Ülkemizde 1909’da Hasan Bey’in öldürülmesi ile başlayan gazeteci suikastları, 2009 yılında Bandırma’da İsmail Cihan Hayırsevener’in öldürülmesine kadar sürdü. Tam 100 yıl süren bu suikastlar sonucunda toplam 70 civarında gazeteci görevi başında öldürüldü. Yani her bir buçuk yılda bir gazeteci öldürüldü. Öldürülen tüm bu gazetecilerin ortak özelliklerine bir baktığımızda hemen hepside dönemin iktidarını eleştirdiği için ya da iktidarın nimetlerinde nemalanan çıkar gruplarının çarklarına çomak soktukları için öldürülmüşler.
     
İlk gazeteci katliam 1909 yılında Hasan Fehmi Bey’e sıkılan kurşunla başlamıştır. Hasan Fehmi Bey, İttihat ve Terakki Cemiyetinin uyguladığı baskı rejimine çok sert eleştiriler getirmiş ve yazılarından dolayı iktidar partisinin büyük tepkisini çekmiştir. Aldığı tehditlerden sonra da eleştirilerine devam etmiştir. Bu eleştirilerinden dolayı İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından öldürtüldüğü ifade edilmiş ve cinayet aydınlatılamamıştır.
      
Kayıtlarda son gazeteci katliamı olarak geçen ve 2009 yılında öldürülen İsmail Cihan Hayırsevener ise,
Bandırma Belediyesi ihalelerine fesat karıştırılması iddialarıyla ilgili organize suçlar polisinin bazı yerel basın kuruluşunu da hedef aldığı gözaltı operasyonlarını kaleme alan Cihan Hayırsevener, 18 Aralık 2009 günü Bandırma’da yolda yürürken silahlı saldırıya uğradı. Aşırı kan kaybeden Hayırsevener kaldırıldığı hastanede 19 Aralık’ta yaşamını yitirdi.
        
 Aradan tam yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, her iki gazetecinin öldürülme nedenleri tıpkısına yakın benzerlik göstermektedir.
 Yani bu memlekette erk’e muhalefet yapan, çıkar gruplarını rahatsız eden gazeteciler için öldürülmek çok uzak bir ihtimal değildir.
 Hâlbuki gerçek gazetecinin biraz muhalif olması gerekmez mi?

  Gazetecinin görevi bilinmeyenleri yazmak, halkı haberdar etmek değil midir?
  Ama yaşadığın ülke Türkiye ise aklın yolu birdir dedirtmiyor insana.
 
 Yakın tarihin şahit olduğu, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Namık Tarancı, Çetin Emeç, Turan Dursun, Metin Göktepe, Hrant Dink ve daha ismini yazmakla bitiremeyeceğimiz nice gazeteciler.
  Bütün bu gazeteciler gerçek gazetecilik yaptıkları için öldürüldüler.
 
Hâlbuki geçmişte ve günümüzde gazeteciliğin ve insanlığın onurunu ayaklar altına atan, iktidar yalakası yağdanlık grubu gazeteciler ne kadar da güzel yaşayabiliyorlar bu memlekette.        Öldürülme korkusu olmadan.
 
Katları ile yatları ile yazın tatil cennetlerinde, kışın lüks villalarında, altlarında lüks arabaları, etraflarında korumaları ile ne de mutlu görüntüler veriyorlar değil mi?
 Bu ihtişamlı yaşantıya bakıp ta, bu adamlar ne kadar çok çalışıyorlar yanılgısına da düşmemek gerek. Çünkü öyle terleyecek kadar yoruldukları bir işleri de yok bunların.
 Bir telefon. Bugün şunu yazacaksın. İşte hepsi bu kadar.
 Bunlar gazeteci değil, gazeteci müsvetteleridir.
 
Hal böyle olunca da bunların öldürülmeleri için bir sebep de yoktur.
Tabii 2009’dan sonra gazetecilerin öldürülmeleri halk tarafından yoğun tepki almaya başlayınca iktidar sahipleri taktik değişikliği yapıp, gazetecileri öldürerek değil cezaevlerine tıkayarak susturmaya başladılar.
 
Cezaevine koydukları yüz’ü aşkın gazeteci sayısıyla en geri kalmış ülkeleri dahi geride bırakarak bu alanda bir rekora imza attılar.
 Demokrasi adına utanç veren bu durum karşısında, gazeteci müsvetteleri meslektaşlarını savunan yazılar yazmak yerine, yine görevlerini!
 Yaparak onlar hakkında nasihat dolu sözler sarf   etmeye akıllarını başlarına almaya davet eden yazılarla süslediler köşelerini.
 
 İşte böylesine demokrasi yoksunu bir memlekette, öldürülerek ya da cezaevlerine konularak susturulmaya çalışılan gerçek gazetecilerdir.
 
 Diğerlerini öldürmeye ya da cezaevlerine atmaya gerek yoktur.
 
 Bunun içindir ki her gazeteci öldürülmez!...