"CHP, kendisini içeride sermaye örgütlerine ispatlamak isterken, dışarıda ise AKP’nin izinde olduğunu ve bunun dışında hareket etmeyeceğini gösterme uğraşındaydı. Her seferinde Cumhuriyetin kurucu partisi olduğunu söyleyen CHP, Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri ile hesaplaşılırken kulağının üstüne yatmayı tercih etmiştir. (...)"

Siyasetin halkın sorunlarına çözüm üretmek için yapılması, düzen siyaseti için bir kural teşkil etmiyor. Ya da ilkesel hatlar üzerinden ilerlemesinin beklenmesi de hayal kırıklığı yaratması dışında bir sonuç vermeyecektir. Bu partilerin temsil ettikleri bir ideolojik hattın olduğu, en temelinde ise sermaye düzeninin çıkarı ve devamlılığı olduğunu söyleyebiliriz. Uluslararası siyasette ve iç siyasette konum alışları, yine krizlere müdahale yöntemleri halkın yönetilmesi, sermaye sınıfının ise yönetmesi şeklinde bir işleyiş siyasetidir.

Bugün gelinen noktada, sermaye devletlerinin emperyalist bloğun yeni bir paylaşım için giriştikleri savaşların ve stratejilerin bizi en yakından ilgilendireni Ortadoğu’daki gelişmeler oluyor. Türkiye’nin Suriye’deki işgale ve iç savaş sürecine direkt müdahil olması, ABD’nin rejim değişikliği hedefinin tutmaması, yerini uzunca sürecek çatışmalara bırakması, Esad rejiminin yıkılmayacağı öngörüleri yapılırken başka aktörlerin kendi gücünü ispat etmek için çabaladıklarını da gördük.

Savaşın neden olduğu en önemli sonuç zorunlu göç oldu. Göçmenler için Türkiye, Avrupa’ya bir geçiş kapısı olarak görülse de büyük bir çoğunluğu için kalıcı yerleşim alanı haline geldi. Almanya’nın sınırları göçmenlere kapatması ve sonrasında Türkiye’ye küçümsenmeyecek miktarlarda fon ayırması, yine göçmenlerin geçici sığınmacı statüsünde üretim sürecinin ucuz iş gücü haline gelmesi, AKP hükümeti için bu savaşa müdahil olmasında kazanım hanesine yazılacak önemli bir başlığı oluşturdu. Siyasal İslamcı AKP için bu sürecin normalliği ile ana muhalefet partisi olan CHP’nin bölgedeki emperyalist dizaynın, aynı zamanda Türkiye sermaye sınıfının emperyalist düşleri için hükümeti cesaretlendirmesine karşı daha fazla AKP’ye benzemek için içeride gericiliği cesaretlendirecek adımları, AB’ye tam üyelik, Türkiye’nin güvenliğini NATO’da aramak dışında farklı bir siyasi pozisyon içerisine girmediği görüldü.

CHP, kendisini içeride sermaye örgütlerine ispatlamak isterken, dışarıda ise AKP’nin izinde olduğunu ve bunun dışında hareket etmeyeceğini gösterme uğraşındaydı. Her seferinde Cumhuriyetin kurucu partisi olduğunu söyleyen CHP, Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri ile hesaplaşılırken kulağının üstüne yatmayı tercih etmiştir. AKP, yıkıcı bir misyon siyasetiyle yol alırken, özelleştirmelere karşı kamuculuktan yana net tavır takınmamıştır. Yine türban meselesinde 28 Şubat’a eleştirel bir tutumla türbanın halkın değeri olduğunu söyleyip kara çarşaflılara rozet takıp laikliğin ardından el sallamayı tercih etmiştir. Hükümete, belediyelerde nasıl taşeron firma çalıştırılır gösterircesine şirket yönetir gibi belediye yönetirken, halkçılık bir iki başlıkta göstermelik olarak kalıyordu. Türbanın, emekçi halkın yoksulluğunu örttüğünü, patronlar tarafından sömürülmesinin üstünü örttüğünü, bunlara karşı bir halk olduğunun farkına varıp örgütlü bir tepkiye girişmesine engel olmak için laiklikle hesaplaştıklarını görmediklerinden değil, görmek istemedikleri için kulaklarının üstüne yattıklarını söyleyebiliriz.

Cumhuriyet, AKP’nin 23 yıllık iktidarında birçok güç dengesiyle birlikte sermaye sınıfının da isteğiyle yıkıldı. Bu süreç hiç sorunsuz, engebesiz ilerlemedi elbette. Tarihin en önemli özelleştirmeleri bu dönemde yapıldı. Bugünün düşmanı, dünün iktidar ortağı Gülen cemaatinin kamudaki ve özel yerlerdeki örgütlülüğü, yargı, emniyet, medya ayağı, direkt orduyu hedef alan davalar ve tasfiyeler, yıkılış sürecinde önemli uğrak noktalarını oluşturdu. Cumhuriyetin teminatı olan ordu, artık eski bilinen Kemalist çizgide bir ordu değildi. Bu yaşananlara CHP, seçimler dışında bir alternatifi önermezken halk, Haziran Direnişi’nde başka bir türlü mücadelenin yolunu açmıştır. Milyonların sokaktaki direnişi, aydınların bu direnişe desteği, Erdoğan’ın dört gün Türkiye’ye girememesi, siyasetin seçimlerden ibaret olmadığını gösteriyordu. O dönemin düzen muhalefeti yine çekingen, halkın gerisinde kalan bir tutum takınmış, halk hareketi kendiliğinden sönümlenmiştir.

