Türkiye´de halen varlıklarını sürdüren irili ufaklı onlarca dinci cemaatlerin günümüze kadar yaşattıkları ‚sadaka kültürü‘nün varlığı, Türklere Osmanlı´dan kalma bir mirastır. Bu mirası da Osmanlı, kendinden önce „müslüman olan diğer Türk beylikleri“ den ve bunların da Emevi İslam anlayışının etkisi altında kalarak devir aldılar dense yeridir. Peki Osmanlı İmparatorluğu öncesi ve Osmanlının devraldığı dinci yapılanmaların ve cemaatlerin yaşattırdıkları ‚sadaka kültürünün‘ Türkiye‘ deki etkisi nedir?

Türklerin bir kısmı kendi rızaları ile,  diğer bir kısmı da kendi iradeleri dışında yaşanan sosyal ve siyasal gelişmelerin de etkisiyle müslümanlaştırılmasıyla, 661 yılında kurulan Emevi saltanatının İslam dininin özüne ters düşen dini anlayışın etkisine girmeye başlamışlardır. 750 yılında yıkılan Emevi Saltanatlığının İslam dışı dini anlayışı kendisini, günümüz Türkiye´sinde halen tüm canlılığı ile yaşanan „Alevi-Sunni“ ayrıştırması şeklinde de sürdürülmektedir. Emevi Saltanatlığının kurucusu olan Muaviye, Hz. Peygamberin soyunu katletmekle kalmamış, 89 yıllık iktidarı döneminde, İslamın özünde olmayan „sadaka“ kültürünü icaat ederek, hakimiyeti altında tuttuğu topraklarda yaşayan halkı kendisine biaat etmesinin etkin bir aracı olarak kullanmıştır.

Ekonomik yoksulluğu gidermek, dince kutsal sayılan değerlerin sömürüsünün gıdasını oluşturan “paralel yapıların varlığına son vermek“ ve sefaleti gidermek yerine, insan onuruyla bağdaşmayan ve ahaliyi kendisine muhtaç duruma getirerek, vereceği „sadaka“ ile ancak yaşayabileceklerine inandırmak, Emevi Saltanatlığının ardında bıraktığı en acımasız miraslardan birdir. Emevi Saltanatlığının kurduğu bu „sadaka sistemi“, İslamın reddettiği bir uygulama olmasına rağmen, „müslümanlaştırılan“ Türklerin kurduğu beylikler ve imparatorluklar tarafından da yaşatılmıştır.

Emevi Sultanlığının pekiştirdiği aşiret ve tarikat sistemi ve bununla iç içe geçmiş siyasi yapılanmalar, Osmanlı´da olduğu gibi, günümüz Türkiye´sinde de siyasal iktidarlar başta olmak üzere, bir çok parti ile içli- dışlıdırlar. Cemaatlerin, siyasi olarak güçlü olan yapılanmalarla içli dışlı olmasının temelinde yatan en önemli nedenlerden bir de, Emevilerin dayattığı ve  tüm „İslam aleminde“ yaygın olan ‚sadaka kültürüdür‘. Bu sadaka kültürü nedir, etkileri nasıl görülür ve bundan kurtulmanın temel yolu ne olmalı?  gibi soruları Türkiye´de hali hazırda gündem de olan ve epeyce de gündemden düşmeyecek gelişmelere bakarak irdeleyelim.

