„Güzel hayaller yaşamınıza geçici mutluluklar katabilir. Ama hayallerinizi gerçeklerin yerine koymaya kalkıştığınızda yaşamınız alt üst olur.“

Türkiye siyasi tarihinde „Yönetimin tek kişilik diktatör yarattığı, muhalefetin tümden şaşkınlaştığı“ bir dönem yaşanıyor. Yok, hemen „Muhalefet şaşkınlaştı“ sözüne asılmayın. Türkiye’de son yaşanılan „Yolsuzluk“ olaylarından sonra iktidarı bir tekmeyle gönderemeyen, başbakanı istifaya zorlayamayan, „Paralel devlet“ söylemini kabul ederek başbakana koltuk çıkan muhalefete „Şaşkın“ denilmezse acaba başka ne denilebilir.

MHP, CHP ve Doğu Perinçek’in partisi, Doğu Perinçek’in cezaevinden ürettiği „Ulusal Birlik“ tezi doğrultusunda ilerliyor. Bu tez MHP+CHP+Ulusalcılar= Demokratik iktidar şeklinde özetleniyor. Faşisti, ırkçı milliyetçiyi, yaşamlarını devlete kölelikle geçirenleri bir araya getirince iktidar nasıl „Demokratik“ oluyor, onu açıklamayı sizlere bırakıyorum. Bir zamanların „Milliyetçi Cephe (MC) yapısını ve koalisyonlarını anımsarsanız, yukarıdaki bileşimi anlamanız daha kolaylaşır.

Muhalefetin günümüzde yeri gelince „Tutarlı“, yeri gelince de inanılmayacak kadar „Tutarsız“ kesimini Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ve yine BDP politikasına göbekten bağlı Halkların Demokratik Partisi (HDP) oluşturuyor. Halkların Demokratik Kongresi kurulduğunda yürekten sevinen insanlardan biriyim. Bu sevincim çok uzun sürmedi. Bir „Örgütler ve partiler koalisyonu“ olan bu yapı beklenilen, özlenilen ‚Birlik’ havasını ne yazık ki yaratamadı. „Birlik“; partilerin, örgütlerin eski biçimlerinin „Dağıtılması“ sonucunda değil, „Korunması“ ve birlik dışında özel çalışmaya devam şeklinde kurulduğu için gerçek bir birlik yapısı ortaya çıkarılamadı. Bu nedenle bu yapı bizleri özlenen, beklenen Çatı Partisi yapısına ulaştıramadı.

Birlik içinde yer alan (BDP hariç) sendika, dernek, dergi çevrelerinin bir çoğunun siyasette kitlesel güç olarak önemli bir yerlerinin olmadığını söylemek hakaret oluşturmaz. HDP veya „Demokratik muhalefet“ olarak adlandırabileceğimiz bu yapı seçimlere yukarıda belirtilen bileşenlerinin gücüyle girecek. „Bu güçle“ diyorum, çünkü kurulduktan sonra Türkiye çapında güçlü bir örgütlenmeye gidilemedi, bir Türkiye Partisi yapısı kazanılamadı.

Demokratik muhalefet olarak adlandıracağımız BDP-HDP seçimlere birlikte girecekler. 2009 Yerel Seçimleri’nde BDP’nin önceli DTP (Demokratik Toplum Partisi) 2009 yerel seçimlerinde; „1 Büyükşehir, 7 il, 51 ilçe ve 40 belde olmak üzere toplam 99 Belediye başkanlığını kazandı. 14 Kürt ilinde merkez belediye başkanlığı kazanılamadı.

Ne dersiniz, BDP-HDP ortaklığında 30 mart seçimlerinde eskiler korunabilecek, eskiden kazanılamayan illerde merkezler kazanılabilecek mi? Bir kötü niyet sayabilirsiniz, ama gelişmeleri izlediğimde „30 martta eskileri korumak bile bir başarı olur“ diyeceğim. Bana göre Kürt özgürlük hareketi son yıllarda kendisini destekleyenleri çoğaltamadı, aksine azalttı. Bunda elbette olaya sadece „Kürtlük“ açısından yaklaşılmasının, Türkiye çapında sosyal yaşamın sorunlarının gözardı edilmesinin önemli bir yeri bulunuyor.

Bir başka olay ise yönetim ile PKK arasında sürdürülen „Barış“ görüşmeleri. Öncelikle belirtmek gerekli: PKK 30 yıllık mücadele sonucunda Kürt sorununu dünyanın siyasi arenasına taşıdı. Bu mücadele Türkiye’de önemli siyasi değişikliklerin yaşanmasını sağladı. Elbette barışı sağlayabilmek için savaştığı tarafla görüşmelerde bulunacak. Savaşanlar-Dövüşenler barışır! Savaşan tarafların „Görüşme“ yapmaları tuhaf değil, zorunluluktur. PKK yönetimi ile devleti yönetenlerin görüşmelerine de böyle bakılmalıdır. Eğer bir savaş, savaşan tarafların birinin kesin zaferiyle sonuçlanmamışsa bir barış masasının kurulması zorunluluktur. Bu durumda savaşanların barışa ulaşabilmeleri için karşılıklı tavizleri de göz önünde bulundurmaları gerekir.

