“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

Birincisi Onun bir filmindeki şu diyalog idi: Hâkim sorar, “İlk suçunuz neydi?”; yanıt nettir: “İlk suçumuz yoksul olmaktı”!

İkincisinde yine sorar hâkim: “Mahir Çayan’ı evinizde sakladınız mı?” Eğilip, bükülmeyen Yılmaz Güney’in yanıtı yine nettir: “Evet, şimdi gelsinler yine saklarım, evim bütün devrimcilere açıktır!

Ve üçüncüsü de 1973’de kaleme aldığı Selimiye anılarından: “Ben ve İsmail 8 yaşındaydık. Mahalledeki varlıklı çocukların atı olurduk. İsmail hepimizi, bütün atları geçerdi. Bir gün sonuncu oldum diye o zengin çocuğundan dayak yediğimde, dokundu İsmail. Ben duvarın dibinde sümüğümü çekerek ağlıyorken, İsmail tuttu omzumdan, ‘Bir daha’ dedi, ‘Hiç kimsenin atı olmayalım’. Fakat sözümüzde duramadık, bizi dövdü çocuklar, korkumuzdan yine at olduk onlara.

Şimdi ‘Küçüğüz’ dedi İsmail, ‘Ama bir gün büyüyeceğiz, kocaman olacağız, işte o zaman kimsenin atı olmayacağız. Aradan bir yıl geçtikten sonra öldü İsmail, ben ona söz verdim, büyüyünce kimsenin atı olmayacaktım.”

Yoksulluk “suçu”yla yüklü olduğunu; evini devrimcilere açtığını; “kimsenin atı olmama” kararlılığını hiç unutmayan bir komünist olarak, “Dört bir yandan işgal edilmiş bir sömürge ülkenin çocukları değil; bağımsız, birleşik, özgür, bir Kürt ülkesinin Kürdistan’ın çocukları olmak istiyoruz. Türk, Acem ve Arap devrimci demokratlar, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etmesinin parçasıdırlar. Dost ve düşman herkes bilsin ki, kazanacağız, mutlaka kazanacağız. Bir köle olarak yaşamaktansa, bir özgürlük savaşçısı olarak öleceğiz,” diye eklemişti:

“Sorunun esası şudur: ya devrim yolunu seçeceğiz... Ya da, bu düzenin baskılarına, haksızlıklarına boyun eğerek, şu ya da bu biçimde teslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit bir seçiş, yok olmanın bir biçimidir.”

* * * * *

“İnsan yürekliliği fikri, özgürlük fikriyle sıkı ilişki içindedir. Yürekliliğe anlam katan, özgürlüktür,”[4] ifadesiyle müsemma bitmez tükenmez enerjisiyle boylu boyunca hayatın içindeydi.

Komünistti; emekçilerden yana saf bağlamış sinema insanıydı. Karizmasıyla insanları hayran bırakan, çok yönlü bir entelektüel ve militandı.

Popüler bir figür olarak, sisteme adapte edilip, günah çıkarma ayininin “ahları, vahlar”ı eşliğinde “zararsız bir aziz”e dönüştürülmek istenen Yılmaz Güney, Marksist-Leninist bir devrimciydi. Sineması ve sanatını besleyen yönü de, kimliği de buydu.

Pratiği teorisinden çok, attığı taş okuduğu kitaptan fazlayken; senaryolarından her kesit birer şiir niteliğindeydi adeta.

Mardin’de bir bakkalda, Diyarbakır’da beyaz eşya dükkânında, Batman’da bir kahvede, Konya’da bir manavda, Hopa’da bir çay ocağında, İzmir’de Kemeraltı’ndaki bir kumaşçıda, İstanbul Sarıyer’de bir tatlıcıda (ve daha birçok kent, kasaba ya da köyde) ne çok, ne çok gördüm o fotoğrafı...

Fotoğraf bile değildi; dergi kapağına basılmış hâliydi; o kapaktan bize bakan Yılmaz Güney’di.

Onat Kutlar onun sinema alanındaki üstünlüğünü dile getirirken; Fethi Naci de, onun sinemadaki başarısının edebiyattaki başarısını gölgelediğinden yakınıyordu.

En çok kullandığı sözcükler, insan ve “insan”dan türemiş sözcüklerdi: İnsan olmak, insanca, insancıl, insan onuru, insan emeği, insan hayatı, insanı koşullar... “İnsan” kadar çok kullandığı bir başka sözcük ise “halk”tı...[5]

O hâlâ duvarlardan indirilemeyen posterinden hepimize gülümseyendi. Aradan yıllar geçmesine karşın, unutulmamasını sağlayan da ezilenlerin sesi, soluğu olmasıydı.

