“İyimser olmak zorundayım

çünkü bu hayatta tutunacak

pek de fazla bir şeyim yok...”[1]

“Sanatın mafya ile ilişkisi”ne dair somut şeyler yazabilmek, hiç de kolay değil. Sebep, dört yanımızı kuşatmış ve gündelik hayat(ımız)ın -dolaylı ya da dolaysız- müştereki olmuşsa da; mafyanın “illegal” olmasıdır!

Mafyaya dair ne yazarsanız yazın,[2] mutlaka bir şeyler devletin gölgesinde kalacak/ bırakılacaktır. Çünkü Dario Bätancourt ile Marta Maria’nın net ifadesindeki üzere, “Mafya yasadışı kapitalizm, kapitalizm de yasal mafyadır!”[3]

O hâlde “Devlet-Siyaset-Mafya Üçgeni”[4] ya da “Mafyanın Kök Salmışlığının Nedenleri”[5] veya “Mafyayı Bilmek ve Mafyayı Anlamak”[6] babında kaleme alacağınız çoğu şey “Soyut bir temsilden ibaret”[7] olacaktır.

* * * * *

Bu saptamadan hareketle altını çizmekte yarar var: Mafya[8] elbette, var olduğu tarihsel konjonktürün ekonomi-politikasından,[9] sınıfsal egemenlik ilişkilerinden muaf olmadığı gibi,[10] sınıflı sömürücü devlet ile doğrudan ilintilidir.

Bu, bugünlerde coğrafyamızda yaşa(tıl)dığımız için de geçerlidir elbette…

“Nasıl” mı?

Örneğin Can Temiz’in, “Çok hastalıklı ve sağlıksız bir ‘normal’ tanımımız var. Bu her jenerasyonda biraz daha kırılıyor ama hâlâ gidecek çok yol var. Bu içinde yaşadığımız sistemde, doğrular, yanlışlar, ahlâk ve toplumsal normlarımızla ilgili ‘normal’ olan hiçbir şey yok. Yaşadığımız hayatlar resmen delilik. Gün geçtikçe insanları daha da kısıtlayan, daha da sıkıştıran, para ve toplumsal statü uğruna herkesin ruhsal sağlığından, iç huzurundan daha da taviz verdiği ve bunun gün geçtikçe daha da normal karşılandığı bir çağda yaşıyoruz,”[11] ifadesindeki üzere…

Yaşanan, sürdürülemez kapitalizmin devreye soktuğu bir çürüme. Ama bu kadar da değil! Artısı da, kapitalist iktidarın sorumlusu olduğu toplumsal anomi durumunu; evet giderek dozu artan şiddetin, devlet terörünün temel nedenlerinden birisi de bu! Fransızca ve İngilizce “anomie” (yani anomi) sözcüğünün, “kuralsızlık, yasasızlık” anlamına geldiğini bilmeyen var mı?

“Kuralsızlık, yasasızlık”, doğası gereği mafyayı besleyip, davet ederken, “Lümpenlik hayatın her alanında”[12] boy verirken; olup da bitemeyen bu değil mi?

Burada durup bir soru sorayım: Bir “şey”in değerini belirleyen ve değersizleştiren unsur nedir?

Ekonomi biliminin buna verdiği cevap açık: O “şey”i üretmek için gereken “emek-zaman”.

Ne derseniz deyin, emeğin değerinin düşmesi gibi, insanlar da değersizleş(tiril)iyor.

Hatırlayın: “İnsanların dünyasının değersizleşmesi, nesnelerin dünyasının değer kazanması ile orantılı olarak artar,” der Karl Marx.

Öyleyse, insanların “değer” kazanabilmesi için, nesnelerin dünyasının değersizleşmesi; “özel mülkiyet düzeni”nin ortadan kalkması zorunludur. Ve “özel mülkiyet düzeni”ne, yani sömürücü toplumlara karşı mücadele ettikçe, “insan” da sanattan siyasete adım adım gerçek “değer”ine ulaşacaktır.

Ancak bu kolay olmayacaktır. Hem de ‘Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI), “Dünyanın yeni riskler çağına girdiği”ne dikkat çektiği[13] sürdürülemez kapitalizm tablosunda…

* * * * *

Söz konusu tablonun önemli aktörlerinden birisi de, elbette mafya…

O hâlde “Mafya”nın ne olduğunu anlatarak ilerlersek; doğrudan veya dolaylı olarak mali veya diğer bir maddi çıkar elde etmek amacını taşıyan “organize olma” hâlidir o.

