Sevgili okuyucular,


30 Mart yerel seçimlerine kısa bir süre kaldı, geri sayım başladı. 


Yerel seçimlere ilişkin söylemler hız kazanmaya başladı. Kısacası, seçim propoğandası, seçim vaatleri, adayların kendilerini tanıtımları, adayların ve mensup oldukları partilerin ideolojik, stratejik yapılanmaları, incilerini dökercesine yerlere saçılmaktadır.

Seçim yarışlarında yer alacak partilerin veya adaylarının, kendilerini ifade etmeleri, projelerini anlatmaları, hatta sahip oldukları ideolojik yaklaşımlarını ifade etmeleri makul karşılanabilir.

Ama korku cumhuriyetini andıran politik, ideolojik teorik argümanlar ileri sürmek, topluma ‘kırk satır mı yoksa kır katır mı’ dayatmasında bulunmak, demokrasi ile bağdaşmaz!

İktidar ve iktidar partisi kurmayları toplumu tehdit edercesine, ‘’bize oy vermeseniz, yatırımlar durur. Çözüm süreci sekteye uğrar Güneydoğu'da süren savaş devam eder. Başörtülü bacılarımız perişanlar.  Ülke ekonomisi felce uğrar. Din elden gider’’ ‘’imam hatipler kapanır’’ ‘’cemaat devleti ele geçirir’’ vb. söylemlerle devam edip gidiyor. Sormazlar mı? Burası, Türkiye Cumhuriyeti, ‘muz cumhuriyeti mi’? Yoksa korku Cumhuriyeti mi?


Muhalefet partileri ise, yerel seçimlerde, ‘’bize oy vermezseniz, Kürtler devlet kurar’’ ‘’Kürdistan oluşur’’ ‘’Komşumuz Suriye’nin batısında Rojava da bir Kürt oluşumu bağımsızlığını ilan etmiştir’’ 
Fazla demokratikleşirsek terör olur’’ ‘’Ülke bölünür’’ ‘’Devlet parçalanır. Milli bütünlüğümüz elden gider’’ ‘’Türklük yok olur’’  ‘’dilimiz yok olur’’ vb. kendileri iktidar koltuğuna oturmazsa, belediyelerde koltuk sahibi olmazlarsa, ‘dünyanın sonu’ gelecekmiş gibi algılar oluşturmak için çaba harcamaktadırlar. Yani, korku Cumhuriyeti algısı empoze edilmesi çabasıdır.


İnsanın sorması geliyor, komşumuz Suriye sınırları içinde, bölgenin en demokratik, katılımcı, toplumsal dayanağı olan, anti-militarist, Suriye'de savaş ortamına karşı barışı esas alan bir oluşum, neden Türkiye’yi bölsün. Ülkemizin ‘milli birliğine’ neden zarar versin. 
Neden, Kürtler olunca, ‘dünyanın sonu’ oluyor.


Neden Kürtler, kendi arzuları ve öz yönetimlerini oluşturarak, demokratik, laik, secular, çoğulcu bir yönetim modeliyle örnek olmasınlar? Yerkürede, bütün bunlara yasak veya olamazlar listesinde Kürtler mi yer almaktadır? 
Aynı kaygıları, bir başka, ‘sosyal demokrat’’ iddiasında ki partinin kurmayları da gündeme taşımaktadırlar.


Rojava da, özerk bir Cumhuriyetin oluşması, neden Türkiye için, ‘tehlike’ oluşturmaktaymış. 
‘’üniter yapı bozulur, Türkiye sınırları içinde de bu tür oluşumlar yeşerirmiş’’ Böylece, ‘ülke bölünürmüş’?  Kürtler, neden yaşanabilecek olumsuzlukların, günahların, ‘sorumlusu’ olarak algılanmaktadır. Kürtler bu toprakların sahipleri değiller mi, yoksa? Neden, bin yıldır bir arada yaşadığımız, Kürtlerle aynı topraklar üzerinde birlikte yine binlerce yıl yaşamak zor olsun.


Yine kendine ‘ulusalcı’ ‘Kemalist’  yakıştırmasında bulunanların algı yapısında, ‘bölünme’ par onayası, ‘laiklik’ elden gider öngörüsü önemli yer tutmaktadır. Sürekli olarak askeri darbe özlemlerini dillendiren bu kesim, ‘laik Cumhuriyeti’ korumanın, ordunun asli görevi olduğunu savunanları kapsamaktadır. Bunlar neyin peşindeler anlamak zor.


Bazen insanın sorması gerekiyor. Türkiye gerçekten, laik mi? Demokratik mi? Laik bir ülkede, demokratik bir ülkede, devletin kontrolünde din olur mu? Devlet dini yaratılır mı? Devlet, kendi vatandaşları arasında, din ve inanç ayırımı yapar mı? Eğer gerçekliği görmek istiyorsak, Kemalist iktidar tarihini iyi irdelememiz gerekir.


Mahkemeler, yargı, yüksek ve görkemli ‘adalet sarayları’  hukukun, üstünlüğünün sağlandığı, adaletin dengeli olara hak sahiplerine dağıtıldığı alanlar olmaktan çıkmış, toplumu sindirmenin bir alanı olmuşlardır. İnsanlar bu binalara girerken, kendilerini güvende hissetmedikle bir durum oluşmaktadır. 
Hukukun üstünlüğü, evrensel insani değerler, inanç özgürlüğü, gerçekten laik, seküler bir yaklaşım esas alınır.

 
Adalet, haklı ve haksızlık; yasaların sağladığı güvenli ortam, evrensel hukukun kazanımları gözetilerek anlam kazanır. 
Laiklik, sekülerizm, devletin denetiminde mezhep eksenli diyanet başkanlığı gibi bir kurumun dayatması ile tezat teşkil eder. Diyanet, ülkemiz ekseninde kendisi gibi düşünmeyenler için, gerçekten korku cumhuriyetidir.


Korku Cumhuriyeti, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde de işbaşındadır. 
Demokratik ülkelerde politik argümanlar, korku yaratılarak seçim sonuçları elde etmek için kurgulanamaz.Demokratik ülkelerde, laik ülkelerde seçimlerden sonuç almak için, projeler, topluma sunulacak hizmetler, refah ortamına yönelik argümanlara yer verilir.


Kısacası, korku cumhuriyeti yıkılmadıkça, toplumsal kesimler kendilerini güvende hissetmezler. İnsanlar kendilerini özgürce ifade etmek, inandıkları gibi yaşamak, kendilerini ifadede zorlanmadıkları dillerini kullandıkların da, güvende oldukların kabullenirler.


Özgürce yaşam, refah içinde yaşam, sağlıklı yaşam dileklerim daim olsun!


Bir sonraki yazımda buluşmak üzere,


05 Şubat 2014 


Aşağıdaki adreslerden yazılarımı takip edebilirsiniz.

Facebook: aliekberpektas

Twitter: @ApektasP