Geçenler de 40 yıllık abi- kardeş gibi olduğum bir dostumla, her zamanki gibi Türkiye'de ki durum üzerine konuştuk, sohbet ettik, kızdık, güldük.

Neye kızdık, neye güldük? konuları çok da çeşitli değildi aslında. Siyaset'in dışında ki konulara zaman kalmıyordu çünkü. Varsa yoksa, memleket ve ülkedeki siyasi- ekonomik durum. Siyaset'in konuşulmadığı veya siyaset'in girmediği bir ev var mı Türkiyeliler de?  Bence yok. Bizde bundan nasibini alanlardanız işte! Neyse, sohbetimiz sırasında laf yine döndü, dolaştı Sağcılar ile Solcular arasındaki farklılıklara geldi.

Yahya abim, "Kamarat, devrimciler ile milliyetçiler arasında ki farklılıkları yazsana. " diye bir istemde bulundu. "Olur abi." dedim. Ama neresinden, nasıl başlamam gerektiğini bilmeden "olur." demiştim. Devrimciler ve Milliyetçiler. Ve aralarında ki farklar...?  Başlı başına tarihsel kökleri uzun ve derin olan akademik bir konu. Bunun üzerine, öyle alıntısı bol kaynakları göstererek tarihsel ve toplumsal köklerine inecek durumda değilim. Hem ezberimde güçlü değil. Ama kafamda az çok okuduğum, ve Marksizm'den öğrendiğim kadarıyla sınıflar arası mücadele'nin tarihi var. Kapital var. Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm var. En önemlisi sömürgeciliğe baş kaldıran devrimci hareketler'in tarihinden kesitler var. Kime karşı, kim'in yanında ne için mücadele ettiğini bildiğim devrimciler var. Bir de bunun karşısında duran milliyetçiler. Kaldı ki, kendi ömrüm boyunca milliyetçileri de çok yakından tanıdım, devrimcileri de. Milliyetçileri çok yakından tanıdım, çünkü içinden geldiğim aile ve akrabalarım ağırlıklı olarak dindar sağcı-milliyetçi insanlardı.

Doğup büyüdüğüm kent olan Tokat sağcılığın, tutuculuğun kalelerindendi. Çocukluk evresinde, işte böyle bir çevre'nin anlatı ve öğretileri ile büyüdüm. Çocuk yaşta oruçta tuttum, Ramazan teravih namazlarına da gittim. Hatta Kuran kursuna bile gittim. Ama bu üç gün sürdü. Üçüncü gün, elindeki deynekle çocukları hizaya getirmek isteyen hocaya küfür ederek kaçtım. Anlayacağınız çocukluğum, "Bir Türk'ün dünya ya bedel olduğuna, ve Muhammed'in  Allah'ın yeryüzündeki elçisi olarak tek doğru din islam'ın peygamberi olduğuna inandırılmış bir evre olarak geçti. Öyle de olmak zorundaydı. Çünkü, çocuk olarak tercih edebileceğim başka bir çevrem de yoktu. Böyle bir çevre'nin hayata dair bakış açısını, yaşam tarzlarını, gelenek ve göreneklerini  daha yakından bire bir yaşamam, aslında benim için bir kazanım olmuştu.  Bu kazanım, sünni Türk milliyetçiliği'nin nerden nasıl beslendiğini, kendi dışındaki mezheplere, dinlere, ve halklara bakış açısını bilmem de bana yardımcı olan bir kazanımdı. Anlayacağınız Sağ'ı, sağcıların içinden gelerek yeterince tanıyor ve biliyorum.  Bunların başında gelen gözlemim, önyargılarla örülmüş duvarları aşamayan hiç bir sünni'nin bir aleviyi, ve hiç bir alevi'nin de bir sünniyi tanıma ve anlama şansı yoktur gerçeği idi. 

Ön yargı duvarları'nın gerisinde kalan herkes aynı kalır, değişmez ve gelişmezler. Örneğin sünniliğini, aleviliğilini, Türklüğünü, Kürtlüğünü vb. aşamayan hiç kimse sosyalist devrimci olamaz. Ne olur peki ? Tüm sünnileri faşist sanan alevi, tüm alevileri Komünist sanan Sünni olur mesela. Bunun örneklerini çok yaşadım ve gördüm. Hala da bunun örnekleri var. Toplumda var olan, ve bir daire gibi çevrelenmiş farklı önyargılı duvarlar, hayat'ın dayattığı zorunlu insanı ilişkiler trafiğinde delik deşik olabiliyor. Ve her çevreden birbiri ile karşılaşan insanlar, duydukları'nın tersini keşfeden gerçeklerle yüzleşiyor. Doğruluğun, dürüstlüğün, ahlak'ın, vicdan'ın, ve insanlığın ortaklaşan adalet duygusu'nun aslında hiç bir çevre'nin tekelinde olmadığı anlaşılıyor. Kısacası her yerde iyiler ve kötüler var. Ama bu, ideoljik ve siyasi bir alanda genelleşen bir eğilime de dönüşebiliyor. Bir İslamcı veya faşist hareket'in etki alanına giren binlerce, hatta milyonlarca insan, kendi dışındaki inanç ve düşüncesinde olan muhalif insanları düşman ilan edip, imha etmeyi doğru bulabiliyor. Diğer taraftan bunun, Sol maskeli olanları da var. Pol Pot bunun en bilineni.  Tarikatlaşmış sağcı örgütler kadar tarikatlaşmış Sol örgütlere de tanık olduk. Herhalde herşey' in karşıtlığın da eşit bir oran oluş, diyalektik bir olay.  Lafı fazla uzatmadan, Fransız devrimi sonrasında tarih sahnesine çıkmış milliyetçiliğin, ve milliyetçilikten evrilen ırkçılığın ideolojik köklerine giden uzun bir anlatıma gerek duymadan, milliyetçilikle devrimcilik arasında bir kıyaslama yapmak istiyorum.