Erdal Atabek’in de işaret ettiği üzere, “Mafya yasa dışı yollarla iş gören, şiddet kullanarak istediğini yapan bir yapılanmadır. Mafya toplumlardaki güç odaklarını dikkate alır, onlarla uzlaşır, kendi alanını elinde tutar.

Şiddete dayalı yöntemlerle kendilerini gösterdiler, devlet güçleri ile, politikacılarla, yargıçlarla savcılarla bağlantılar kurdular. Polis örgütüyle uzlaşma yarattılar. İş çevreleri ile yapabileceklerini araştırdılar. Mafya, böylece uluslararası bir suç örgütü olarak yön değiştirdi ve büyük yasadışı alanları kontrol altına aldı. Uyuşturucu, silah ticareti, kumar alanı, fuhuş sektörü kontrol ettikleri alanlar oldu. Bu alanlarda çok büyük paralar kazandılar ve ülkelerin ciddi sorunları oldular. Hükümetler de yasa dışı işlerini ya bu gruplarla el altından işbirliği yaparak ya da kendisi böyle ekipler kurarak yürüttüler. CIA olsun, Mossad olsun, MI5 gibi KGB gibi devlet örgütleri olsun, bu yasa dışı yollara başvurmuşlardır…

Mafya, devlet gücünü bir ölçüde yanına almadan ayakta kalamaz. Bunun için de politikacılardan dostlar edinir. Yargıçlarla, savcılarla ilişkiler kurar. Avukatları olması kaçınılmazdır. Polis müdürleri, polis şefleri, kilit noktadaki görevliler hep ilişki hedefindedir. Basında ellerinin olmasını çok isterler. Bu ilişkiler elbet gizlidir ve çeşitli yöntemlere başvurularak, ödemeler yapılarak, şantaja başvurularak, gerekirse tehditlere başvurularak sağlanmaya çalışılır, sürdürülmeye çalışılır. Bu destekler olmadan mafya ayakta kalamaz ve çalışamaz. Sedat Peker’in[14] her ay 10 bin dolar verdiği, çanta çanta para gönderdiği politikacı iddiası hâlâ açıklanmamıştır.”[15]

Eklemeliyim: Mafya, sadece sokakta çakallık yapan, haraç kesen lümpenler değil; bunun daha da ötesidir. Yani devlet ile iç içe; ancak “devletten ayrı”(!) bir devletçiktir. Paranın olduğu her alandadır: Futboldan sanata, oradan da kapitalist sömürü/ talanın olduğu her yere!

Örneğin Sanem Altan’ın aktardığı gibi: “Sinan Engin’e sordum: ‘Neden futbol, mafya ve sanat dünyası bu kadar iç içe, nedir bu ayrı dünyaların ortak noktası?’ Bu soruya şaşırdı ama hiç duraksamadan cevap verdi, ceketini çıkartırken: ‘Onlar birer işadamı’…”[16]

Mafyanın bundan daha iyi bir tarifi olabilir mi?!

Evet, kapitalizm koşullarında mafya bir nevi tekeldir. Hemen her sektörde hâkimdir. Resmiyette işler daha farklı işliyormuş gibi sunulsa da, hâkim grubun bilgisi dışında kimsenin fazla şansı yoktur; şansını zorlayanların sonu ise malumdur!

Kapitalist hak(sızlık), hukuk(suzluk), adalet(letsizlik) tablosunun bir sonucu olarak mafya sadece sömürü ve şiddet dünyasına ait değildir. O aynı zamanda kültürel bir üründür. Tam da bunun için politik bir araç, ekonomik bir geçim kaynağı özelliği de taşırken; suç tekeli alanında -Susurluk, vd’leri gibi!- devletin hizmetindedir.

1970’li yıllar İtalya’sında henüz 17 yaşındayken amcası tarafından Cosa Nostra’ya alınan Leonardo Vitale mafyayı şöyle anlatır ifadesinde:

“Mafyanın sahte yasaları sahte idealleriyle birlikte geldi. Eğer ilerlemek istiyorsam, mafya üyesi olmalıydım. Bana bunu öğrettiler, ben de itaat ettim... Benim tek suçum... İnsanların mafya olduğu için saygı gördüğü bir toplumda yaşamak. Biz hiç aşağılanmadık...

