Cumhurbaşkanlığı adayları, seçime az kalan bir süre içinde belli oldu. AKP adına konuşan kimi sözcüler, AKP'nin adayının belli olduğunu söylemelerine rağmen, adayını en geç açıklayanda AKP oldu. AKP Genelbaşkanı ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan, adaylığını açıklamadan önce kendisinden sonra AKP'nin akibetinin ne olacağı çok önemli olduğu için, Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde AKP'nin devamı açısından olası sorunları değerlendirdi. Cumhurbaşkanı adaylığı öncesi bunların açıklık kazanması, muhtemel sorunların önüne geçmek anlamında, önlemler alınmasını kendi geleceği için gerekli kılıyordu. Nitekimde öyle oldu.

R.Tayyip, Cumhurbaşkanı Gül'ün ne yapacağı, AKP'nin başına geçip geçmeyeceğini netleştirmek istedi. A.Gül ya AKP'nin başına geçerek Başbakan olarak görevlendirilecek, ya da bir müddet siyasetin dışında kalarak AKP ile ilgili sorunlara müdahil olmamak şeklinde bir mutabakat sağlanacaktı.

Bu ve benzeri sorunlara, yapılan görüşmeler sonucu netlik kazandırıldığı için R.Tayyip Erdoğan adaylığını ilan etmiş oldu. R.Tayyip Erdoğan,Cumhurbaşkanı seçilirse, iki şeyi bir arada götürmeyi planlıyor. Bir yada Cumhurbaşkanlığı makamında yer alarak daha üstte bütün kurumları denetlemek, diğer yandan kurulacak hükümetin icraatına doğrudan müdahil olma gibi bir amacı güdüyor. Yani, bir taşla, iki kuş vurmak istiyor. Bu münkün mü? Evet münkün, 12 Eylül anayasasiıbazı sınırlamalar getirse de, olanaklarda tanıyor. Böyle olduğu için çok daha planlı, programlı bir çalışma yürütüyor.

Güç gösterisinde bulunan R.Tayyip Erdoğan, gücünü isabetli ve verimli kullanmaya çalışıyor. Muhalefetin ne yapacağına bakarak, enerjisini efektif kullanmak istiyor. Adaylığını açıklarken, hep bir adım önde olmayı amaçlıyor. Ve ona göre algı ve kamuoyu olusşurmak istiyor. Elindeki olanakları yeniden amacına dönük düzenliyor.Tipik bir burjuva siyasetçisi olarak tüm olasılıkları kendi lehine çevirmek için popülist ve pragmatik tercih ve söylemler ile Cumhurbaşkanlığı seçimini kendi için kotarmaya çalışıyor.Sürekli halktan yana olduğunu söylüyor,“yeni bir Türkiye yarattığını“ tekrarlıyor. Aslında,yeni olan bir Türkiye de yok ,halktan yana olan bir AKP ve R.Tayyip Erdoğan da sökonusu değil. Konjuktürel değişimi kendi hanesine yazmak için çok ustaca bir siyaset izlediğinin izlenimini vermeye çalışıyor.

R.Tayyip Erdoğan ve AKP, 12 yıl içinde yaptıkları ve icraatı ile kendisi için ön alamaya çalışıp, iktidarını sağlamlaştırmak, izlediği siyaseti ile demokratik muhalefetin önünü kesmek, üzerinde baskı kurmak şeklinde cereyan ediyor. Değişim denilen şey süphesiz ki, demokratik bir hat izlememiş, hep bir adım ileri, iki adım geri şeklinde olmuştur.

Öyle olduğu için, AKP için değişim diye ifede edilen şey,Türkiye halkları için tam bir baskı, zulüm ve terörden başka bir sey olmamıştır. Özelleştirmeler, talan ve yağmaya dönüşmüş,ve bu talanda en fazla nasiplenen de Tayyip‘ın yakın çevresi olmuştur. İşçiler ve yoksul emekçiler açlığa mahkum edilmiştir. En son örneği Soma da görüldü. İşçiler, maden ocaklarında, ortalama olarak ayda 300 -400 Euro civarında bir ücretle/maaş ile çalışmak zorunda bırakılmışlardır. Aktif çalışan nüfusun yarıya yakın bir oranda işçi, emekçi asgari ücretle çalışmak zorunda kalmıştır.

Bu kadar ağır bir sömürünün gerçekleştiği bir ülkede, değişimden bahsetmenin ne kadar gülünç olduğunu, ancak bu sömürüye maruz kalan emekçiler bilir. Diğeri ise tam bir yalandır. Yalanlarına her gün yeni bir yalan ekleyenler, sözünü ettikleri bu değişimde kendileri için ne kadar büyük bir mal, mülk ve servet elde ettikleri bir dönem olmuştur. Bu yüzden, ittifak içinde olan AKP ve Cemaat birbirlerine karşı savaş ilan etmiş, iktidar gücünü birbirlerine karşı gözü kara bir şekilde kullanmaktan çekinmemişlerdir. İktidar olmak, aynı zamanda devlet rantına kimin sahip olacağına ve kimin kontrol edeceğine karar vermektir. Kontrol AKP‘de olduğuna göre buna „musallat olan“ Cemaat şiddetle bastırılmıştır.