Kolay mı? O, düşündüğü gibi yaşadı ve davrandı; yolunu açarak yürüdü; her şeyini paylaştığı emekçilerin -bunu talep etmese de- “kahramanı”, “Çirkin Kralı” oldu.

Tutkulu aşkların insanıydı; “Hasretin yüreğimin sadık bekçisidir sevgili” der ve eklerdi:

“Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili. Biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını açımız yaptık çünkü. Dünyanın öbür ucunda, hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile içimizi parçaladı...”

“Sevgili çocuk, demir yürekli kadınım... Korkular, acılar... Yenilecektir bir gün... İnsanoğlunun yıkılmaz inancı ezecektir vahşeti... Mutlaka ezecektir...

İnsanları taş duvarlar, demir parmaklıklar arasında terbiye etmeyi, onların düşüncelerini önlemeyi düşünen anlayış yıkılacaktır... Taş duvarlar, kelepçeler, zincirler, demir kapılar yok olacaktır...

“Hiçbir şey yarının güzel günlerine duyduğumuz umudu kıramayacaktır. Sevgimiz, inancımız bütün güçlükleri yenecektir, yenmelidir.”

* * * * *

Yaşantısında alkışlanmayacak şeyler olsa da O, sosyalist bir emekçi ve çok iyi bir yönetmendi. Çektiği filmlerde insan(lık)ı, hüznü, kederi, sevgiyi bu denli derinlikli aktaran bir insanın negatiflerinin olması da “doğal” ve üzücüydü!

Ancak O, “Benim oturduğum mahallenin yolları çamurluydu. Boyalı ayakkabı giysem bile, o yollardan geçtikten sonra çamurlanmamaları mümkün değildi. Hayatım da böyle.” “Ben kimsenin canını yakmadım; onlar benim ateş olduğumu bile bile geldiler,” derken; Dücane Cündioğlu’nun, “Adana kabadayısı”[6] ifadesindeki düzeysizliğin; postal yalayan, ırkçı ahmakların saldırısına maruz kalmasının; orta sınıf ahlâkçılarının ve faşistlerin fırsat buldukça çamur atmasının, yani Yılmaz Güney’in bugün bile yaygaraların hedefinde olmasının asıl nedeni devrimci komünist olmasıydı.

Onları derdi “üzüm yemek değil, Yılmaz Güneyi dövmek”tir!

Lakin kim ne derse desin büyük sinema insanı; yetkin bir gözlemci; bir edebiyatçı, hikâyeci, roman yazarıdır.

Bütün bu yaygaralar, suya yazılmış yazıdan öteye geçmez. Değişmeyen gerçek, Onun coğrafyamız ile dünya sinemasında saygın yeri olan sinemacıdır; Berlin, Locarno, Venedik, Cannes gibi festivallerden 38 tane ödülün sahibidir; ‘Duvar’ (1983); ‘Yol’ (1982); ‘Arkadaş’ (1974); ‘Zavallılar’ (1974); ‘Baba’ (1973); ‘Ağıt’ (1971); ‘Umutsuzlar’ (1971); ‘Acı’ (1971); ‘Vurguncular(1971); ‘İbret’ (1971); ‘Kaçaklar’ (1971); ‘Yarın Son Gündür’ (1971); ‘Canlı Hedef’ (1970); ‘Umut’ (1970); ‘Piyade Osman’ (1970); ‘Yedi Belalılar (1970); ‘Aç Kurtlar’ (1969); ‘Bir Çirkin Adam’ (1969); ‘Pire Nuri’ (1968); ‘Seyyit Han’ (1968); ‘Bana Kurşun İşlemez’ (1967); ‘Benim Adım Kerim’ (1967); ‘At Avrat Silah’ (1966)’dır…

* * * * *

Ve yıllar boyunca yasaklanarak coğrafyamızın sinema tarihinden silinmek istenmiştir. 104 filminin negatifi yakılarak yok edilmiştir ve Ulus Baker’in deyişiyle, “İsyanı tek yol olarak bırakan bir sinemadır. Yılmaz Güney, her türden özgün imaj arayışı ve deneyi engellenen Türkiye sinemasında evrensel bir yeniliğin tek örneğiydi.”

“Yeşilçam’dan nasıl buraya gelebildiniz?” sorusunu -Madrid’de gazetecilerle 1982’deki görüşmesinde[7]- “Kavga ederek. Yeşilçam’ı inkâra yönelerek, Yeşilçam’la uzlaşmayı reddederek, Yeşilçam’ın ismiyle boğuşarak,” yanıtını veren O; 114 filmde oyunculuk, 26 filmde yönetmenlik, 15 filmde yapımcılık, 64 filmde ise senaristlik yapmıştı.