Saygı gösterdiler, korudular, rüşvet verdiler, daha da kötüsü bizleri bütün kötü amaçları için kullandılar. Tanrıyı unutmuştuk... Eğer öldürmez ve çalmazsan, itibarını kaybedersin! Mafya kötülüktür; insanın bütün çıktığı yolları kapatan bir kötülük... Mafya üyelerinin seçme şansı yoktur. İnsan mafya doğmaz, sonradan olur...”

O hâlde mafya fenomeni, siyasal ve toplumsal bir olgu olma niteliğine sahipken; sistem ile doğrudan ilişkilidir ve kriz dönemlerinde öne çıkar!

Kolay mı? Mafyanın güç kazanması, yönetenlerin güçlü olduğu dönemlerin değil, yönetme ve birleştirme zorlukları yaşadıkları dönemlerin gerçekliğidir. Demek ki bir hegemonya krizinin ön belirtisi olarak da okunabilir.

Ekonomik birikim olanaklarının tıkandığı, krizin baş gösterdiği koşullarda, egemenler henüz paraya, ranta açılmamış ne varsa bunu paraya tahvil etmek isterken, mafya ile hemhâl olur.

Söz konusu süreç Karl Marx’ın “ilksel birikim”, Samir Amin’in “haraççı” dediği modeli andırırken; zorla el koymanın, çökmenin aracısı mafyadır.

Ancak mafya aynı zamanda, merkezi iktidara doğrudan rakip olmadan, devletin tamamlayamadığı işlevleri de yerine getirmeye başlayarak merkezi iktidar bloğunun bir parçası hâline gelir. Burada artık legal ile illegal arasındaki sınırlar bulanıklaşır. Devletin şiddet tekeli, mafyanın merkezi devletin krizini gidermek adına yapabildikleri oranında, belirli bir aşamaya kadar bu yapılarla paylaşılmaya başlanır. Bu da mafyanın devlet içinde yerel ya da merkezi çeşitli aygıtlarda temsil edilmesine, korunmasına, ayrıcalıklı pozisyon üstlenmesine kadar gidebilir. Nitekim Pino Arlacchi’nin de, ‘Mafya Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu’[17] başlıklı yapıtında söz konusu hâlin İtalya örneğini anlatır.

Bu kapsamda mafyanın sahnede öne çıkması, ekonomik birikim krizleriyle, bu krize bağlı olarak da haraççı/talancı ekonomi modeline geçiş sürecinin gereklilikleriyle de uyumludur. Mafyanın birikim stratejisinin de haraç ve ekonomi dışı zor/mülksüzleştirme üzerine kurulu olduğu düşünülürse, krize giren yönetimlerin tarzının belirli bir dereceye kadar mafyalaşmaya açık hâle geldiği görülebilir.[18]

Bu bağlamda “Mafyatik Suç” deyince; birden fazla kişiden oluşan, eylemlerinde süreklilik olan ve şiddete başvuran, para ve gücü hedefleyen, faaliyetlerinde toplumu göz ardı etmeyen, toplumun değerlerine vurgu yaparak topluma şirin görünmeye çalışan ve bu amaçla medyatik kişilerle ve sanatçılarla kameralar önünde birlikte görünmeyi hedefleyen, yine her türlü afette toplumun yardımına koşan bir kişi imaj vermeye çalışan, hem yasadışı faaliyetlerini daha kolay yürütmek, hem de legal görüntü çizmesine yardımcı olması maksadıyla siyasiler ve bürokratlarla ilişkilerinde son derece hassas olan bir suç grubu akla gelmektedir.

Devlet ile mafyanın bu denli iç içe ve beraber olması düşünülenden daha derin anlam(lar) taşır. Devlet şiddet tekeli kontrolünde tutan yapılanmayken; mafya da şiddet tekeli belli bölgelerde -devlet gibi- devreye sokar!

Örneğin mafya size koruma verir. Siz ona haraç verirsiniz, o da sizi korur. Devlete de para (vergi) verirsiniz, o da sizi korur! Ne kadar benzer değil mi?

Tekrar olsa da, özetin özeti: Kapitalizm, mafyasız yapamaz! Bu ekonomi-politik, ihtiyaç duyduğunda zora dayalı yeraltı dünyasını müttefik görür, işbirliği yapmaktan çekinmez. Her türlü adaletsizliğe göz yumulmasının sebebi, mafyanın yarattığı ranta, etkinliğe olan ihtiyaçtır.

