İsterseniz her biri konumuz ile ilgili olan beş (5) gerçeği hatırlatarak söze başlayayım. 

RTE İKTİDARI VERMEYECEK,  FAKAT KILIÇDAROĞLU’NUN ALMASI GEREKİYOR 

Birincisi; ülkemizde, RTE rejiminin de uymak zorunda olduğu NATO demokrasisi mevcuttur. Bunu en iyi açıklayacak olan siyasi olgu ise, bir türlü ilan edilemeyen ve edilemeyecek olan Şeriat ve ya hilafettir. İkinci gerçek; ülkemizde 1915 yılından beri var olan Türk-İslam Sentezi yeni bir biçime bürünmüştür. Bu yeni olan: geçmişte bu ‘devlet aklını’ Türkçüler yönetirken, 2013 yılından itibaren bunu İslamcılar yönetmektedir. Türkçülerin çoğunluğu muhalefettedir. Üçüncüsü; Ezilen ulus gerçeği (özellikle de Kürt sorunu) demokratik olmayan ‘demokratik ulus’ projesiyle çözülmek isteniyor. Kürtlerin antiemperyalizm ve komünizm konusunda ki birikim ve etkinliklerinin neredeyse sıfır noktasında olması, bu tehlikeyi göstermektedir. Sosyal hedefi olmayan demokrasi mücadelesi, kontrol edilemeyen güçtür. Dördüncü gerçek ise; ülkemizdeki devrim durumuyla ilgili olandır. 2023 yılı itibariyle ülkemizde nesnel açıdan bir devrim durumu vardır. Yani yönetenler eskisi gibi yönetememekte, yönetilenler de eskisi gibi yönetilmek istememektedir. Fakat devrimin öznel koşulları sıfırdır. Proletarya ve emekçiler(kafa ve kol) hem örgütlülükten hem de bilinçten yoksundur. Öznelliği(sübjektif olanı) iki güç kontrol etmektedir: 1- gerici faşist blok yani Cumhur İttifakı, 2- milliyetçiliğin ve reformizmin egemen olduğu Millet İttifakı. Yukardaki siyasi gerçeklere bir de beşinci olan ekonomik boyutu eklemeliyiz: Ülkemiz 100 yıldır hafif sanayi adı verilen emperyalizmin doktrinlerine uygun bir ekonomik politika yürütmüştür. Ülkenin kalkınması, ister kapitalist, isterse sosyalist sistemde olsun, tek bir yolla mümkündür: ithal ikameci politikayla. Yani fabrika yapan fabrikaların kurulmasıyla! Bunun teknolojinin geliştiği bu aşamada ki adı da şudur: artıdeğer üreten teknolojik yatırımları yapabilmek. Tıpkı 1946 Almanya, 1990’lardaki Güney Kore ve Küba gibi. Ülkemizde bu teknolojik gerçeği burjuvazi adına ilk defa Kılıçdaroğlu dile getirmiş olsa da bu politikanın uygulanması, Batı’nın onayı ve desteğiyle mümkündür. Muhalefet liderinin Batı ülkelerine yaptığı son ziyaretler bu konuda onay almış olabileceğini gösteriyor.  

SEÇİM ÖNCESİ PANAROMA 

Evet, bu gerçekler ışığında ülkemizde ki seçim öncesi mevcut iktidar, sadece Batı emperyalistlerine değil, aynı zamanda komünizm artığı Doğu emperyalistlerine de bağımlı halde çalışmaktadır. Bu nedenle tarım-sanayi gerilemiştir, bu nedenle savaş sanayine yönelik yatırımlar artmıştır(Drone imalatı-Tank palet fab.-nükleer santral vb.) vs. CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı ise, Batıyla ekonomik çözüm yollarını aramaktadır. Bu çözümün ne kadar ithal ikameci olduğunu da ancak iktidara geldiklerinde göreceğiz. Peki, iktidara gelebilecekler mi?  