Ülkenin en ilerici halk hareketinin ardından CHP ve MHP, halkın karşısına AKP’den kurtulmak için siyasi İslamcıların abisi Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çıkarmış, Türkiye’nin siyasi İslamcılıktan başka şansının olmadığını halka kabul ettirmek istemişlerdir. Yarıştan deneyimli olan siyasi İslamcı Erdoğan başarıyla çıkmış, aslı varken sahtesi tercih edilmemişti. Yine 2016 yılında, iktidar içerisindeki kavgadan ortaya çıkan hizibin parçası olan Gülen cemaatinin giriştiği darbeden sonra “Yenikapı ruhu” adı altında AKP’nin karşısında sıraya girenler arasında CHP de vardı. Gülen cemaatinin güçlenmesinde ya da iktidar ortaklığında sorumluluğu yokmuş gibi, AKP kendi mağduriyetini yaratıp kendi dışında düzen siyasetinde bir alternatifin olmadığını hem içeride hem dışarıda anlattı.

2018 yılında başlayan ekonomik krizin derinleşmesi, halkın hızla yoksullaşması, CHP’yi 2019 yerel seçimlerinde büyük şehirlerin kazanılmasını sağlasa da ardından pandemi sürecinde hükümetin bu süreci yönetememesi, 2023 yılının başında birçok ili enkaz altında bırakan depremde ilk on gün neredeyse devletin olmaması, yine bir yönetememe hali ve sonrasındaki genel seçimler ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı'nın ve adayının başarısızlığı, sermaye sınıfı ve emperyalist ülkeler için bile fazla bir genişlemeye yol açacak durumun ortaya çıkmasına neden oldu. CHP’de patlak veren değişim talebi Ekrem İmamoğlu’nun öncülüğünde gerçekleşirken, kurultayda siyaset ve ilkeler değil kişilerin değişimi konuşuldu ve kişisel değişimler yaşandı.

Son yerel seçimlerde ise CHP birinci parti olurken herkesin merakı, sonuçları Erdoğan’ın tanıyıp tanımayacağıydı. Özel’in genel başkanlığında gerçekleşen bu sonuçlar kabul edilirken, ardından gündemimize giren normalleşmenin anlamının, merkezi iktidar olan AKP ile yerel yönetimlerde iktidar olan CHP’nin koalisyonu olduğunu gördük. İlk başlarda sorunsuz ilerleyen bu sürecin kendi içerisinde sorunları olduğu, CHP belediyelerine atanan kayyumların ardından İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına soyunması sonrasında ise 19 Mart’ta İmamoğlu başta olmak üzere birçok ismin gözaltına alınmasıyla normalleşme sürecinin sonu gelmiş oldu. Bu gözaltıların gerekçeleri yolsuzluk ve suç örgütü kurulması olarak açıklansa da, aslında bu yapılanın halkın oy hakkına saldırı olduğu ve siyasi yanının ağır bastığı sonraki günlerde anlaşıldı. Halkın bu yapılanlara karşı, özellikle üniversite gençliğinin tepkisi sokaklarda ve kitlesel bir şekilde oldu. CHP bu kez halkın gerisinde kalmayı değil de bu tepkiyi kontrollü bir şekilde kullanmayı tercih etti.

Ancak CHP, yine siyaseti kişiye ve sandığa indirgemeyi başarıp stratejisini bu yönde belirledi. Kılıçdaroğlu’nun yerine Özel’in genel başkan seçildiği kurultaya açılan iptal davasında yine isimler tartışılıyor. CHP içerisinde kaç tane hizibin olduğunu içeridekiler de sayamayacaktır. Kitle partilerinde hiziplere belirli çerçevede kaldıkları sürece anlayış ve hoşgörü gösterilir. CHP’nin emperyalizm başlığında, laiklik konusunda, emek gündeminde ne söylediği değil, yine mahkeme sonucunda oluşacak durumda kişilerin ne yapacağı ya da yapmayacağı tartışılıyor. Siyasette gitgide partiler anlamını yitirirken, kişilerin daha fazla ön planda olduğu bir siyasi kulvar genişliyor. Erdoğan’ın sermaye sınıfından ve emperyalist ilişkilerinden bağımsız bir şekilde değerlendirilmesi, ondan kurtuluşu da yine onun kadar karizmatik, aynı zamanda hatiplik gücü yüksek biriyle alt etmek üzerine kurulu bir siyaseti dayatıyor. Seçimlerin siyasetteki yeri evet, ancak sadece seçimlere indirgendiğinde halkın pasifize olmasına neden olduğu, örgütlü bir mücadele hattı oluşturulmadığı takdirde de seçimlerin ilericiler, devrimciler açısından olumlu sonuçlanmadığı tarihteki yaşanan deneyimlerle ispatlanmıştır.

CHP’nin neredeyse bütün sol özneleri etrafında tutması, solu üretimsiz ve hareketsiz bırakırken, sol siyasetleri de ilkesizliğe zorluyor. İktidar olmak yerine CHP desteğiyle birkaç belde belediyesi ya da birkaç milletvekilliğine rıza gösteriliyor. Siyasetin halkın sorunlarını çözmek ve iktidar olmak için yapıldığını, liderleri tarihsel süreçlerin ortaya çıkaracağını unutmadan, ilkeler temelinde emperyalizme karşı bağımsızlık, gericiliğe karşı aydınlanmacılık, sermayenin her türlüsünün reddi ve emekçi iktidarı için siyasette solun var olması gerektiğini hatırlatmak gerekiyor.

Bu ilkelerin hiçbirisinin de CHP’de olmadığının altını ne kadar kalın çizelim bilemiyorum.