Merkel dönemi Almanya’sının dış politikada, bilhassa Hint-Pasifik-Bölgesine yönelik yaklaşımlarında dengeleri koruma, aynı zamanda ABD’nin Pasifik siyasetine ters düşmeme tavrı hakimdi denilebilir. Şimdi, henüz yeni hükümet kurulmak üzereyken sermaye kesimleri ve burjuva medyasında yürütülen tartışmalar, bu tavrın terk edilmekte olduğuna işaret ediyor. Dahası Merkel’in yarattığı “vakumun doldurulması gerektiğinden” bahsediliyor.

Aslına bakılırsa bu değişim beklenmekteydi. Transatlantikçilerin karar mekanizmalarına hâkim oldukları bir ortamda Almanya’nın Pasifik politikalarının eskisi gibi “ticaretle dönüşüm” stratejisi temelinde şekillendirilmesi pek olası değil. Zaten son iki yıl içerisinde giderek belirginleşen tartışmalarda öne çıkan Merkel eleştirisi “Hint-Pasifik-Konseptleri geciktirildi” olmuştu. O nedenle Almanya’nın Pasifik politikalarının önümüzdeki dönem daha da militarize edileceğini şimdiden öngörebiliriz.

Alman devleti Hint-Pasifik-Bölgesinin dünyanın “stratejik açıdan en önemli bölgesi” olduğunu ve “geleceğin uluslararası düzeninin şekillendirilmesinin bu bölgede yön alacağını” tespit ederek, “kurala dayalı uluslararası düzenin korunabilmesi için” Almanya’nın Pasifik politikalarını “bölgede sorumluluk üstlenerek uygulaması gerekliliğini” kamuoyu görüşü hâline getirmeye çalışıyor. Medyada öne çıkan “uzmanlar” sürekli olarak, “diktatörlüklere karşı insan haklarını korumak ve en önemli müttefikimiz ABD ile dayanışmayı sağlamak için, Almanya sorumluluk üstlenmelidir” tezini işliyorlar.

Hint-Pasifik-Bölgesine, ama özellikle Güney Çin Denizi’nin coğrafi konumlarına baktığımızda, Alman devletinin burasını neden “stratejik açıdan en önemli bölge” ilân ettiğini anlayabiliriz. Bir kere bölge küresel tedarik zincirleri açısından yaşamsal öneme sahip. Olası en ufak aksamanın Avrupa’daki üretimi durdurma potansiyeli var. Örneğin Çin’in konteyner limanlarındaki yüklemenin yavaşlaması, yarı iletken darboğazı yaratarak Alman otomotiv sektöründe üretimin kesintiye uğramasına neden oldu. Yani bölge, sadece bölge ülkelerinde değil, dünya çapında milyarlarca insanın gündelik yaşamını etkileyebilir. Bununla birlikte yüksek teknoloji ürünleri için gerekli olan nadir topraklar, enerji, cevher ve kömür nakliyatı, balıkçılık hakları, deniz altı hammaddelerinin çıkartılması ve uluslararası kurumlardaki çoğunluklar, Çin ve Hint-Pasifik-Bölgesinin öneminin altını çizen faktörlerdir.

ABD emperyalizmi on yıl önce, yani Obama yönetimi döneminde açıkladığı “Pasifik Stratejisiyle” ağırlığını bu bölgeye kaydıracağını ve dünyanın diğer coğrafyalarından ordularını çekerek, görevi müttefiklerine devredeceğini ilân etmişti. Şimdi ise Anglosakson askeri ittifak AUKUS’u oluşturarak, Avrupalı müttefiklerine bundan sonraki adımlarını dikte ettirecek. O açıdan, emperyalist mantıkta kalırsak eğer, Almanya ve Avrupa sahiden de geç kaldılar. Alman emperyalizmi bu geç kalışı kompanse etmek için yayılmacılığı ve militarizmi dış politikanın ana unsurları hâline getirecek. Nitekim Yeşiller ve FDP’nin ortak olacağı bir hükümet bunun için biçilmiş kaftandır.