Putin ve Netanyahu'nun yanı sıra Erdoğan da kurduğu rejimin insan hakları ve özgürlük ihlalleri nedeniyle uluslararası mahkemelerin sanık sandalyesindedir

Merkezi Hollanda'nın başkenti La Haye'de bulunan Uluslararası Adalet Divanı, Güney Afrika'nın açtığı soykırım davasındaİsrail'in 7 Ekim'den sonra Gazze sakinlerine yönelik öldürme, saldırı ve yıkımla ilgili her türlü eylemden kaçınması ve soykırımı önlemek için tüm tedbirleri alması, alacağı bu ihtiyati tedbirler konusunda bir ay içinde mahkemeye bir rapor sunması gerektiğine hükmetti.

Ancak, ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı devletlerinin büyük bölümünün her halü kârda İsrail'e sahip çıktıkları, Uluslararası Adalet Divanı'ndaki birçok davanın da yıllardır sürüncemede bulunduğu dikkate alınırsa, bu devletin soykırım suçu işlemekten dolayı kesin şekilde mahkum edilmesi hiç gerçekleşemeyebilir ya da uzun vakit alabilir.

Buna rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçici karar duyulur duyulmaz "barış havarisi" kesilerek, "Uluslararası Adalet Divanı'nda Gazze'deki insanlık dışı saldırılarla ilgili alınan ihtiyati tedbir kararını değerli buluyor, memnuniyetle karşılıyorum. Soykırım Sözleşmesi'ne taraf ülkeler için bağlayıcı olan bu kararın, İsrail'in kadın, çocuk, yaşlı ayırt etmeden gerçekleştirdiği saldırılarının artık bir son bulmasına vesile olmasını diliyoruz" açıklamasında bulundu.

Güler misin, ağlar mısın?

Bunları söyleyen, 20 yılı aşkın süredir uluslararası sözleşmelerle korunan insan haklarını ve özgürlükleri sürekli ayaklar altına almış ve almaya da devam etmekte olan, bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından defalarca mahkum edilmiş bulunan bir devletin cumhurbaşkanı...

Üstelik, Türkiye Cumhuriyeti o ünlü "Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme"ye 31 Temmuz 1951'den beri resmen taraf olduğu halde, Asuri, Ermeni, Grek ve Kürt yurttaşlarımıza karşı geçmişte işlenmiş soykırımlar sürekli inkar edilir, günümüzde de sadece Türkiye'de değil, komşu ülkelerde de soykırımcı operasyonlar farklı boyutlarda ve biçimlerde pervasızca sürdürülürken...

Erdoğan rejimi Strasbourg'taki AIHM'nin en büyük sanığı 

Erdoğan'ın bu açıklamayı yapmasından bir gün önce, 25 Ocak 2024'te, tüm dünya medyası Strasbourg'ta yapılan şu açıklamayı paylaşıyordu:

"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2023 yılı istatistikleri raporunu yayımladı. Rapora göre, geçtiğimiz yıl aleyhinde en yüksek başvuru sayısına sahip ülke Türkiye oldu. Bu mahkemede açılan 68.450 davanın 23.397'sini, yani yüzde 34,2'siniTürkiye menşeli davalar oluşturdu. 2022'de Türkiye'den yapılan başvuruların da 80'i karara bağlanmış olup, bu kararların 73'ünde en az bir hak ihlali olduğu hükme bağlanmış bulunuyor."

Üstelik, AIHM Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi birçok siyasi tutuklunun tahliye edilmesi gerektiğini hükme bağladığı halde, Erdoğan'ın başını çektiği Ankara rejimi bu şahsiyetleri zindanda tutmaya devam ediyor.

Avrupa Konseyi’nin icra organı olan Bakanlar Komitesi de 5-7 Aralık 2023 tarihlerinde yaptığı toplantılarda Türkiye'ye AİHM'nin kararına uyarak Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş'ı derhal serbest bırakması çağrısında bulunduğu halde, Erdoğan onu dahi hiçe sayıyor. Buna rağmen, Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğine halel gelmiyor... 

Oysa aynı Avrupa Konseyi'nin Bakanlar Komitesi, bundan iki yıl önce, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin aldığı karara uyarak, Ukrayna topraklarına girdiği gerekçesiyle Rusya'nın Avrupa Konseyi üyeliğine son vermişti.