‘İktidar RTE’nin değil, on binlerce Sırtlanın ağzındadır’ diyebilirim. Yanlış duymadınız! İktidar, sivil ve resmi ırkçısı-İslamcısı-soyguncusu-hırsızı-arsızı-katili-tecavüzcüsü-ahlaksızı binlerce organize Sırtlan tarafından savunulmaktadır. Devletin baskı araçları dışında(ordu-polis-istihbarat-kontr gerilla-bakanlıklar vs.), IŞİD-Hizbullah-Cemaat militanları-uyuşturucu çeteleri-mafya bozuntuları-dijital ajanlar-troller, müteahhitler- yalı lobileri vb. paramiliter güçler, öncelikle savaş düzeni içinde cephede yerlerini almaktadırlar. Dahası devlet içinde organize olmuş uyuşturucu baronları-ırkçı-ulusalcı-dinci klikler buna eklenebilir. Ayrıca dinsel açıdan zaafları olan genç Erbakan-egosantrik M. İnce gibi siyasi figürleri de savaşa hazırlamaktadır bay ‘komutan’. Çünkü iktidarı terk ettikleri takdirde sadece bu pınar kurumayacak, daha kötüsü, kendilerinden hesap sorulacağının dayanılmaz ağırlığı altında ezilmektedirler. Bu açıdan iktidar cephesi, gücü teslim etmemek için, sadece yukarıdaki araçlara güvenerek savaş planının oluşturmuyor. Ayrıca gizli bir silahları daha var! O da inanılmaz çeşitlilikte ki savaş, pardon seçim hileleridir. Para dağıtmalardan-baskı ve korkutmalardan ve de teşvik vb.’lerin den bahsetmiyorum bile. Seçim sonucu: seçimi sayısal olarak kesin Kılıçdaroğlu ekibi alacaktır. Bu açıdan anketlerle oyalanmak, ‘cambaza bak’ taktiğidir ve hiçbir önemi yoktur. Tüm dikkat ve enerji, seçim öncesi taktiklere-seçim sonuçlarına-özellikle de seçim günü ve sonrası sürece verilmelidir. Bu konuda muhalefet önemli taktikler ve de karşı çıkış planı geliştiremezse, Sırtların iktidarı bir 5 yıl daha devam edecektir. Peki, muhalefet hangi adımları atarak, sırtlanları dağıtabilir? 

HAK VERİLMEZ ALINIR 

Eğer seçim Norveç’te olsaydı, muhalefetin yüzde bin beş yüz iktidara geleceğini söyleyebilirdik. Fakat burası hem Türkiye, hem de burada RTE rejimi var. Fakat RTE’nin de bağlı olduğu emperyalist konseptler var ve o da bu çizginin dışına çıkamamaktadır. İktidarın yapacaklarının yanında, aynı zamanda muhalefetin seçim öncesi ve seçim sürecinde izlemesi gereken taktiklerine de göz atmamız gerekecek. Çoğu okuyucu haklı olarak şöyle düşünebilir: ‘ herhalde onlar da bunları hesaplıyordur aptal değiller ya!’ Evet, aptal değiller ama onların Aşil topuğunu en iyi değerlendirecek bir şark sihirbazı var karşılarında. Tanrı dâhil para dışında hiçbir şeye inanmayan örgütlü bir gücün yapacakları, elbetteki NATO demokrasisi içinde sınırlı olabilir ama hesap edilmeyen kontrolsüz ve kural dışı bir tehlikeyi de içermektedir. Eğer muhalefet olarak siyasi zaaflarınız-takıntılarınız varsa, bunları size karşı kullanmakta ustalaşmış bir RTE karşısında yenilgiye de hazır olun derim. Muhalefetin Aşil topuğu ya da zaafı şudur: Devleti kutsamak! Evet, RTE tüm seçimleri, bu nedenle kazandı. Nasıl mı?  