Türkiye aynı zamanda bir Orta-Doğu ülkesi olduğu için, bünyesinde onlarca dinci motifli cemaatleri, tarikat ve aşiretleri barındırmaktadır. Siyasi yapılanmalarla içli dışlı olan cemaat-tarikat-aşiret üçkeni, yüz yıllardan beri Anadolu coğrafyasında yaşayan halklara ve bunların kültür ve inançlarına zulüm etmektedir. Bu yapının oluşturduğu sosyal ilişkiler, siyasal yapılanmalar ve dinci uygulamalar, Anadolu coğrafyasına barış, huzur, istikrar ve refah getirmiyor, tam tersine; Anadolu insanının güzelliğine ve yiğitligine gölge düşürdüğü gibi, bunları birbirlerini boğazlamaya kadar gütürüyor. Dünya'da var olan ve kendisine „müslüman ülke“ etiketini yapıştıran hiç bir ülkede siyasi istikrar ve ekonomik refah neden yok sorusunun yanıtını da yine ‚sadaka kültüründe‘ aranması gerektiği açıktır

8 Ağustos 2014´de Türkiye’de gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri dolaysıyla sürüdrülen kampanyalar dahil olmak üzere, hiç bir seçim sürecinde, ekonomik sefaletin çözmüne yönelik tek bir etkinlik yok. Milli gelirin yükseltilmesi ve dolaysıyla  kişi başına düşen parasal  payın artırılması, adaletli dağıtımın ve bölüşümün gerçekleşmesi önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik hiç bir etkinlik olmazken, bir Emevi geleneği olan „sadaka kültürü“ yine devreye sokulacak ve bir oy uğruna, bir torba makarna, 5 litre sıvı yağ, 2 ton kömür vs. dağıtılacaktır. Özellikle de  Recep Tayyip Erdoğan'ın (RTE) iktidarı döneminde tavan yapan „sadaka kültürü“, Emevi İslam anlayışının etkisi altında kalmaya devam eden  kesimlerce benimsenmekte ve yaşatılmaktadır. RTE tarafından başarılı bir şekilde sürdürülen Eemevi İslam anlayışı, Anadolu insanını hızla kendi manavi değerlerinden uzaklaştırmakta, dini inancı metalaştırmakta, kardeşliği zedelemekte, özgür iradeye bağlı birlikte yaşamanın temeline dinamit koymaktadır.

Almanya gibi „sosyal hukuk devleti“ kendi yurttaşını her hangi bir dini cemaate „sadaka“ karşılığı teslim etmz. Sosyal hukuk devletinin en temel görevlerinden biri de kendi insanını insan onuruna yaraşır bir şekilde temel gereksinimlerini giderecek kadar karşılıksız destek sunmaktır. Bundan dolayı da gerçek anlamda bir sosyal hukuk devleti olan ülkelere de dini cemaatler, siyasal iktidarları tehdit edecek düzeyde „devlet içinde devlet“ olma gibi bir güç, beklenti ve etkinlik içinde olamıyorlar. Dolaysıyla Türkiye´de sürdürülen seçim kampanyaları hep kişiler üzerinde yapılmakta, hangi adayı kiminle nerede nasıl bir intim ilişki içinde olduğu gibi magazinlikler yaşanmaktadır.

Adı ister Abdullah Gül olsun, isterse de RTE, Türkiye´de „sadaka kültürü“ devam ettiği sürece, yani vatandaşın her hangi bir yapıdan ekonomik olarak bağımlılığı sürdüğü müddetçe ve temel hakları anayasal güvence altında olmadığı sürece, minareler dinci cemaatlerin birer süngüsü, kubbeler kardeş kanı akıtanların miğferi ve camiler ise, kendi inancından olmayanların ciğerini yiyecek kadar gaddarlaşanların cephaneliği olarak algılanmaya devam edecektir. Bu algılama ve bu uygulama, Hz. Peygamber´in yaşamına ve İslam dinine temelden ters olmasına rağmen, yine de Allah, Peygamber ve Kitap adına bu acı tablonun oluşumuna neden olan sorumluların en  tepesindeki ismin Türkiye´de Cumhurbaşkanı olmak istemesi ve büyük bir ihtimalle de seçilecek olması, ne kadar acı, ne kadar hüzün verici ve ne kadar yakışıksızdır. Demek ki ‚sadaka kültürü‘ işe yarıyormuş!

9 Mayıs 2014