“Kıyamet çoktan koptu.

Haberiniz yok.

Siz hâlâ güneşin, her sabah

doğuşuna güvenin.”[1]

Corona: Yeniden; bir kez daha; hatta fazlasıyla…

“İyiyle kötüyü ayırt edemiyoruz artık,” vurgusuyla Max Horkheimer’ın, “Akıl kavramı ne kadar güçten düşerse, ideolojik manipülasyona, hatta en kaba yalanların yayılmasına o kadar elverişli duruma gelir,” diye betimlediği hâl, bugünde yaşa(tıl)dığımızdan başka bir şey değil.

Samuel Beckett’in, “Dünyadasın. Bunun tedavisi yok,” uyarısıyla müsemma sürdürülemez kapitalist cinnetin sorumlusu olduğu tabloda vakalar dört haftada yüzde 80 arttı… “Zor kazandıklarımızı kaybediyoruz,” diyen Dünya Sağlık Örgütü Genel (DSÖ) Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, dünya genelinde dört haftada corona virüsü vakalarının yüzde 80 oranında artış gösterdiğini belirtti![2]

Bu kadar da değil: ‘İngiltere’de Acil Durumlar için Bilimsel Danışma Grubu’ (SAGE) araştırmasında, ölümcül varyantların birkaçının birleşmesiyle “süper varyant”ın ortaya çıkabileceği ve her üç kişiden birinin yaşamını yitireceği aktarıldı![3]

Evet coronavirüs (SARS-CoV-2), insanlar üzerindeki etkisi çok daha fazla hissedilen mutasyonlar geçiriyor ve bunların sayısı çoğalıyor. Bu kılık değiştiren virüs, bulaşıyı yüzde 70’e varan oranlarda artırdığı gibi aşıların etkililiğini de düşürüyor![4]

Nihayet “4. dalga yaklaşıyor”ken;[5] tablo Şarkışlalı Âşık Serdari’nin dizelerindeki üzeredir:

“Nesini söyleyim canım efendim/ Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim/ Arzuhâl eylesem deftere sığmaz/ Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim…

Zenginin sözüne beli diyorlar/ Fukara söylerse deli diyorlar/ Zamane şeyhine veli diyorlar/ Gittikçe çoğalır delimiz bizim…

Benim bu gidişe aklım ermiyor/ Fukara hâlinden kimse bilmiyor/ Padişah sikkesi selam vermiyor/ Kefensiz kalacak ölümüz bizim…

Serdari hâlimiz böyle n’olacak/ Kısa çöp uzundan hakkın alacak/ Mamurlar yakılıp viran olacak/ Akıbet dağılır ilimiz bizim”![6]

DURUM(UMUZ)

Elias Canetti’nin, “Günler birbirinden ayrılır, fakat gecenin tek bir adı vardır,” tarifindeki üzere, kapkara bir gecenin orta yerindeyiz…

Coronavirüs yoksulları ve çalışanları ve dahi çalışan yoksulları daha kötü vuruyor ve daha çok öldürüyor. Öldüremediğini, daha da yoksullaştırıyor. Virüs akıllı diyemesek de yoksulluğun daha öldürücü olduğunun farkında! İngiltere’de muhafazakâr hükümetin Covid-19 krizi boyunca patrondan yana tavrını, vaka ve ölü sayılarının en yüksek olduğu dönemlerde dahi insanları işe gitmeye teşvik etmiş olduğunu hatırlayalım. Yani bu virüs yoksulları boşu boşuna vurmuyor; işbirlikçileri var![7]

‘Pandemi ve Çocuk’ başlıklı yapıta göre, 2019’dan 2020 Eylül’üne dek çocuk işgücü oranı yüzde 10 arttı. 2020’den beri yüzde 10 daha fazla çocuk günde 10-12 saat ortalama 60 ila 70 lira yevmiye için tarlalarda çalışmaya başladı![8]

