Dönemin Batı Almanya’sında barış hareketinin NATO’nun nükleer füze yerleştirme kararına karşı örgütlediği kitlesel eylemler ve Yeşiller partisinin kuruluşu neredeyse aynı günlere rast geliyordu. İlk programlarında NATO’ya, silahlanmaya, nükleer füzelere karşı çıkan, silah sanayiinin barışçıl üretime dönüştürülmesini ve tüm Avrupa’nın silahlar ve ordulardan arındırılmış bölge hâline gelmesini savunan Yeşiller, barış hareketinin desteğiyle ilk kez 1983’te Federal Parlamento’ya seçilebilmişlerdi. Ancak burjuva basını tarafından “pasifizm yuvası” olarak nitelendirilen partinin barışseverliği sadece yedi yıl sürdü: karşı devrime dek. 1999’da ise Alman ordusunun ilk kez 1945 sonrasında savaşa katılmasını sağlayan temel güç Yeşiller partisi oldu.

Partinin kurulduğu günlerde anti-sovyetik sol Yeşillerin “yeni sosyal hareketlerin partisi” olarak geleceği kuracağını iddia ederken, Alman komünistleri bunun bir yanılsama olduğunu ve liberal-burjuva solu olan Yeşillerin kısa zamanda sisteme eklemleneceklerini tespit ediyorlardı. Nitekim haklı çıktılar. Yeşiller egemen sisteme eklemlenmenin ötesinde ekonomik ve jeostratejik çıkarları kollamak için başlatılan emperyalist müdahale savaşlarını “insan hakları ve demokrasi için mücadele” olarak savunan demagojinin kurucu öğesi oldular. Dahası, aynı Yugoslavya savaşında olduğu gibi, NATO müdahalelerini “antifaşizm” olarak satan, antifaşizm ile antimilitarizmi birbirlerine karşıtmış gibi gösteren ve Auschwitz’i araçsallaştıran ideoloji ile militarizme, yayılmacılığa ve emperyalist savaşlara toplumsal rıza üretilmesine katkı sunan bir formasyon hâline geldiler.

Örneğin önceleri barış aktivisti olarak tanınan Angelika Beer 2001’de Afganistan’ın bombalanmasını, hatta ordu birliklerinin gönderilmesini savunurken, 24 Kasım 2001’de Rostock’da gerçekleştirilen Yeşiller kurultayı Schröder-Fischer hükümetinin Afganistan’a asker gönderme kararını onaylıyordu. Yeşiller 2005-2021 yılları arasında muhalefet olarak da militarizmin ısrarlı savunucuları oldular. 2011’de Cem Özdemir hükümeti “Libya’ya müdahale etmemekle” suçlar ve daha sonraları asker üniformasıyla basına poz verirken, 2013’te eski Maocu Jürgen Trittin Merkel hükümetini Mali’deki askeri operasyona katılmaya, daha sonra da meclis grubu eş başkanı Katrin Göring-Eckhardt hükümeti Suriye’ye asker göndermeye davet ediyorlardı.

Yeşillere yakın ve nükleer silah karşıtı yazar Heinrich Böll’ün ismini kirleten vakıf ise, daha 2014’te Ukrayna’nın hükümranlığının “ancak nükleer şemsiye ve kitlesel imha silahlarıyla korunabileceğini” savunuyor, Almanya’nın “AB ve NATO çeperinde öncü göreve hazır olmasıyla ABD’nin yükünün azaltılabileceğini” iddia ediyordu. Transatlantikçi olduğunu gizlemeyen Yeşil vakıf “Almanya’da nükleer füzelerin konuşlandırılmaya devamının ve Almanya’nın nükleer katılımının demokratik değerleri korumanın yolu olduğunu” hâlen resmî belgelerinde yazabiliyor.

Bugünkü Dışişleri Bakanı Baerbock daha 2021 Mayıs’ında Atlantik Konseyi’nin “AB-ABD Gelecek Forumunda” yaptığı bir konuşmada, sadece büyük babasının Wehrmacht subayı olarak “Ruslara karşı nasıl savaştığına” dair anekdotlar anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda “salt Fischer’in değil, dedelerimizin de sırtı üzerinde duruyoruz” diyerek, “liberal demokrasilerin askeri araçlarla insan hakları için mücadele etmeleri gerektiğini” savunuyordu. O zamanki eş başkan Habeck ise aynı tarihlerde Ukrayna’da faşist Azov taburunu ziyaret ediyor ve kafasında çelik miğferle kameralara “Ukrayna’ya savunma silahları vermeliyiz” diyordu.

Yeşiller şimdi hükümet ortağı olarak Alman tekelci burjuvazisinin en saldırgan fraksiyonlarının siyasi temsilciliğini üstlenmiş durumdalar. Aynı zamanda “barış partisi” demagojisiyle ortaklarını ABD emperyalizminin yanında savaşlara zorlayarak zehir saçıyorlar. Yeşil, renk olarak doğayı ve üretkenliği temsil eder. Ama yeşili zehirli bakır-arsenit asitinden de elde etmek olanaklıdır. Alman siyasetinin Yeşili ise, arseniği dahi gölgede bırakacak bir nükleer zehri sembolize etmektedir artık. Savaşın, militarizmin ve emperyalist yayılmacılığın sembolü olarak…