliğini anlatıyordu bize.

Aslında sorun vicdani olduğu kadar da „cüzdani“ idi. Benim gençliğimdeki gazeteciliğin ve gazetecilerin yerine bambaşka gazeteler ve gazeteciler ortaya çıkmıştı. Hürriyet Gazetesinin 1970 lerdeki Patronu Sedat Simavi'nin yazarlarına söylediği çok meşhur bir sözü vardır: „ Kaleminizi kırın ama satmayın“ Ama o bir gazete patronuydu, esas işi gazetecilikti. O dönemde çıkan ister iktidar yanlısı, ister muhalefetde olan gazetelerin köşe yazarlarının bir namus duygusu vardı. Birbirleriyle köşelerinde atışır, „polemik“ yazıları yazarlardı. Ama büyük çoğunluk „ kalemini satmazdı.“ Çiçek pasajında „ öğlen rakıları“ içerken birbirlerine takılırlardı. Özel arabası, şöförü, babadan kalma değilse, boğazda villası olan köşe yazarları yoktu. Mütevazi bir yaşantıları vardı.

„Kalemlerini satan“ bugünkü kimi yazarlara bakın.

Onlar artık sadece patrona ve „reis“e nasıl yaranırım, diye yazılar yazıyorlar. Yalakalık, omurgasızlık diz boyu. Gazete, Tv patronlarının esas işi de artık basın yayın değil. Onlan kendi holdinglerinin propagandasını yapabilmek, „reis“ e yaranabilmek için, ellerindeki gazete ve televizyonları kullanan mafialaşmış, hiç yoktan zengin olmuş patronlardır. Yazarlarının görevi ise halkı aydınlatmak, olaylardan haberdar etmek değil ; sadece ve sadece yalakalık ve tetikçiliktir. Yalan, dolan, spakülatif haber yazma konusunda Hitler'in propoganda bakanını bile geri bırakmaya başladılar. Çok garip, garip olduğu kadar da rezil bir örneği vereyim. Biliyorsunuz, ABD seçimlerinde Erdoğan Clintonu destekliyor, Donalt'a demediğini bırakmıyordu.( Aslında ırkçılıkta her ikisi de yarışmasına rağmen, Erdoğan'ın Donalt'a karşı çıkmasının tek nedeni Donalt'ın islamiyetle ilgili söyledikleridir.) Seçimlerin henüz kesin sonuçları açıklanmadan, Reis'in yalaka gazetelerinden birisi „Clinton'un Seçim Zaferi,“ diye başlık attı. Yine biliyorsunuzdur, Cumhuriyet Gazetesi basılmadan ve yazarları tutuklanmadan bir gün önce, bu omurgasız gazetelerden birisi Polis Cumhuriyet Gazetesini Bastı, diye başlık atmıştı. Oysa baskın bir kaç gün ertelenmişti. Ama ne gam, bu tetikçiler hedef göstermekte bu kadar pervasızdı.

Yazarlıkta soysuzlaşmanın en rezil örneklerini ise, dünün „solcusu, devrimcisi“

yeni model yazarlar oldu. Kişi olarak 1970'lerden tanıdığım, kimileriyle birlikte mücadele ettiğim bu köşe yazarları, Reis'i açık veya el altından çok ustaca taktikler uygulayarak destekleyip köşe oldular. Yağcılıktan başka bir yetenekleri olmadığı halde, Boğaz'ın sırtlarında, Adalarda, Modalarda villa sahibi oldular. Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarındaydı ve bu şaşaalı yaşantıyı sürdürebilmek için yazarlık adına her türlü rezilliği yaptılar.

Gün ola, harman ola. Bu devran elbet böyle gitmeyecek. Reis ve avanesi yok olduğunda, bu yazar müsvetteleri aynaya bile bakamayacaktır. Bakamayacaktır çünkü

önce aynalar bu rezillerin yüzüne tükürecektir.