“Maça Kızı” oyununu bilenler bu sözü de bilirler:
“Kırk de!”

Elinde maça kızı olan kişi bunu satamayacak hale gelmişse ve artık eli başkalarına devredemiyorsa oyunu uzatmaması, tüm kağıtları toplaması için oyuncular bağırırlar:

“Kırk de!”

Bilgisayarlarda Maça Kızı’nda 26 puan var, Türkiye kahvelerinde 35 sayı. Sayıların tamamını elinde toplayan ötekilere 35 sayı yazdırır.

Çıkışı kaybeden, çıkmaz sokakta kalan “Kırk” der! Bizim güdükleşmiş, kendi içinde kalıplaşmış-kaşarlaşmış, artık her biri bir “Tekke” özelliği kazanmış “Sol” örgütlerden söz etmek istiyorum.

Her şeyi görüyor, biliyor, ama bir türlü “Kırk” demiyor, dönüşü olmayan, umutsuz bir oyunu kendilerini kandırarak sürdürüyorlar.

1965-1980 yılları arasında Türkiye’de yaşayanlar orada gündemi asıl olarak SOL’un, Devrimcilerin belirlediğini de bilirler.

Hiç abartmıyorum, gelip geçen tüm iktidarların en azgın saldırılarına karşı kendini konuşturabilen, politikayı kökünden etkileyebilen bir sol vardı.

Bu solun tek özrü “Birbirlerini sevememeleri”ydi. O sevgisizlik onları “Kırk” diyecek hale getirdi.

Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri “Hep birlikte” sevdiklerini söyleseler de onları sevenler olarak nedense bir türlü bir araya gelemediler, güçlerini birleştiremediler.

12 Eylül öncesinde TİKKO, THKP-C, THKO kökenli örgütlerin yüz binlerce, milyonlarca insanı anında harekete geçirdiğine inanmayanlar günün mahkeme belgelerine bakabilirler.

Özellikle büyük, sanayi kentlerinde grevlerin, direnişlerin, üniversite boykotlarının, gösterilerin, protesto yürüyüşlerinin ve hemen her hafta yapılan cenaze törenlerinin gazetelerde nasıl yer aldığını bu gün bile öğrenmek olanaklı.

1970 yılından sonra kurulan İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği (İYÖKD) devrimciler arasında yürütülen ilk “Birlikte hareket etme” organı olarak değerlendirilebilir. Üniversite işgallerinde yan yana slogan atan, yürüyüşlerde yan yana polisle çatışan bu insanlar 1974 affından sonra cezaevlerinden çıkan eski “Şeflerin” yürüttükleri politikalar sonucunda duvarlar arasına çekildiler, herkes kendi kültür derneğini kurdu, herkes kendi gazetesini çıkardı ve örgütler arasında amansız--insan öldürmeye varan- bir düşmanlık hüküm sürmeye başladı.

O şeflerden hiç biri hala topluma özeleştiri verebilmiş değil. Oysa her birinin ellerinde karşı örgütlerden devrimcilerin kanları duruyor.

Parçalanmışlık 12 Eylül saldırısıyla birleşince sol geri çekilirken yıkıldı. Yeniden dirilebilmek için ihtiyacı olan “Birliğe” eski kin ve düşmanlıklar nedeniyle bir türlü ulaşamadı.

Giderek küçülen örgütler toplumda hiçbir saygı-etki uyandıramaz hale geldiler. Ama o şefler hala “Kırk” demeyi öğrenemediler.

Bir kez “Kırk” deseler, diyebilseler kağıtlar bir araya gelecek, hesaplar ortaya dökülecek, herkesin suçu-günahı kendi hanesine yazılacak, oyun yeniden başlayabilecek!

Ama olmuyor? Neden? Çünkü kaşarlanmış şefler kendi dükkanları kapanır, yaşam koşulları ortadan kalkar, hiç çalışmadan, asalak olarak geçinemezler diye korkuyorlar.

Birileri kalkıp 34 yıldır okunan o masalı anlatmasın lütfen:

-Efendim cunta halkı yıldırmış da, devrimci örgütleri dağıtmış da, halkımız çok korkmuş muş da… İyi de o halk nasıl oluyor da bu kadar çaresizleşiyor, anasını belleyenleri baş tacı yapabiliyor?

Bunda solun hiç mi günahı yoktur? Bırakalım sosyalist devrimi bir kenara, bu insanlar normal bir demokrasi için bile bir araya gelemiyorlar, değil mi?

Yok, “HDP var” demeyin hemen. HDP Türkiye solunun birliği değil. Öyle olsaydı kendisine solcu diyenlerin hepsi koşarak giderdi oraya.

Örgütler hala duruyor. Şefler hala duruyor. Keskinler hala aynı türküyü söylemeye devam ediyorlar. Oysa oyun bitti. Bir kere “Kırk” diyebilseler…

Almanya’da Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra Almanya Komünist Partisi (KDP) halka bir açıklama yaparak partisini kapattı.

MLPD (Almanya Marksist-Leninist Partisi) inatla varlığını sürdürüyor ama artık sıradan bir dernek olmanın ötesine geçemiyor.

Kendilerine sol diyenlerin önemli bir bölümü “Sol Parti”de birleşti. Milletvekili bile çıkarabiliyorlar.

“Sol Parti”nin politikasını savunmuyorum. Ama en azından bu alandaki insanlara bir kapı açıyor.

“Ama onlar Marksist devrimi savunmuyorlar” diyenler olacak elbette. Demokrasiyi savunmayanlar acaba nasıl Marksist devrim yapacaklar, ben de bunu merak ediyorum.

Kürt’üyle, Türk'üyle milyonlarca insanı Tayyip denilen canavarın ellerine teslim edenler bir kere olsun “Kırk” deseler, dönüp kendi hata ve eksikliklerini görmeye çalışsalar..

Ama olmayacak biliyorum. Tayyip cumhurbaşkanı, yani gizli “Başkan” olacak.

Sol iyice küçülüp tarihe karışacak. Bize de sadece tarih kitaplarındaki mücadelenin öyküleri kalacak.

Birileri de sesleri giderek kısılarak “Hayır, olamaz, Türkiye asla İran olamaz” diye sayıklayacak.