Başlangıçta ortaya çıkan „Barış havası“ gerçekten barış isteyenleri sardı, insanlarda bir iyi niyet oluşturdu. Ama giderek bu görüşmeler „AKP yaşarsa Kürt sorunu çözülebilir“ yanlış anlayışına kadar dayandı.

Bu görüşmelerin ayrıntılarını başta sayın Öcalan, İmralı’daki subaylar, askerler, Ankara’da MİT, Başbakan, bakanlar, sıradan memurlar ve Kandil’deki PKK yöneticileri bilirken, ayrıntılar her nedense Türkiye halkından gizlendi. Bu bilinmezlik barış isteyenlerde kuşkulu düşüncelerin doğmasına yol açtı. Görüşmelerle ilgili olarak halka daha fazla bilgi verilebilseydi belki bu tür kuşkular giderilebilirdi. Ama halka „Biz görüşüyoruz, biz karar veriyoruz, sen bizi destekle“ denildi.

Kürt’üyle, Türk’üyle Türkiye halkı yeterince acı çekti, on binlerce insan yitirdi. Kişi olarak bir tek kişinin bile ölmesine karşıyım, barışı elbette istiyorum, ama neyi destekleyeceğimi de ayrıntılı bilmek zorundayım.

BDP Genel başkanı sayın Selahattin Demirtaş Hakkari’de yaptığı son konuşmada şöyle dedi:

„Bu saltanat düzenine artık son verme zamanıdır. 30 Mart bunun ilk adımıdır. AKP’nin biletini cebine koyacağı zamanıdır. Halkımızdan ricam, sadece Hakkari yetmez AKP’nin biletini 30 Mart’ta kesmek için bütün halkımızı birlik olmaya, sandıklarda BDP ile birleşmeye çağırıyorum. İnşallah 30 Mart akşamı Recep Tayyip Erdoğan’ın eline o bileti vereceğiz. İlk genel seçimde de artık göndereceğiz. İnşallah 30 Mart akşamı hem burada hem de bütün Kürdistan’da büyük bir zaferle kutlayacağız. Onun yerine de halk iktidarını inşa edeceğiz.“

Aynı Selahattin Demirtaş 17 Aralık „Yolsuzluk operasyonu“ndan sonra şunları söylemişti:

„Böyle bir ‘darbe girişiminin’ de Başbakan’ı götürmesine BDP evet demez. Biz bir ilkeyi kurtarmaya çalışıyoruz. Bu anlayış kazanırsa darbe ile yönetme geleneği ilelebet devam edecek. Hükümet gidecekse sandıkla gitmeli. Yolsuzluk varsa Başbakan hesabını vermeli. Biz Başbakan’ı koruma güdüsüyle, ‘yedirmeyiz’ düşüncesinde değiliz. Hesap sorulsun ama bunu hukuk sorsun, demokrasi sorsun…

„Paralel devletin galip gelmesi ve Erdoğan’ın gitmesi birçok şeyi etkiler. Bu süreci yürüten temel aktörlerden biri o olduğu için çözüm sürecini etkiler. Onun gitmesi diyalog sürecinin bitmesi demektir.

„Diğerleri bir şey söylemezken, Kürt hareketi Başbakan’ı karşısına alıp elinin tersiyle itecek değildir. Ama diğer partilerin cesur hamleleri AKP’yi zora sokacaktır.“

Aynı konuda sayın Öcalan da İmralı’dan „Darbeye karşıyız, darbeciler karşılarında bizi bulurlar“ demiş, AKP ve Tayyip Erdoğan’a dolaylı bir destek sunmuştu.

Koskoca bir ulusal sorunun, her konuşmasında „TEK DEVLET, TEK MİLLET, TEK BAYRAK, TEK ULUS“ diye bağıran bir kişinin varlığına ve iktidarına bağlanmasının ne kadar doğru olduğunu okurların değerlendirmesine bırakıyorum.

Kişi olarak Kürt özgürlük hareketinin bir dostuyum, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini yaşamım boyunca destekledim ve destekleyeceğim ama yukarıda sayın Demirtaş’ın dile getirdiği politikanın doğru olmadığını düşünüyor ve desteklemiyorum.

„Kürtler başbakanı karşılarına alırlarsa Kürt sorununun çözümü ertelenir!“

Son günlerde böyle söyleniyor, bazı köşe yazarları da bu konuyu işliyorlar: „Aman ha, Kürtler dikkat etsinler, MHP-CHP iş başına gelirse, Tayyip giderse, BARIŞ görüşmeleri sona erer“ deniliyor. Gizli olarak söylenen ise şu: Kürtler AKP’yi desteklemelidirler. Peki, o zaman yerel seçimlere neden katılacak Kürtler? Kendilerini kandırmak için mi? Faşist bir iktidarı –gerekçe ne olursa olsun- desteklemek ne zamandan beri Demokratik Muhalefetin görevleri arasında yer aldı?

Yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık olaylarına karışanlar yarın serbest bırakıldıklarında hiç şaşırmayın. Çünkü ortam, birlikte söylenilen „Darbe türküleri“ eşliğinde „Elbirliğiyle“ bu hale getirildi.

Sevgiler hepinize.

[email protected]