Onurlu insanlar hata yaptıklarında özür dilemesini bilirler.

Politikada “Özür diliyorum” sözünü duyamazsınız, “Dilim sürçtü” yada “Amacını aşan sözler kullanmışım” türünden “Eveleme-geveleme” sözler işitirsiniz. Sonra bazı “Kıllar” çıkarlar ortaya, Türkçe söylenmiş bir saçmalık için “Aslında bizim reis öyle derken şöyle söylemek istemişti de..” diye ayet yorumuna girişirler. O iğrenç, özür dilenmesi gereken söz zamanla insanın unutkanlığı içinde yiter gider.

Anımsayacaksınız: “Camide içki içtiler, kamera kayıtlarını gelecek Cuma açıklayacağız” dediler.

Kaç Cuma geçti “Geçen Cuma”nın üzerinden? Kayıtlar nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu!

Bu “Camide alkol” olayıyla ilgili yaşanmış bir olayı anlatmak istiyorum size. Babam yağlıboya ustasıydı, bir caminin boya işlerini almıştı. Caminin imamı içerideki sütunların MAUN boya ile boyanmasını istemişti.

Maun boya “Toz boya, şarap-bira ve vernikle” yapılırdı. Önce iyi bir macun çekilir, macunun üzerine maun boya sürülür, tarak, ıspatula veya fırça ile değişik şekiller verilir, üzerine vernik sürülürdü. O günlerde Erzincan’da modaydı bu boya. Apartmanlarda dairelerin bir çoğunun kapısı maun boyalıydı. Güzel görünürdü göze. Bu boya ile adi tahtayı “Ceviz tahtası” diye yutturmak bile olanaklıydı.

Turgut usta ile boyayı hazırladık, caminin sütunlarının çevresindeki halıları saygıyla kaldırdık, işe giriştik. Boyacılar çalışırken körük gibi sigara çekerler, ama biz caminin içinde saygı gereği sigara içmedik. İkinci gün işimizi bitirdik, imam geldi, baktı, çok ama çok beğendi, sonra birden kıyamet koptu:

-Bunlar neeeee? Utanmıyor musunuz ulan camide şarap içmeye?

Boyayı hazırladığımız şarapların şişelerini malzemelerin yanında unutmuştuk. İmam kudurmuştu, ana avrat dümdüz gidiyordu caminin içinde. Turgut usta “Ağam sen maun istemedin mi” diyerek anlatmaya çalışıyordu ama adam kulaklarını tıkamış, ağzını açmıştı. Derken babam geldi, olayı bir de babam anlattı imama, ama o da beceremedi, “Sökün bu boyaları, istemiyeeeem” dedi başka bir şey demedi imam.

Kazıdık elbette boyayı. Sonra normal yağlıboya ile boyadık. İmam normal yağlıboyanın içinde de “Polivinil alkol” (Kimyevî maddelere dayanıklı ve gerilme direnci çok yüksek alkol) olduğunu bilmiyordu elbette. Caminin her tarafının içi alkollü boya ile boyandığını nasıl anlatabilirdik imama?

Biliyorsunuz, kiliselerde “Şarap” içilebilir, “Dört kitap haktır” diyenler buna karşı açıktan tek söz söylemezler, ama gizlide Hıristiyanların Allah’ı onlara göre alkoliktir.

Son 15 yılda Türkiye halkından hep bir soruyu sormasını bekledim:

“Ağam bu ülkenin insanlarının çoğunluğu elli yıl önce de Müslüman değil miydi? Müslümanlığı yeni mi öğreneceğiz?”

Eskiden de o ülkede başörtüsü, beyaz yazma, tülbent, atkı, ehram, çarşaf yok muydu?

“Benim türbanlı bacım…!”

“Benim türbanlı kızlarıma eziyet ettiler…!”

Bu yaygaranın ardından “Türbanlı bacılar” gittiler başbakanlık konutuna, cumhurbaşkanlığı sarayına oturdular. Şimdi isteyen istediği her yerde başına bir şeyler örtüyor, gerçekte ortada bir sorun kalmadı, ama diktatörün dilinde hala aynı hikaye.