Söz konusu hâl geç(me)mişte olduğu gibi, bugün de böyledir: Jean Ziegler’in, ‘Suçun Derebeyleri’nde yazdı üzere: “ABD Stratejik Hizmetler Bürosu (OSS/ ClA) İkinci Dünya Savaşı döneminde 1943’te Sicilya’ya çıkartma yapmak için mafya ile anlaştı. Mafya, çıkarma kuvvetlerini karşılayacak ve hedeflerine varmalarında rehberlik yapacaktır.

OSS, başta Lucky Luciano olmak üzere New York’taki Sicilya asıllı mafya babaları ile görüşür. Sonuçta Alman garnizonlarının tam yerini gösteren yerel mafya sayesinde büyük başarı elde ederler.

Savaştan sonra Sicilya’nın babası Calogero Vizzini, Amerikan komutana “onurlu insanları” belirten liste verir. Amerikan karargâhı listede adı geçen “mafioso”ları adanın çeşitli kent ve kasabalarına belediye başkanı olarak atar!

Ardından İtalya’da Sicilya mafyası şaşırtıcı dokunulmazlığa sahip olur. Komünizme şiddetle karşı olan babalar, İtalya’yı 1945’ten 1992’ye kadar yöneten Hıristiyan Demokrat yöneticiler tarafından el üstünde tutulur. Mafya (ve din kurumu), Soğuk Savaş boyunca müttefik olarak tanınır…”[19]

Nihayetinde İtalya’da devlet mafya olurken, mafya da devletleşir! Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra İtalya “Beyaz Eller” operasyonuyla bunun önüne geçmeye çalışsa da başarı kazanamaz.[20]

 Coğrafyamızdaki, günümüzde ekonomiden siyasete, toplumsal yaşamdan sanata, dört bir yanı sarıp sarmalayan “tekinsiz ve çürümüş” iklimi daha iyi anlayabilmek için, yakın geçmişi hatırlamakta fayda var: “Yeraltı dünyasına önce 12 Eylül sonrasında belli aralıklarla operasyon düzenlenmiş, sonrasında da hayali ihracat olayı patlayınca bu kez bu suçtan bazılarına cezaevi yolu görünmüştü. Rantın merkezi olan İstanbul’un rantını yiyen yeraltı dünyasının ünlü isimlerinin hemen hepsi hakkında davalar, soruşturmalar sürerken meydan boş kaldı. Bu arada adı daha önce Ülkücü gençlik örgütlenmelerinde geçen isimler birbiri ardınca haraç, çek-senet tahsilatı ve arazi mafyası olarak piyasaya çıktı. Çoğunluğu hapisten çıkmış bu ülkücü mafya babaları, eğitimsiz, silah kullanmaktan başka meziyeti olmayan isimlerden oluşuyordu. Ülkücü olmalarının dışında bir ortak özellikleri de Drej Ali dışında hepsinin Karadenizli olmasıydı. Bu yeni mafya üyelerinin en bilinenleri Alaattin Çakıcı, Drej Ali, Semih Tufan Gülaltay, Kürşat Yılmaz, Hadi Özcan, Enis Karaduman, Tevfik Ağansoy, İbrahim Cici, Ümit Ölmez ve Sedat Peker’di.

Darbe öncesinde pek çok öldürme, bombalama olaylarının faili olarak aranan Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Haluk Kırcı gibi isimler ise devletle yaptıkları anlaşma gereği önce ASALA sonra da PKK ile mücadele için kullanılacaktı. Ancak MİT adına önce Mehmet Eymür, sonra da Mehmet Ağar ve Korkut Eken tarafından kullanılan bu eski katiller, teröristlerle mücadelede ‘rutinin dışına çıkmak’la kalmayıp, soygun, haraç ve para sahiplerini öldürerek mallarına çökmek için de kullanılmıştı.

Çakıcı, 12 Eylül’den sonra tutuklandı. 1982’de serbest bırakılınca ülkücü arkadaşlarını etrafına topladı. Önce tefecilerin alacakları ile kumar borcu tahsilatını iş edindi. Sonra çek-senet tahsilatına girişti. İmzası, bacaktan tek kurşundu. Eğlenmesi de bir başkaydı. Gece kulüplerine 10-15 kişilik kalabalık bir güruh hâlinde gidiyorlardı. Çakıcı, istediği sanatçıyı sahneden indirtiyor; ‘Çırpınırdı Karadeniz’ adlı türküyü defalarca söyletiyordu. Hayali ihracatçı Turan Çevik’ten koruma görevi karşılığında haraç alıyordu. Kemal Horzum’dan da haraç aldığı, dava dosyalarına girmişti.