Ya yarım yüzyıldır Kıbrıs adasının kuzeyini askeri işgal altında tutan, 1984’ten beri 40 yıldır da Kuzey Irak ve Suriye toprakları üzerinde çeşitli kod adlarıyla kara ve hava operasyonları yaparak askeri üsler kuran, Kafkaslar'da Azerbaycan Ordusu'yla birlikte Ermeni topraklarını işgal eden Türkiye?

Tayyip Erdoğan'ın ve kankası Bahçeli'nin görevlendirdiği parlamenterler, tıpkı Brüksel'deki Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu'nda olduğu gibi, Strasbourg'taki Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nde de itibarla ağırlanmakta, Avrupa halklarının kaderi üzerine ahkam kesip oy kullanabilmektedir.

Kaldı ki, Erdoğan'ın yönettiği rejim, sadece Strasbourg'taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde sanık sandalyesinde değildir... Hollanda'nın başkenti La Haye'de bugün İsrail'in yargılandığı Uluslararası Adalet Divanı ile komşu olan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde de Türkiye'deki insan hakları ihlallerini organize edenler ve uygulayanlar aleyhine açılmış önemli bir dava mevcuttur.

1998'de Birleşmiş Milletler'in Roma'daki bir toplantısında alınan karar uyarınca 1 Temmuz 2002 tarihinde kurulmuş ve 11 Mart 2003 tarihinde çalışmaya başlamış olan Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarını yargılayıp mahkum etme konusunda tam yetkilidir...

Türk Devleti aleyhine davayı, 24 Eylül 2021'de Cenevre'de Ankara rejimini işkence, yoketme, basın özgürlüğünü çiğneme, cezasızlık, yargı bağımsızlığını ve adalete erişimi ihlal ve insanlığa karşı suçlar konularında sorumlu bularak mahkum etmiş olan Türkiye Mahkemesi (Turkey Tribunal), Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupa Yargıçları (MEDEL)ve Belçika avukatlık bürosu VSA birlikte açmış bulunuyor.

Aynı rejimin La Haye'deki UCM'ye sunulan cürüm dosyası

Davanın açılışını kamuoyuna duyurmak üzere La Haye'de 1 Mart 2023'te yapılan basın toplantısında, Belçika'nın eski başbakan yardımcılarından Prof. Dr. Johan Vande Lanotte Türkiye'deki insan hakları ihlalleri üzerine şu açıklamaları yapmıştı:

"Mahkemeye yapılan başvuru, kimliği belirlenmiş veya belirlenebilir 800 kişiye ilişkin 463 bireysel işkence beyanı içermektedir. İfadeler, işkencenin nasıl geniş ve sistemli bir şekilde uygulandığını ayrıntılı olarak açıklamaktadır. Türkiye İnsan Hakları Derneği'nden alınan kanıtlar da, 2003-2021 döneminde işkence ile ilgili yılda ortalama 1.460 şikayet alındığını ve sistematik işkencenin 2022'de de devam ettiğini göstermektedir.

"Mahkemeye yapılan başvuruda 109 kişiyle ilgili ülke dışı ve ülke içi zorla kaybettirme vakası belgelenmiştir. Türk devleti yurt içindeki kayıp vakalarına karıştığını her zaman inkâr ederken, yetkililer sürekli olarak yurt dışında yapılan yasa dışı kaçırmalarla övünmektedir. 

"Uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal eden tutuklamalara gelince, resmi Türk istatistikleri 2015-2021 döneminde 2.217.000 kişi hakkında 'terör örgütü' üyeliği iddiasıyla soruşturma başlatıldığını göstermektedir. 560.000 kişi yargılanmış, 270.000'i terör örgütü üyesi olmakla suçlanan 374.000 kişi hapse mahkûm edilmiştir. Rejim muhalifi sayılan kişilerin mezarlarını ziyaret etmek veya cenazelerine katılmak bile tutuklanma nedeni olmaktadır."

"Rejim muhalifi olarak algılanan kişiler, devlet kurumlarında veya özel sektörde zorla işten çıkarılırken, yurt dışındaki Türk vatandaşlarının, hatta yeni doğmuş çocuklarının pasaportları ellerinden alınmıştır, bunlar konsolosluk hizmetlerinden de mahrum edilmişlerdir. Resmi Türk istatistikleri, 2016 yılından bu yana 129.410 kamu görevlisinin ihraç edildiğini ve 19.962 öğretmenin öğretmenlik lisansının iptal edildiğini göstermektedir. Keyfi soruşturmalar kapsamında toplam 234.419 pasaport gasp edilmiştir.

