Açlık grevlerinde kritik  süreç yaşanıyor. Her an bir şehadetin  acısının haberini duyma korkusu, herkesin yüreğine kara bir duman gibi çökmüş durumda. Kürt halkı, dört bir yanda, çoluğu-çocuğu ve dostlarıyla, elinden geleni yapmaya çalışıyor. Herkes muhtemel ama arzu edilemeyen sonuçtan kendisini sorumlu tutun bir ruh haliyle, bir şeyler yapmaya çalışıyor. Birkaç gün önce duyarlı  Kürt genci, Uğur Şakar, kendisini yakarak, bu zulme karşı tutum aldı. Bedeninde %67 yanık oluşan Uğur Şakar, ölümle pençeleşmektedir. Yaptığı açıklamayla bu eylemi tecride karşı ve yapılan açlık grevlerini desteklemek amacıyla yaptığını bildirmesine rağmen, Alman makamları can bedeli yaşanan bu eylemi, politik hesaplara malzeme yapmanın derdinde, bu da dramın bir başka boyutu.

 Kürt kurum yetkililerinin bu tür eylemleri onaylamadığına dair açıklaması, olası benzer eylemlerin olabileceği ihtimaline karşı toplumu uyarmanın bir ihtiyacına işaret ediyordu. Kimse hiçbir biçimde ölümü arzu etmiyor ve istemiyor. Ama gel gör ki barbarlık, toplumlara ve insanlara ölümden başka bir seçenek vermiyor.

Leyla Güven ve diğer açlık grevcilerinin bütün istediği Türk devletinin kendi yasalarına uygun davranmasıdır. Evet, Türk devleti, sadece kendi yasalarına uygun davransa, bu açlık grevlerine gerek kalmayacaktır. Kürtlerden ve Sayın Abdullah Öcalan’dan, çok ama çok korktukları için yasalarına uymuyorlar,  

 Çünkü Kürt halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın görüşleri, maddi bir güce dönüşmüş, somut bir realite halini almış, Türk devletinin işgalci, katliamcı politika ve uygulamalarını zorlamaya başlamıştır. Bu nedenle devlet, kendi yasalarını uygulamama pahasına, Leyla Güven ve diğer açlık grevcilerinin talebi olan tecridin kaldırılması talebini, görmezden ve duymazdan gelmektedir. 

Şu ana kadar ne çözümden yana bir girişim oldu ve ne de bunu sağlayacak olan güçlü bir kitlesel/kamusal basınç oluştu. Devletin çözümsüzlükten ısrar etmesinin nedeni belli ve hangi koşullarda çözüme yanaşacağı da biliniyor. Türkiye de Kürdistan da ve Avrupa da, sürekli ve sistemli bir eylemsellik içinde olan Kürt halkı ve dostlarının yaptıklarının yetmediği de ortadadır. Burada doğan eksikliğin giderilmesi için yapılması gerekenler de bellidir.

  Yani ölümleri önleyecek olan tek çare, kitlelerin ve kamuoyunun, CPT’nin ve  yaptırım gücü olan benzeri kurumların veya uluslararası güçlerin, devreye girmesini sağlayacak olan kitlesel basınçtır. Leyla Güven’in talebini milyonlara mal etmek ve milyonların  daha etkili eylemlerle bu karanlığı parçalayarak, Leyla Güven ve arkadaşlarının yaşamasını sağlamak, ancak bu yolla mümkün olabilir. Yani Türk devletin  çözüme zorlanması, çözümü kabul etmek zorunda kalması, kitlelerin Leyla ve arkadaşlarını yaşatmak için ortaya koyacakları basınca bağlıdır.   

 Herkesin bildiği bu gerçekleri neden aktarma gereği hasıl oldu? Birincisi, açlık grevlerinin geldiği  kritik aşamaya ve sürekli bir eylemsellik içinde olunmasına, HDP millletvekillerinin kararlı ve görkemli direnişine rağmen, Türkiye ve Kürdistan’ın sahip olduğu  demokratik birikimin yeterince açığa çıkmamış olmasıdır.  Kitlelerin yeterince etkili bir enerjiyi ortaya koymamış olmalarının bir çok nedeni sayılabilir, ancak öyle bir an’dayız ki,  hiçbir makul, gayri-makul gerekçe, yaşananlara karşı tutum alınmasına engel değildir.  Herkes biliyor ki, açlık grevlerinde yaşanabilecek herhangi bir olumsuzluk, bütün toplumların bütün hayatını, en derin şekilde etkileyecektir.  

 Sadece manevi sorumluluk değildir söz konusu olan. Leyla Güven ve arkadaşlarının taleplerinin kabul edilmemesi demek, herkesin daha çok zulüm yaşaması, daha çok baskı görmesi daha çok mahpus yatmak zorunda kalması demektir. Demokrat ve insan olmanın asgari gereklerini bugün yapmaz/yapamazsak, daha zorlu, daha çok ölümlü, daha çok sürgünlü bir süreç yaşamakla karşı karşıya kalacağız. O nedenle ne yapabiliyorsak, hiç ikirciklenmeden ve hemen yapmak zorundayız.

 Bu yazının ikinci amacı, açlık grevlerinin geldiği kritik aşamasında yaşanabilecek olan, herkesin bildiği ama dillendirmeyi yüreğine sindiremediği bir başka boyutuna dikkati çekmektir. Bu nedenle de ayrıca herkesin, “yüreği ağzında!..” 

   Özellikle 112 gündür açlık grevinde olan Leyla Güven’in ve mahpuslardaki açlık grevcilerinin  durumunun daha da kötüleşmesi halinde, devletin “zorla müdahale” edebileceğini unutmamak gerekir. Böyle bir olasılığın hesaba katılmaması düşünülemez. Devletin  birçok defalar açlık grevlerine, hiçbir hukuk, kural ve ahlaki değeri gözetmeden “zorla müdahale” ettiği bilinmektedir. En son 19. Aralık. 2000’de yapılan müdahale ve müdahalenin korkunç sonuçları, yapılan katliam halen hafızalarda silinmedi. Bugün de benzer bir yol izleyebileceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok.

 Bu gerçekten de hareketle ve böyle bir saldırıya izin vermemek için, bugüne kadar az-çok bir şeyler yapmış olanlar ve bir biçimde dışarıda kalmış veya uzak durmuş, ya da çeşitli nedenlerle, sürdürülen mücadelelere yeterince destek sunmamış olanların, kimse için değil, kendi gelecekleri için harekete geçmeleri ve yapılanların yetmediğinden hareketle daha fazlasını, daha etkili ve yaratıcı eylemleri yapmaları gerekmektedir. Çünkü, Leyla Güven ve arkadaşlarının, bu açlık grevlerinde ölüme verdikleri randevu, hepimizin ölümünün ilk adımı olacaktır. Ayrıca vakit çok sınırlı, “herkesin zamanı olabilir, ama açlık grevindekilerinin, hiç, ama hiç zamanları yok.”

Yaşamı savunmak için hiçbir gerekçeye ihtiyaç yok. Ama ölümlere karşı çıkmak için, en başka insan olmak dahil, bir çok neden var.  O nedenle ve hiç beklemeden ne yapabiliyorsak, hemen yapmak zorundayız.  

 Leyla Güven ve arkadaşlarını yaşatmak, insan olmanın gereğidir!..