13 Eylül 1989’de İstanbul’u haraca boğan yeni yetme babalara bir operasyon düzenlendi. İstanbul’da zorla alacak tahsili, haraç isteme, pavyon kurşunlama, adam yaralama gibi işlere karıştıkları savıyla gözaltına alındı.

Artık Çakıcı adı sürekli gasp, yaralama, haraç, zorla tahsilat kavramlarıyla anılır olmuştu. Sürekli bir içeride bir dışarıdaydı. Bu arada Mehmet Ağar ve MİT Kaçakçılık ve İstihbarat Daire Başkanı Mehmet Eymür’le ilişkiye geçerek onlar adına çalışmaya başladı. Zeynep Özal’ın davulcu Asım Ekren’le aşk yaşaması nedeniyle Özal MİT’ten yardım istemiş, MİT de Asım Ekren’i bu evlilikten vazgeçirmek için kaçırma operasyonuna imza atmıştı. Mehmet Eymür’ün kaçırma operasyonu başarısızlıkla sonuçlanınca bu kez devreye Alaattin Çakıcı girmiş Asım Ekren’in dükkânına ateş açmıştı.

Civangate olayının da ta göbeğinde olan Çakıcı, Semra Özal’ın isteği üzerine Emlakbank eski Genel Müdürü Engin Civan’dan müteahhit Selim Edes’in ödediği rüşveti tahsil etmesi ricasında bulunmuştu. Civan’ı bacağından vurdurtan Çakıcı, mahkemede eşi Uğur Kılıç’ın olaya Semra Özal’ın ricası üzerine bulaştıklarını açıklayınca öfkelendi ve bu kez de eşi Uğur Çakıcı’yı öldürtüp yurtdışına kaçtı. Eymür, daha sonra Alattin Çakıcı’yı hem MİT’in hem de Emniyet’in kullandığını açıklamıştı. Eymür’ün yazdığı I. MİT raporunda Tarık Ümit gibi Çakıcı’nın da katkıları vardı.

Ayrıca 12 Eylül Darbesi öncesinde Ülkücü Gençler Derneği’nde yönetici olan Kürşat Yılmaz, İstanbul polis memuresi Tülay Çetin’le evlenmesiyle tekrar adını duyurdu. Yılmaz’ın adı ilk olarak ‘Banker Kastelli’ olarak bilinen Cevher Özden’i vurma olayında gündeme geldi. 17 Nisan 1999’da Türkiye’ye iade edilen ve Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi’ne konulan Yılmaz, 1999’da Kuşadası eski Belediye Başkanı Lütfi Suyolcu’nun öldürülmesinde azmettirici olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Kürşat Yılmaz, işadamı Korkmaz Yiğit, şarkıcılar İbrahim Tatlıses ve Alişan ile manken Tuğba Özay gibi ünlü isimlerle birlikte yağmacılık amacıyla çete kurmaktan da 66 yıl hapis cezası aldı.

Yılmaz’ın, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin kamu görevlilerinin yargılandığı davanın duruşmasında, tanıklığına başvuruldu. Yılmaz, ‘Hrant Dink’in resmini getirdiler, cinayetle ilgili ‘Bunu da öldür’ dediler.’ diye ifade verdi.

Drej Ali’ye gelirsek: Gerçek adı Ali Yasak’tı. Kürtçede uzun anlamına gelen Drej lakabı ile tanınmaktaydı. Ş. Urfa Ülkü Ocakları Yönetim Kurulu’nda olduğu 1978’de, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenci iken izinsiz gösteri yürüyüşüne katılmaktan tutuklandı. Aynı yıl içerisinde bir çatışmada silahla yaralandı. Abdullah Çatlı’yla 1979’dan beri tanışan yasak, 1988’de kardeşi hakkında çıkan bir haber nedeniyle adamlarına ‘Milliyet’ gazetesini bastırıp kurşunlattı. 1989’da mafya lideri İnci Baba’yı vurduktan sonra yeraltı dünyasında ismini duyurmaya başladı. İsmi Susurluk çetecileriyle anıldı. Susurluk kazası sonrasında olay yerine ilk giden kişinin Drej Ali olduğu, Veli Küçük’ün olay yerinde bulunan görevlileri arayarak Çatlı’nın cenazesinin teslim edilmesini istediği iddia edildi.