‘Ev İşçileri Dayanışma Sendikası’nın araştırmasına göre kadınlar ikinci ya da üçüncü dalgadan değil işsiz kalmaktan korkuyorlar. Kaldı ki yüzde 68’i işini kaybetti bile... Ayrıca yüzde 99.7’si kendi evinde ya da çalıştığı evde şiddet görüyor![9]

Birleşmiş Milletler’in (BM) raporuna göre, pandemide cinsiyet eşitliği tehdit altında![10]

Pandemiyle birlikte şiddet, yoksulluk ve eşitsizlik artarken UNFPA’nın araştırmasına göre, yoksul ülkelerde 12 milyon kadın sağlık hizmetlerine ulaşamıyor![11]

Salgınla başlayan eve kapanma sürecinde Kanada, Almanya, İspanya, İngiltere ve ABD’de ev içi şiddet arttı. BM raporu kadın ve kız çocuklarına uygulanan şiddetin pandemi döneminde arttığını ortaya koyarken; şiddet nedenli yardım talebi Fransa, Avustralya, Arjantin ve Singapur’da yüzde 25 ile 33 oranında arttı. Türkiye’deki artış yüzde 27.8 olarak raporlandı![12]

Ayrıca pandeminin yeni bir aşamaya girdiğine dikkat çeken Uluslararası Para Fonu (IMF) ekliyor: 162 ülkede 1 milyardan fazla öğrencinin eğitimi kesintiye uğradı. Şirketlerin nakitlerini tüketmesiyle iflaslar yaygınlaşıyor. Salgın, yoksulluk ve eşitsizliği artıracak![13]

Avrupa’da 193 havalimanı iflasın eşiğinde![14]

Ekonomik dengelerin tüm dünyada bozulmasını ve zengin-fakir makasının hızla açılmasını körükleyen Covid-19 ile,[15] online eğitime geçilmesi çocuklar arası uçurumu derinleştirdi. UNICEF ile ITU’nun 85 ülkeden gelen verilerle hazırladığı rapora göre okul çağındaki çocukların üçte ikisinin evinde internet erişimi yok.[16]

Bunlara ek olarak ‘Oxfam’ın Davos’ta açıkladığı verilerde, “Milyarderlerin toplam serveti, Mart 2020 ile Aralık 2020 arasında 3 trilyon 900 milyar dolarlık artışla 11 trilyon 950 milyar dolara yükseldiği pandemi sürecinin ilk 9 ayında dünyanın en zengin 10 erkeğinin serveti ise net 540 milyar dolar” arttığı belirtilirken, en zengin 10 kişinin 9 aylık servet artışıyla tüm dünyanın Covid-19 aşısı olmasının mümkün olduğu ortaya kondu. Burada 10 erkeğin servetinden söz edilmiyor, sadece dokuz ayda artan servetinin tüm dünyada salgını bertaraf edebilecek düzeyde olduğu vurgusu yapılırken, bu servet artışı dünyada yaşanan adaletsizliğe net bir örnek teşkil ediyor.[17]

KATİL KAPİTALİZM(DİR)

“Bu dünya sofraya herkesi davet eden ama çoğunluğun suratına kapıyı kapatan, hem eşitleyen hem eşitsizlik bir dünya: Dayattığı düşünce ve alışkanlıklarla eşitleyen, sunduğu fırsatlarla eşitliksiz,”[18] vurgusuyla Eduardo Galeano’nun eklediği üzere: “Tarih tekerrürden ibarettir... Yeni haberleri okumak için eski gazeteler gibisi yok”ken;[19] orta yerde insan(lık)a karşı işlenmiş bir cinayet var; ve katil kapitalizmdir!