Yılmaz Güney gerçekçi sinemayı getirdi coğrafyamıza; teatral ve soyut oyunculuğu yıkarak performans kavramını yeni bir kavramla değiştirdi.

‘Yol’ filmi 1982’de ‘Altın Palmiye’yi Costa Gavras’ın ‘Missing/ Kayıp’ıyla paylaşan Yılmaz Güney’in sinematografisi coğrafyamız sinemasında milattır. “Yılmaz’dan önce, Yılmaz’dan sonra,” derdi Sadri Alışık![8]

Kamerasını bazuka gibi kullanarak; sinemayı devrimci mücadelenin bir mevzii olarak gören; Kültür Bakanlığı’nın 6 bin 700 film, 45 bin civarındaki kaset-cd arşivindeyse bir tek filmi olmayan yönetmendi Yılmaz Güney!

* * * * *

‘Umut’un çaresiz faytoncusu Cabbar’dan, çocuk yürekli isyancıya, hep “Tek kurtuluş devrim,” diyen O; -Metin Üstündağ’ın tabiriyle- “Yılmaz bir Pütündür, bölünemez…”

Sakın ola unutulmasın bu… Kolay mı?

“Bir sanatçı olarak Yılmaz Güney diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütün’dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve baş eğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demekti,” ifadesindeki gibi adıyla müsemma bir devrimci, yürekli bir sanat insanıydı.

“Suya sabuna dokunmayan”, daima güç sahiplerinin safında yer alan, yani “piyasa malı”, “kâğıttan kaplan”, “plastik/ defolu ürün”lere inat düzene isyan eden, eserlerinde bunu korkmadan dile getirenlerden; coğrafyamızda dışlanmış, öcü gibi sunulup, karalanan başkaldıran Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet gibilerdendi Yılmaz Güney de; “Sanat, direnendir; ölüme, köleliğe, alçaklığa, utanca direnir,” gerçeğini doğrulayarak Gilles Deleuze’ün…

1984 Newroz konuşmasındaki, “Biz sazımızı çok iyi çok çalmalıyız.

Biz iyi, çok iyi türküler söylemeliyiz.

Biz iyi, çok iyi resimler yapmalıyız.

Biz iyi hikâyeler, iyi şiirler, güçlü romanlar yazmalıyız.

Biz güçlü bilim adamları, diplomatlar, teknisyenler yetiştirmeliyiz.

Bizim elimiz hem kalemi, hem makineyi, hem de silahı iyi tutmalıdır,” çağrısı bizlere vasiyet kalan O güzel atlara binip, (Père Lachaise’e) giden güzel insanlardandı; içimizde kanayan yaralardandı; umudun adı ve devrime çağırısıydı ve Nâzım Hikmet’in, “Her daim kendin ol./ Sen, seni anlayana mucizesin,” dizelerini anımsatandı; Karl Marx’ın, “Henüz gelip çatmamış devrimcinin saati vardır,” vurgusundakilerdendi.

‘Sürü’yü sarsıp, ‘Duvar’ları aşarak, insan(lık)a ‘Umut’ aşılayan toplumsal gerçekçi sinemanın “Çirkin Kral”ı, mücadeleci hatırasıyla halklarının gönlünde yaşıyor; ne mutlu ki biz Onun yoldaşlarıyız…

21 Şubat 2023 08:37:19, İstanbul.

N O T L A R

[1] Güney Dergisi’nin 2 Nisan 2023’te İstanbul’da düzenlediği, “Doğumunun 86. Yılında ‘Halkın Sanatçısı Halkın Savaşçısı’ Yılmaz Güney Bizimle” Etkinliği’deki konuşma metni…

[2] Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, çev: Alp Tümertekin, İthaki Yay., 2006.

[3] “Çelik: Yılmaz Güney Olunamayacağını Dayak Yiye Yiye Öğrendim”, 9 Eylül 2018… https://m.t24.com.tr/haber/yönetmen-reis-çelik-yılmaz-güney-olunamayacağını-dayak-yiye-yiye-öğrendim,696122

[4] John Berger, Sanat ve Devrim, çev: Bige Berker, Agora Kitaplığı, 2007.

[5] Zeynep Oral, O Büyülü İnsanlar, Cumhuriyet Kitapları, 2011, s.283-292.

[6] Dücane Cündioğlu, Basın Kulübü/Özel,Habertürk, 13 Mayıs 2012… https://www.youtube.com/watch?v=7aw7ce-AFVU&list=PLIDB8B9asEdXFAHJsr8REjw2pXLH4Dm31&index=37

[7] İnsan, Militan ve Sanatçı Yılmaz Güney, Güney Film Yay., 1995.