Drej Ali, Susurluk skandalının baş aktörlerini bir araya getiren kız kardeşinin düğünüyle de gündeme geldi. Bahçelievler Belediye Başkanı Saffet Bulut’un kıydığı nikâhta Sedat Bucak, hemşehrisi olan damadın nikâh tanıklığını üstlenirken, gelinin tanıklığını ise Altun aşireti lideri İmam Bakır Altun yaptı. Düğüne AKP’li Metin Külünk ile beraber birçok siyasi katıldı. Ocak 2000’deki törene DYP, MHP ve ANAP’lı siyasetçiler, polis müdürleri, bazı askerler ile Susurluk’un ünlü simaları Sedat Bucak, İbrahim Şahin, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir de katılmıştı. Sahnedeki isim ise İbrahim Tatlıses’ti.”[21]

* * * * *

Buraya kadar ki -uzun- ön açıklamalar ardından sanatta mafya bahsine dair şunların altını bir kez daha çizmekte yarar var!

“Çakıcı, istediği sanatçıyı sahneden indirtiyor; ‘Çırpınırdı Karadeniz’ adlı türküyü defalarca söyletiyordu...”

Ya da Susurluk skandalının baş aktörlerini (Sedat Bucak, İbrahim Şahin, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir) bir araya getiren düğünde sahnedeki isim İbrahim Tatlıses’ti…”

İşte burjuva “sanat(çı)” ile mafyanın iç içe geçmişliği!

Bu “Eğlence Sektörü”nün temellükü açısından Amerika’da da böyleydi; mafya sayesinde var olan Frank Sinatra örneğindeki üzere!

Bu arada Güvenç Dağüstün’ün önemli uyarısını da aktarmadan geçmeyeyim: “Kapitalizm ile evliliği yüz yılı aşkındır süren mafyanın ülkemizdeki etkisini belki de en rahat bugün, bu şeffaflıkta, adeta bir ‘reality show’ izler gibi izliyoruz.

Yirmi yılı aşkın süredir müzik yapan bir profesyonel müzisyen olarak tüm MESAM-Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği üyesi dostları bir kez daha bu köşeden uyarıyorum:

Yıllardır yaşamımızın her alanına nüfuz etmiş mafyanın, en temiz duyguların ifadesi olan ‘müziğin’ meslek birliklerine sızma çabalarına da defalarca tanık olduk…

Mafyadan kurtuluşun başlangıcı en dipten yukarıya doğru olacaktır. İşte bu aşamada da herkesin kendi meslek birliği içindeki mafyacı yapılaşmaları söküp atması elzemdir. Başka yolu yok.”[22]

Kapitalizm koşullarında bunun böyle olması şaşırtıcı değil, “doğal”dır!

Çünkü “Sonunda kültür endüstrisi, taklit olanı mutlak olanın yerine koyar.” “Günümüzde kültür her şeye benzerlik bulaştırır.” “Kendi huzursuz vicdanı bile yardım edemiyor kültür endüstrisine,” vurgusuyla meseleyi şöyle özetler Theodor W. Adorno:

“Sanat bir meta türüdür, yani tüketime uygun biçimde hazırlanmış, kayda alınmış, endüstri üretimine uyarlanmış, pazarlanabilir ve değiştirilebilir bir üründür.”[23]

Kapitalizm koşullarında “Eğlence Sektörü”nden kara para aklamak için yayınevi kurdurtan mafyanın yaptığı tam da budur, yani sanat(çıy)ı uyarlanmış, pazarlanabilir ve değiştirilebilir ürüne tahvil etmek…

Bunun böyle olmasında kapitalist “Kültür Endüstrisi” elbette etkin bir rol oynar!

Yaşamın her alanını kapsayan yegâne etkinlik olması yanında kuşatıp etkilemediği alan olmayan kültürün, egemenleri kontrolünde bir “dayatma”ya, “kontrol aygıtı”na dönüş(türül)üp, kitle iletişim araçlarıyla yığınları biçimlendiren standart bilgiyle, sanat faaliyetleri ile tek tip insanın oluşturulmasına hizmet ettiğini de unutmadan Theodor W. Adorno’nun, “Tekel döneminde kapitalizmin artık açık ekonomik saldırılarla değil üstyapısal (kültürel) saldırılarla kitleleri esir aldığını ve aslında faşizmin, sermayenin dolaylı yollarla ulaşmak istediği noktaya açık açık varmaya çalışılması olduğunu” belirttiği ‘Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken’deki satırlarına bırakmakta fayda var.