  1. Hatırlayın 15 Temmuz darbe girişimini RTE ile aynı şekilde değerlendiren bir muhalefet var karşımızda. Darbe denen güç oyunu, aslında RTE’nin bir projesidir sadece. 
  2. Darbe sonrası Yenikapı toplantısına katılıp konuşma yapan Kılıçdaroğlu’nu hatırlayın. 
  3. İktidarın bu ‘darbe’ sonrasında yaptığı tasfiyeler, mağduriyetler ve kafa kesme gibi devlet şiddeti ve cinayetleri karşısında ki sindirmelerine muhalefetin karşı çıktı mı? 
  4. Dokunulmazlıkların kaldırılması, özünde Kürt Mücadelesini ve örgütünü dağıma projesidir. Ama Kılıçdaroğlu’nun ‘anayasa aykırı ama onaylayacağız’ diyerek bu projeye destek vermesi, onun devletine olan sadakatinin bir ifadesidir. 
  5. Yine son oylama hariç tüm dış işgallere, yani tezkerelere onay verilmesi de aynı sadakatin bir sonucudur. 
  6. İyi Parti’nin anti Kürt veya HDP alerjisi nerden geliyor sanıyorsunuz? ‘Devlet aklına’ yani Türk-İslam Sentezi'ne olan sadakattin kaçınılmaz politikalarıdır bunlar.  
  7. Bu zaaflar daha da örneklenebilir elbette! Fakat konumuz açısından bu bilgilerin önemi, muhalefetin, seçimlere iyi niyetle yani devletlerine güvenme gibi bir saflıkla girme tehlikesi içinde olmalarıdır. İmamoğlu gibi bir karşı çıkışla seçimi alacaklarını sanıyor olmaları da ayrı bir zaaf işaretidir. Yeni rejime karşı ek taktikler edinmelidiler.    
  8. Sorun, RTE’nin kesin olarak iktidarı vermeyecek olmasıdır. Peki, onun elinden bu alına bilinir mi? Elbetteki! Şimdi de ona bakalım! 

Birincisi; muhalefet esas olarak İstanbul Yerel seçimlerinde ki başarısını kendine örnek almaktadır. Bu başarıdaki esas payın, seçim sandıklarının korunması olarak kabul edilmelidir. Bu açıdan ülke çapında hem ıslak imzaların elde tutulması, hem de sandıkların korunması ilk önemli adım olarak doğru olandır.  

İkincisi; fakat sandıkların bu derece sıkı korunmasına rağmen, AKP’nin adayı Binali ve kurmayları, İstanbul’un her yerine ‘teşekkürler İstanbul’ afişlerini astırıp, ‘seçimi aldık çok şükür’ dediklerini de unutmayalım. İmamoğlu yerine muhalefetin bir başka adayı olsaydı ve ‘adam kazandı’ deseydi seçim çoktan gitmiş olacaktı. Demek ki sandıkların korunması ve ıslak imzaların varlığı bu tür sahteciliğin yapılmasını önlemiyor. Fakat bu iki önemli faktör, bir başka şey için çok önemli bir işleve sahip: hilebazlara karşı çıkışta vazgeçilmez olandır.  

Üçüncüsü; bu karşı çıkış ve direnişe rağmen iktidar durmayarak üçüncü adımı da YSK aracıyla devreye soktu. RTE, alacağını düşünerek YSK’ya, saçma bir gerekçeyle seçimin yenilenmesi talimatını verdi. Fakat bu onun için bir hataydı. İstanbul’u kaybetmek çok kötüydü ama hayati değildi! Ama şimdi öyle mi? Bu defa YSK, kesin kararlar verecek ve seçim sonucu nasıl olursa olsun açıklama “ RTE seçimleri almıştır” şeklinde olacaktır. Bu nedenle S. Peker’in önerisini dikkate almak gerekiyor: YSK önünden hiç ayrılmayacak olan yüzbinleri toplamak en önemli taktik olarak gözüküyor. 

Dördüncüsü; seçim sonuçlarını açıklayan ulusal çapta organize olmuş bir ajansın devreye sokulması gerekmektedir. 