Yerel seçimlerde, Cemaatin gücü R.Tayyip için bir şey ifade etmediği kesinleşince,Tayyip‘ìn dili Cemaat‘a yönelik daha da sertleşti. Ve Cemaat`i teşhir etmek, hatta köşeye sıkıştırmak sanıldığından daha kolay oldu. CHP, MHP, Cemaat ve diğerleri AKP`ye karşı bir şey ifade etmediği için Tayyip esip gürlüyor. Zira, Kılıçdaroğlu‘nun söylediği gibi çatı adayı olarak gösterilen E. İhsanoğlu ne tarafsız ne de demokrat bir kişiliğe sahiptir. O, bir MHP‘lidir. E. İhsanoğlu‘nun adaylığı açıklanmadan önce, İhsanoğlu‘nun adaylığı beş ay önce elçiler vasıtasıyla Kılıçdaroğlu‘na iletilmiş olduğu, Kılıçdaroğlu bu ismi cebinde bir sır gibi saklayark, ziyaret ettiği demokratik kitle örgütlerine, meslek odalarına vs. E.İhsanoğlu‘nu kendisine göre tarif etmek şeklinde, E.İhsanoğlu‘nun ismini açıklamadan kamuoyu oluşturmak istemesidir.

Yanlış hesap Bağdat‘tan döner misali, yanlışlıklar zincirleme olarak birbirini takip etmiş ve tam bir yanlışlıklar komedisine dönüşmüştür. E. İhsanoğlu‘nun Cumhurbaşkanlığı için isminin açıklanmasının ardında ilk tepki ve itiraz CHP içinde yükseldi. Oysa, MHP, CHP tarafında E. İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesinden çok memnundu. CHP tarafında, Cumhurbaşkanlığı için MHP‘li birinin ortak aday gösterilmesi elbeteki MHP‘yi hem memnun edecek hemde sevindirecekti . Ama herkes bu işin içinde bir çapanoğlu olduğunu da görüyordu. E. İhsanoğlu adaylığı üzerinde şiddetli bir tartışma yürütülüyor olması E. İhsanoğlu‘nun adaylığı CHP ve MHP`ye ait olduğu kadar AKP`ye karşı yeni bir gücü ikame etmeye çalışan güçlerinde bir adayı olduğu anlaşılıyordu.

AKP`yi „ılımlı islam“ diye destekleyen ve kamuoyuna böyle tanıtan ABD ,AB vs. AKP´nin siyasal islamıyla karşılaşınca, E.İhsanoğlu'nun temsil ettiği modern islam ile R.Tayyip Erdoğan`ın önünü kesmek için önleyici bir proje olarak görmek gerekiyor. R.Tayyip Erdoğan`nin kendisine biçilen rolün dışına çıkıp,kendisini destekleyen güçlerin çıkarlarına ters düşen bir siyaset izleyince, R.Tayyip`i, E.İhsanoğlu ile dengelemek ve R.Tayyip Erdoğan`ı devre dışı bırakacak ve çok rahat işleyecek olan bu planın E.İhsanoğlu`nun adaylığı ile sonuç verecek bir formülüdür.Demirel`in etkisine girmiş olan CHP üzerinde, MHP de bu plana dahil etmek, aslında üzerinde özenle çalışlmış ikinci hamle olarak kabul edilmelidir.

Bu yüzden, E.İhsanoğlu‘nun söylemi her ne kadar CHP‘ye yakın olsada, aynı yakınlığı MHP için taşıdığı söylenemez. Bu durumun farkında olan ulusalcı kesim hem CHP'ye hem de E.İhsanoğlu‘na ateş püskürüyor. Demokrasi karşıtlığı şeklinde kümelenmiş olan bu kesim ne kadar milliyetçi, şoven bir söylem tuturmuş olursa olsun, kend içinde bir çok farklı grupları ihtiva ediyor.

Atatürkçüler, E.İhsanoğlu`nun adaylığını desteklerken, hayırhah bir tavırla olsa da, CHP ve MHP ittifakı içinde yer alacaklarını çoktan ilan ettiler bile. Amaç, devlet olunca, bunlar için her yol mubahtır. Emperyalizme karşı olma söylemi, basit bir demogijiden ibaret olduğu bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu.

CHP ve MHP, 12 Eylül anayasası üzerinde yeniden ayağa kalkmaya çalışırken, 12 Eylül düzenini ele geçirmek isteyen ulusalcılar dahan saldırgan ve tehditkar bir siyaset izliyorlar. Buna karşın, AKP gücünü her geçen gün yeniden temerkuz ederken, bir takım yeni ittifaklar ile bu süreci savuşturmaya çalışıyor. Bu nedenle, çözüm sürecine Cumhurbaşkanlığı seçim öncesi yasal bir çerçeve kazandırarak hem iç kamuoyuna hem de dış kamuoyuna karşı olumsuz imajını düzeltmek için elideki kartları masaya sürmek istiyor.