Benim gördüğüm ırkçılık ile devrimcilik arasında ki farklılıkları sıralayacak olursak;

1-Milliyetçilik, sadece bağlı bulunduğu aynı dil, din, kültüre sahip bir halk grubunu sever, ve onun diğer halklar dan üstün bir ırk olduğuna inanır.

Devrimcilik, kendi halkını ve ülkesini sevdiği kadar, diğer halkları ve ülkeleri de sever, onlara eşit bir gözle bakar. Üstün ırk savsatasına inanmaz, çünkü bunun bilimsel temelleri' nin olmadığını bilir. 

2-Milliyetçilik, MHP örneğin de olduğu gibi, sıkça " vatanseverlik " taslar, ama sıkca ülke içerisinde sermaye sınıfı'nın, ülke dışında emperyalizm'in işbirlikçiliğini yapar. Onların devletine yedek silahşör olur. Anti- Emperyalist, anti- sömürgeci olan Devrimci milliyetçi olanlarını MHP gibi olanların dan ayırmak gerekiyor. Simon Bolivar, Jose Marti, Mustafa Kemal, Ömer Muhtar, Tupac Amaru gibi olan devrimci milliyetçiler gerçek yurtsever milliyetçilerdir. MHP gibi sermaye'nin ve emperyalizm'in tetikçileri değildir.

Devrimciler de yurtseverdir. Ama devrimciler'in yurtseverliği, yaşadıkları coğrafyada ki tüm halkları kapsar. Din, dil, kültür ayırımı yapmaz. Tüm ezilenlerin sesi, dili, silahı olur.

3-Milliyetçilik, sürekli düşman üretir. Düşman korkusunu aşmak içinde sürekli güç gösterisinde bulunur. Ve düşmansız yaşayamaz.

Devrimcilik ise, düşmanlık yerine Halklar'in kardeşliğinde ısrar eder, barışı savunur.

Milliyetçilik, din'i sürekli kullanır.

Devrimcilik, din'i kullanmaz. Aksine insanlar'ın özel tercihleri olarak görür, ve buna saygı duyar. Aynı zamanda din' in kitleleri uyutan yanlarını da açıklar.

4-Milliyetçilik, var olan sömürü düzenine hiç bir yerde karşı çıkmaz. Bu düzeni koruyan devlete sahip çıkar. Ve bu yüzden de devletin yedek gücü olarak, devlet tarafından beslenir, aylık alır, makam, mevki sahibi olur.

Devrimcilik,  var olan sömürü düzenine her yerde karşı çıkar, onu koruyan devlet'in yıkılıp, yerine Halk'ın devleti kurulunca ya kadar mücade eder. Bunun için aylık almaz, makam, mevki sahibi olmaz, ezilenler için karşılık beklemeden gerektiğinde ölür.

5-Milliyetçilik, ölmeyi ve öldürmeyi cennete gideceğim diye şehitlik olarak göze alır. Yani cennet çıkarı için bunu yapar.

Devrimcilik, din'e ve cennete inanmaz. Dolayısıyla cennet çıkarı için savaşmaz, ezilenler için karşılık beklemeden canını ortaya koyar.

6-Milliyetçilik, özgürlük ve eşitlik istemez. Diktatörlük ister.

Devrimciler, özgürlük ve eşitlik ister, diktatörlüğe karşı demokrasiyi savunur.

7-Milliyetçilik, yabancı sermayeye kapılarını açarken, yabancı ilan ettiği tüm farklı kültürlere kapılarını kapatır.

Devrimcilik, yabancı sermaye' nin ülkeyi talan etmesine karşı çıkar, farklı kültürleri yabancı görmez, zenginlik olarak görür.

8- Milliyetçilik, kinden, nefret den, intikam dan, düşmanlık'tan beslenir.

Devrimcilik, sevgiden, hoşgörü'den, dayanışmadan, kardeşlik'ten beslenir.

9- Milliyetçilik, güçlü olan'ın zayıfları ezmesini meşru görür.

Devrimcilik, güçlü olan'ın zayıfları ezmesine şiddetle karşı çıkar.

10- Milliyetçilik, tek tip toplum yaratmak ister, bunun için kendi ahlak anlayışını dikte etmeye çalışır.

Devrimcilik, insanlar'ın özel yaşamına ve tercihlerine karışmaz.

11-Milliyetçilik, ilk önce Türk'üm, veya Kürd'üm, Alman'ım, Ermeniyim der.

Devrimcilik, ilk önce insanım der.

Milliyetçilik ile devrimcilik arasında, kendi adıma gördüğüm farklılıklar kısaca bunlar.

Eksik kalanları da dostlar tamamlasın artık.