Beşincisi ve en önemlisi de; Seçim sonuçları ıslak imza olarak muhalefetin elinde toplandığında, sonucu YSK’dan ve iktidar mahfillerinden önce açıklamayı yapabilmek önemlidir. Fakat bu açıklama kararlı ve ciddi bir tavırla sadece halka değil, askeri ve sivil bürokrasiye çağrı biçiminde yapılmak zorundadır. Yani : “ şu an itibariyle seçim sonuçları… dır ve bu sonuca göre devletin başı benim. Bu sonuca karşı direnenler en ağır cezaya çarptırılacaktır” vs. şeklinde olmalıdır. 

Altıncısı; İktidarın 2015 seçimlerinde kullandığı fakat deşifre olunca şimdilik alt düzeyde yürüttüğü taktiği şiddettir. Çoluk çocuk insanların ölümünü iktidar söz konusu olunca, geçmişte göze alanlar, şimdi bu adımı da organize edeceklerdir. Bu şiddet politikası iç içe girmiş birçok adımı içeriyor: 

  1. Birinci tarz: şiddeti Kürtlere-Komünistlere ve Kızılbaşlara karşı sınırsız bir şekilde kullanırsınız. Devletin tüm fraksiyonları bu konuda hem fikirdir. Örneğin 1972’de teslim olmak isteyen subay bir arkadaşımız anında öldürülmüştür. Veya PKK’li hiçbir esir alınmaz ve sağ yakalananlar devlete teslim olmamışsa orada öldürülür. Veya bu kesimler bombalarla imha edilebilir vs. 
  2. İkinci tarz: peki, burjuva muhalefete ve onun liderlerine uygulanan şiddetin tarzı nedir? Bu şiddet şimdilik düşük düzeyde olup, halkın galeyanı konsepti içinde ele alınmaktadır. Fakat iktidarı kaybetme korkusu, bu taktiğin birinci tarza çıkartılma riskini taşımaktadır. Fakat Batının sert tavır alma olasılığı, RTE’yi ikircikli kılmaktadır. 
  3. Üçüncü tarz; bu güne kadar burjuva muhalefete karşı izlenen şiddet taktiği, esas olarak kolpacılık (yani korkutma-sindirme) üzerine inşa edilmiştir. Seçim sırasında halk kılıklı militanların sağa sola ateş etmeleri, silahlı iri yarı militanların görüntüleri, aydınların dövülmeleri, Peker’in ve Çakıcı'nın kanlı duş almalar ve kanlarımızı içmeleri, darbe sırasında bir askerin kafasının kesilmesi, Hizbullah ile anlaşıp kafa keseriz mesajlarıyla yaratılan dehşet, tarikatların açıklamaları vb. birçok taktik bu çerçevede değerlendirilmelidir. Tabi bunlara çakma kontr-gerilla örgütü SADAT da eklenmelidir. Bu açıdan Hüda-Par gibi örgütlerle ilişki, oy hesabı için değil, bu üçüncü taktik için yapılmakta ve militanlar özellikle de Kürt seçmenlere yönelik kullanılacaktır. 

Marxistler açısından taktik; ülkemiz koşullarında ki seçimlerde Marxist’lerin tavrı ne ‘istemem arka cebime koy’ gibi utangaç bir tarzdır, ne de boykot vb. kendimizi tatmin biçiminde ki taktiktir. Utangaç yani açık olmayan tavırlar her koşulda Marxism dışıdır. Boykot ise komünist hareketin çok güçlü olduğu dönemlerinde ki taktiğidir. Eğer kitlesel yani milyonları etkiliyorsak kendi alternatifimizi, eğer bu yoksa yani zayıf durumdaysak uzlaşmayı seçmek durumundayız. Bu uzlaşma, güçlü olduğumuzda anlaşmalar biçiminde, yok şimdiki gibi dağınık ve perişan haldeysek, kitleler açısından en büyük tehlike kim ve neyse onun yıkılmasına destek vermekten ibarettir.