AKP başından beri ittifak halindeki müttefiklerle uyum içinde hareket ederken, Suriye krizinden bu yana hem ittifak güçler ile hemde müttefikleriyle arası bir hayli açıldı. Bu sırada AKP El Kaide uzantılarını destekledi, Süriye'yi tam bir iç savaşın eşiğine getirdi. Ve milyonlarla ifade edilen Süriyeli ülkesini terk etmeye zorlandı ve bu insanların terk ettiği yerleşim alanlarına cihadcı haydutlar yerleşti.

AKP bununla da sınırıi kalmadı, Irak da Maliki yönetinine karşı Saddamcı güçleri destekledi. Irak da IŞİD`in hızla ilerlemesi ve hiç bir dirençle karşılaşmaması, Irak Ordusunun elinde bulundurduğu silahlara mukavemetsiz elkoyması ve bu silahlarla Rojava`ya saldirması sırasında, çözüme yasal bir çerçeve kazandırılması, Kürt halki için hayra alamet bir şey olmadığını görünür kıldı. Bu saldırılar karşısında, Güney Kürt yönetiminin sessiz kalması, R.Tayyip Erdoğan ve AKP`nin IŞİD hakkında olumsuz hiçbir şey söylememesi dikkate değer bir yakaşım olarak görmek gerekiyor.

Çözüm sürecine yasallık kazandıran AKP, Rojava halk yönetimine karşı IŞİD‘ci çceteleri desteklemeye devam ederse, amaçlanılanın çözüm olmadığı, olsa olsa Rojava da oluşan halk yönetimini zayıflatmak, hatta yapabilirse rüşeym halinde olan bu halk yönetimini boğmak olarak görülmelidir. Rojava da geçen yıl gerçekleşen sıcak yaz devrimi, AKP'yi demokratik Kürt ulusal hareketi önderliği ile görüşmeye zorladı. Irak daki bölünme ve ayrışma ise sürece hız kazandırdı.

Yapılan görüşmeler yasal bir çerçeve kazandı. Dikkat edilirse AKP istediği için değil, zorlandığı ve eli mecbur olduğu için böylesi bir yola girmiş oldu. Irak, Maliki yönetimi ile İran’ın etki alanına girdi. Bu durum başta ABD olmak üzere müttefiklerini oldukça rahatsız etti. ABD ve müttefikleri IŞİD çetelerini dolaylı olarak desteklemekle, Maliki yönetimine gözdağı vermek, diğer yanda şiddet ve çatışma alanını genişleterek, Ortadoğu coğrafyaıiıi tam bir kaos ortamına ve içinden çıkılmaz bir iç savaşa sürüklüyor. Ve Irak’i fiilen bölmek ve parçalamak istiyor. Yıllardır sürüp giden bu şiddet sarmalı ve çatışma ortamı kultürel ve ahlaki değerleri de tahrip ediyor ve yozlaştırıyor.

Bu durumdan faydalanmak istiyen AKP, cari açığını kapatmak ve ham madde açığını daha düşük bir maliyet ile gidermek için her ne kadar “demokrasi vs.“ demiş olsa da, revaçda olan bu demode söylem Türkiye ve Kürdistan da karşılıksız kalıyor. Tüm bu olani biteni dikkate alarak, Halk muhalefetini birlikteliğini sağlayacak, ortak mücadeleyi geliştirecek ve bu mücadeleyi güçlü bir dayanışmaya dönüştürecek bir alternatifi, AKP ve CHP-MHP`nin izlediği siyasetin karşısına dikmek mümkündür. Ülkeyi bu işbirlikçi güçlerin at oynattığı bir alan olmaktan çıkarmanın, devrimci-demokratik muhalefetin alternafini dayatmanın zamanı geldiğini söylemek gerekiyor.

Bu sürecin ciddiyetine uygun bir davranış içinde hareket ederek, devrimci-demokratik güçlerin birliğinden yana tavır koyarak, HDP`nin cumhurbaşkanlığı için gösterdiği adayı, yani Selahattin Dmirtaş’ı desteklemek olmalıdır. Selahattin Demirtaş’ın adaylığı baskıya uğrayan, sömürülen ve ağır saldırı koşulları altında yaşam mücadelesi veren halk kesimlerinin demokratik hak taleplerinin gündemleştiği bir sırada, bu kesimlerin demokratik alternatifini yaratma fırsata dönüşebilir ve sürece müdahale etme sanşını daha da artirabilir.

Bu anlamda, Selahttin Demirtaş’ın adaylığını sahiplenme hem kitlelerin birlikteliğini sağlamak açısından, hem de bu birlikteliği demokratik bir alternatife dönüştürebilmek açısında yeni olanaklar yaratabilir. Bu durumu yeni olanak taçlandırmak, aynı zamanda devrimci-demokratik güçlerin süreci kavrayışına bağlıdır.