“Benim türbanlı bacıma saldırdılar…!”

“O raporları NERENİZE SOKACAKSINIZ?”

Böylelerine derler ki: “Terbiyesiz, torbasız, yeni çıkmış, modasız!”

Avrupa ülkelerinin birinde bir başbakan halka “Nerenize sokacaksınız” demeye kalkışsa onu aynı saniyede öyle bir yere sokarlar ki, bir daha burnunu orta yere çıkaramaz.

Olay neydi?

AKP’nin Bahçelievler Belediye Başkanı’nın “Gelini” kendisine “Üstü çıplak adamların” Kabataş’ta saldırdıklarını, bebeğini de dövdüklerini iddia etti. Olaydan birkaç gün sonra da Adli Tıp’tan kıytırık bir rapor aldı.

Diktatör o günlerde de “Elimizde kamera görüntüleri var” dedi, ama o görüntüleri bir türlü insanlara sunamadı. Sonunda kameraların gerçek kayıtları döküldü piyasaya:

Kameralar; "Böyle bir saldırı kaydımıza giremedi" diye itiraz ettiler.
Diktatör yine haykırdı:
"Benim TÜRBANLI BACIMA saldırdılar. ADLİ TIP RAPORUNU NERENİZE SOKACAKSINIZ?"
Bazı İNSANLAR güldüler kahkahayla ve dediler ki:
"Sen hiç meraklanma. Adli Tıp Raporu dediğin ne, olsa olsa iki sayfa. Biz ki yaşamı boyunca devlet kazığı yemeye alışmış insanlarız, çok zorunlu kalırsak o raporu rulo yapar, olmadı büker her hangi bir deliğimize sokarız.
Sen söyle bakalım;
-O AYAKKABI KUTULARINI nerene sokacaksın?
-O kutulardaki milyonlarca doları uc uca ekle, bakalım sokabilecek bir yer bulabilecek misin?
-O KASALARI nerene, nasıl sokacaksın?
-O savcıların hazırladıkları ve senin el koydurduğun RÜŞVET-YOLSUZLUK-SOYGUN DOSYALARINI sokabilecek bir yerin var mı?"
Diktatör meledi:
"Görüyorsunuz işte, bunların hepsi PARALEL!"

Ve sonra diktatör resmi olarak dedi ki:

“17 Aralık darbe girişimi tam anlamıyla çökmüş, geri tepmiştir. Şu anda paralel yapının başının çektiği ittifakın iki hedefi kaldı, biri 30 Mart seçimleri, diğeri de çözüm sürecidir. 11 yıl boyunca çetelerle mücadelemizde sağladığımız başarı oranında demokratik hamleler gerçekleştirdik.

Şimdi artık son çete ile mücadele ediyoruz. Bu çete de tarihe karıştığında, bu paralel yapı da çöktüğünde inanın demokrasinin önünde hiçbir engel kalmayacak.”

Veeee diktatör o “Çözüm süreci” ve “Demokrasi” dediği nesneyi de resmi biçimde açıkladı:

"4 tane önemli başlığımız var kim ne derse desin. Bunlar üzerinde kimseye operasyon yaptırmamalıyız.
Biz TEK MİLLET bilinciyle yürümeliyiz, bu da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.
Biz TEK BAYRAKLA bugüne geldik bundan sonra da öyle yürüyeceğiz. Çünkü ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır; toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.’ Böyle yürüyeceğiz. Bayrağımız anlamlı, rengini şehidimizin kanından almış. Hilalimiz bağımsızlığımızın ifadesi yıldızımız şehitlerimizin sembolü. Onun için tartışma yok bayrağımız üzerinde.
Ve TEK VATAN. 780 bin kilometrekare. Bunun üzerinde bölünmeyi kabul etmek asla mümkün değil.
Dördüncüsü de TEK DEVLET. Devlet içinde devlet asla böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil.” (Basın)

Haydi, koyun elinizi kalbinizin üzerine, kararınızı verin:

„Türban, darbe, paralel, çözüm süreci“ diyerek kim kimin neresiyle oynuyor?



Sevgiler.