Eğer bunlar doğruysa, mafyasız bir kapitalist “Kültür Endüstrisi” tasavvur edilebilir mi? Elbette ‘Hayır’! Hem de “Kültür Endüstrisi”, “Sanatta Star Sistemi” ile egemen düşüncenin kast sistemini sanatta dayatırken!

Bilmem bilir misiniz? Kara para aklayan mafyaların, banka beslemesi kültürel ve edebi etkinliklerin biçimlendirilmesinde önemli misyonlar yüklendiği “Star Sistemi”, sanatı bir meta olarak gören, piyasasında pazarlayan mafyatik bir sistem özelliği taşır.

Söz konusu kasta gir(e)meyen, bu satışın, vazgeçişin dışındaki sanatçılar yok sayılıp görmezden gelinirken; hâkim ekonomik meta ilişkilerinin mengenelerinde yok edilir. Örneğin “Hapishane Edebiyatı” ya da “Yazını” gibi…

Öte yandansa egemenlerin kontrolündeki (banka!) yayıncılarının yarattığı bu sektör, kendisine Ahmet Altan ya da Orhan Pamuk vb’leri gibi “star”lar üretip, ardından da onlara uygun müşterilere pazarlar; Gabriel García Márquez’in, “Yazmayı sürdürmek isteyen ünlü bir yazar şöhrete karşı kendisini sürekli korumalıdır,” uyarısının aksine!

O “starlar”dan olmayı reddeden yazarın adını duyamamamızın sebebi, bu sistemin kendinden olmayana yasam hakkı vermemesidir. Kaldı ki kapitalist “Kültür Endüstri”nin tüm cephelerinde böyledir bu!

Coğrafyamızda bu gerçeği deşifre ederek formüle eden Cengiz Gündoğdu; “Sanatta Star Sistemi”nin sentetik ürünleri, sanatçıları meşhur edip, genel beğeniyi (ve bilinç düzeyini) belirleyip sürdürme süreçlerine, yani kültür programlamasına (devreye sokulan sürü psikolojisine!) dikkat çeker.

* * * * *

Sanatta mafya bahsine dair diyeceklerim bu kadar; elbette Anton Çehov’un, “Hiçbir şey istemeyen, hiçbir umudu olmayan ve hiçbir şeyden korkmayan kişi asla bir sanatçı olamaz,” uyarısıyla…

30 Temmuz 2022 14:41:32, İstanbul.

N O T L A R

[*] Kaos Çocuk Parkı Dergisi, Yıl:1, No:2, 2022…

[1] Charles Dickens, Büyük Umutlar, çev: Nihal Yeğinobalı, Cem Yay., 1990.

[2] Bkz: Sibel Özbudun-Temel Demirer, Kara Para Kirli Savaş (Türkiye’de Mafya ve Devlet), Özgür Üniversite Yay., 1996… Sibel Özbudun-Temel Demirer-Jean Claude Grimal-Guilemette de Vericourt, Mafya Narkoekonomi ve Susurluk/ Şemdinli, Ütopya Yay., 2006… Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Derin” Milliyetçiliğin Siyasal İktisadı, Ütopya Yay., 2006… Temel Demirer, “Mafya Cumhuriyeti”, Ülkede Gündem, 20 Ağustos 1998/ Özgür Politika, 21 Ağustos 1998/ İktibas Dergisi, Yıl:16, No:237, Eylül-1998… Temel Demirer, “Uyuşturucu Cumhuriyeti”, Ülkede Gündem, 27 Ağustos 1998/ Özgür Politika, 28 Ağustos 1998/ İktibas Dergisi, Yıl:16, No:238, Ekim-1998… Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Hayır, Evet’ten Önce Gelir”! Hukuk(suzluk) Yazıları, Ütopya Yay., 2008… Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Söylenecek Yalan Kalmadı” İnsan Hak(sızlık)ları, Ütopya Yay., 2008… Temel Demirer, Hak(sızlık), Hukuk(suzluk) mu? “Suçumuz İnsan Olmak”!, Kardelen Yay., 2009… Temel Demirer, Hrant’ın Katil(ler)i… Pêrî Yay., 2009… Temel Demirer, “Mafyasız Kapitalizm Ol(a)maz”, 9 Haziran 2021… https://gorus21.com/mafyasiz-kapitalizm-olamaz/

[3] Dario Betancourt-Maria Garcia, Arnd Schneider- Oscar Zarate, Herkes İçin Mafya, 2011.