"Kanıtlar, Türk Devleti'nin yüzbinlerce insana karşı, sırf Erdoğan rejiminin düşmanı olarak algılandıkları gerekçesiyle suç işlediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu suçlardan sorumlu olan kişiler, yaptıklarının uluslararası hukukun tüm temel kurallarına aykırı olduğunu biliyorlardı, ancak cezasız kalacaklarından emindiler.

"Uluslararası Ceza Mahkemesi bu cezasızlığı durdurmak için kurulmuştur ve bizim davamızda da bunu yapmalıdır. UCM savcısını bu davayı ele almaya ve hiçbir bireyin, NATO ittifakı üyesi bir ülkenin üst düzey yetkilisi olsa bile, hukukun üstünde sayılamayacağını kanıtlamaya çağırıyoruz."

Üzerinden bir yıla yakın süre geçtiği halde, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Ankara rejimi aleyhindeki bu dava konusunda nasıl bir çalışma yürüttüğü ya da karar vereceği açıklanmış değil.

Buna karşılık, aynı mahkeme, 17 Mart 2023'te, Rusya'nın Ukrayna'yı işgale başlamasının ardından 16 bin'den fazla Ukraynalı çocuğun zorla Rusya'ya götürüldüğü gerekçesiyle açılan davada Rusya Devlet Başkanı Putin ve Çocuk Hakları Komiseri Maria Lvova-Belova hakkında, hangi ülkede bulunurlarsa bulunsunlar, tutuklanmaları kararı çıkartmıştı. 

Uluslararası adaletin sanıkları arasında ayrım yapılamaz

Rusya Ulusararası Ceza Mahkemesi'nin kurulmasını öngören anlaşmayı imzalamadığı için Putin'in hiçbir yerde tutuklanamayacağı görüşü ileri sürülse de, mahkemenin sözcüleri ve destekleyicileri, şikayetçi ülkelerden birinin anlaşmaya taraf olması halinde Putin'in o ülkeye gidişinde tutuklanabileceğinde ısrar ediyorlar.

Ankara rejimi aleyhine dava açıldığından beri, tıpkı Rusya gibi Türkiye de söz konusu sözleşmenin imzacısı olmadığı için, UCM'nin Erdoğan'ı ve diğer sorumluları yargılayıp yargılayamayacağı, haklarında bir tutuklama kararı verildiği takdirde bunun herhangi bir ülkeye gitmeleri halinde uygulanıp uygulanamayacağı da tartışılıyor.

Tartışıla dursun, Recep Tayyip Erdoğan, kendinden o denli emin ki, 2 Aralık 2023'te, Birleşik Arap Emirlikleri'ni ziyaretinden dönüşünde yandaş gazetecilerle uçakta yaptığı söyleşide şöyle diyordu: "3 bin’e yakın avukat Lahey’de Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gerekli başvuruyu yaptı. İstanbul Milletvekilimiz Cüneyt Yüksel, bu heyetin içerisindeydi. Lahey’deki süreci de takip edecekler. Oradan beklentimiz, Netanyahu başta olmak üzere suçüstü yakalanan bu soykırımcıların, bu Gazze kasaplarının gereken cezayı almalarıdır. "

Girdiğimiz 2024 yılında, uluslararası yetki ve güç sahibi üç mahkemenin, Birleşmiş Milletler'e bağlı La Haye'deki Uluslararası Adalet Divanı ile Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin ve Avrupa Konseyi'ne bağlı Strasbourg'taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin İsrail, Rusya ve Türkiye konusunda nasıl hükme varacaklarını ilgiyle izleyeceğiz. 

Hiç kuşkusuz, bizi vatandaşlıktan atmış olan Türk Devleti aleyhine 90'lı yıllarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde dava açmış, geçen yıl da La Haye'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde dava açılırken Türk Devleti'nin siyasal sürgünlere uyguladığı baskı ve tehditler konusunda tanıklık yapmış bir gazeteci olarak daha büyük bir dikkatle...

50 yıldır hiç kesintisiz yaptığımız gibi, uluslararası kurumları ve medyayı, Türkiye'de ardı arkası kesilmeyen insan hakları ihlalleri, Türk silahlı kuvvetlerinin komşu ülkelerdeki operasyonları, Türk diplomatik misyonlarının ve gizli servislerinin Avrupa ülkelerindeki siyasal göçmenlere yönelik baskı ve tehditleri konusunda bilgilendirmekten geri kalmayacağız...