[4] Mehmet Emin Kurnaz, “Timur Soykan: Devlet-Siyaset-Mafya Üçgeninde Zindaşti Skandalı: Türkiye Bugün 90’lardan Daha Kirli”, Birgün Pazar, Yıl:17, No:715, 22 Kasım 2020, s.8-9.

[5] Giovanni Ierardi, “Mafyanın Kök Salmışlığının Nedenleri”, Le Monde Diplomatique Türkiye, No:15, 5 Nisan 2021, s.6.

[6] Mine Söğüt, “Mafyayı Bilmek ve Mafyayı Anlamak”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2021, s.5.

[7] Henri Lefebvre, Diyalektik Materyalizm, çev: Barış Yıldırım, Kanat Kitap, 2006, s.18.

[8] Erdal Atabek, “Mafya...”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2020, s.4.

[9] Gürkan Hacır, “Rus Mafyası”, Korkusuz, 12 Haziran 2021, s.3.

[10] Uğur Kutay, “Sınıf ve Mafya”, Birgün, 10 Mayıs 2021, s.15; Uğur Kutay, “Sınıf ve Mafya (2)”, Birgün, 17 Mayıs 2021, s.14.

[11] Gizem Ertürk, “Can Temiz: Yaşadığımız Hayatlar Delilik”, Birgün, 21 Temmuz 2022, s.15.

[12] Derya Gümüş, “Lümpenleşmenin Dayanılmaz Ağırlığı”, Güney Dergisi, No: 101, Temmuz-Ağustos-Eylül 2022, s.8-11.

[13] “Barış İçin Yeni Riskler Çağı”, Birgün, 24 Mayıs 2022, s.10.

[14] “Günümüzün yerli mafyözleri ise kendileriyle devlet arasındaki güçlü bağı, toplumun bir kesiminin benimsediği egemen ideolojiye de yaslanarak, kurmuşlardı. Sedat Peker onca cürümün sahibidir ama ağzından ‘Turan birliği’, ‘Türk-İslâm sentezi’ lafları düşmüyor. Bir yere kadar onlara koruma sağlayan bir zırh bu da.” (Mustafa K. Erdemol, “Omerta Dedikleri Suskunluk Değildi Önceleri”, Cumhuriyet Pazar, 30 Mayıs 2021, s.4.)

[15] İpek Özbey, “Erdal Atabek: Toplum Sedat Peker’i Neden Merak Ediyor?”, Cumhuriyet Cumartesi, 26 Haziran 2021, s.5.

[16] Sanem Altan, “Artık Yenilmeyiz”, 24 Aralık 2001, http://arsiv.sabah.com.tr/2001/12/24/s16.html

[17] Pino Arlacchi, Mafya Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu, çev: Bahadır Sina Şener, İletişim Yay., 1991.

[18] Deniz Yıldırım, “Yönetme Krizlerinde Mafya”, Cumhuriyet, 19 Mayıs 2021, s.4.

[19] Jean Ziegler, Suçun Derebeyleri, çev: Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitap, 1999.

[20] “5 Haziran 2008 tarihinde, ‘Mafya birçok trafiği yönetiyor,’ diyen İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano; yine 28 Ekim 2014 tarihinde Roma’daki cumhurbaşkanlığı sarayına giden hâkimler, 89 yaşındaki Napolitano’nun ifadesini aldı ve savcılar, bombalı saldırıların damgasını vurduğu 1990’larda, devlet yetkililerini şiddete son verilmesi için mafyayla yasa dışı anlaşma yapmakla suçladı.” (Aytunç Erkin, “… ‘N’drangheta’dan Peker’e Uzanan Yol”, Sözcü, 12 Haziran 2021, s.14.)

[21] Miyase İlknur-Zehra Özdilek-Tuğba Özer, “Çakıcı, Yılmaz, Drej Ali...”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2021, s.14.

[22] Güvenç Dağüstün, “Mafya Süpürgesi!”, Birgün, 24 Mayıs 2021, s.2.

[23] Theodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi - Kültür Yönetimi, çev: Mustafa Tüzel-Nihat Ünler-Elçin Gen, İletişim Yay., 2013.