Öncelikle hatırlatalım: Dünya, kapitalizmin zafer çığlıkları atarak girdiği, tarihin sonunun ilan edildiği bir dönemin yarattığı tahribatın ağır sonuçlarını yaşıyor. Pandemi süreci, özelleştirme, yerinden yönetim, kamu hizmetlerinin piyasa egemenliğine terk edilmesi söylemleri ile inşa edilen, geniş halk kesimlerinin uzun mücadeleler sonucunda oluşturdukları dayanışma örgütlerinin hızla çözüldüğü bu yıkım döneminin, eşitsizliği ve adaletsizliği nasıl artırdığına işaret ediyor…

Kapitalizm kendi yarattığı sorunları ortadan kaldırma amacını, kendi gelişimi için yeni bir hareket noktası kabul eden, bu sorunlardan beslenen bir sistemdir. Bunu yaparken, yarattığı sorunun yerine çözüm diye daha büyük bir sorun koyar. Sorunun ya da krizin açığa çıkacağı dönemi bekler. Bu sorunu ve çözümünü hızla ticari bir meta hâline getirir…

Örneğin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nden biri “Dünya’da 2030’a kadar sıfır açlığa ulaşma” hedefidir. Buna karşın BM, on yıllarca süren istikrarlı düşüşün ardından, açlıktan mustarip insanların sayısının 2015 yılında tekrar yavaşça artmaya başladığını ifade etmektedir. Yaklaşık 690 milyon insanın aç olduğunu bunun dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 8.9’unu oluşturduğunu ifade eden Birleşmiş Milletler, bir yılda 10 milyon kişinin ve beş yılda yaklaşık 60 milyon kişinin açlar ordusuna katıldığını ifade etmektedir. Bu trende göre dünyanın 2030’a kadar bırakın açlığı sıfırlamayı, açlıktan etkilenen insan sayısının 840 milyonu aşacağı ifade edilmektedir.

Yine ‘Dünya Gıda Programı’na göre, 135 milyon insan çatışmalar, iklim değişikliği ve ekonomik gerileme nedeniyle şiddetli açlıkla karşı karşıyadır. Covid-19 salgınının bu sayıyı ikiye katlayarak 2020’nin sonuna kadar 130 milyon insanın daha akut açlıktan mustarip olma riskiyle karşı karşıya olduğunu hesaplamaktadır…

BM 700 milyondan fazla insanın veya dünya nüfusunun yüzde 10’unun bugün hâlâ aşırı yoksulluk içinde yaşamaya çalıştığını ve sağlık, eğitim, su ve sanitasyona erişim gibi en temel ihtiyaçları karşılamakta zorlandığını ifade etmektedir. Burada temel yoksulluk ölçütü günde 1.90 doların altında gelirdir.[20]

Bu tabloya bir de Covid-19’u ekleyin!

‘Credit Suisse’in raporuna göre, salgın döneminde beş milyon yeni milyonerimiz oldu. Toplam serveti 50 milyon doları aşan kişi sayısı ise dörtte bir oranında artış gösterdi. Yeni milyonerlerin birçoğu zengin ülkelerde! Milyonerler listesine katılanların üçte biri ABD’de! Çin’deki milyoner sayısı 200’de 1 oranına ulaştı! ABD’de ise insanların yüzde 8’i milyonerken;[21] kapitalist serbest piyasa insan öldürüyor: “Büyük ilaç firmaları, Covid-19 tedavisinde kullanılan ilaçların ve aşıların patent haklarını korumak için lobi faaliyetleri yürütüyorlar. Yapılan kötülüğü ne kadar vurgulasak az. Suçlu tek tek kişiler değil, kapitalizm... Etrafı kapayan toz bulutu dağıldıkça Covid-19’un etkilerinin düşündüğümüzden de kötü olduğunu fark ediyoruz. Tüm insanlığın ‘aynı gemide’ olduğu anlayışından ne kadar uzak olduğumuzu da anlıyor, ilaç firmalarının ve birlikte çalıştıkları lobicilerin durumu eşsiz bir fırsat olarak gördüklerini anlıyoruz.”[22]

‘Avrupa Çevre Ajansı’, insanlarda görülen ve ölümlere yol açan bulaşıcı hastalıkların yaklaşık yüzde 60’ının hayvan kaynaklı virüsler olduğunu vurguluyor. Pandemiye yol açan bu salgınların en son örneği Covid-19 virüsü…[23]

İklim değişikliğinin insanların dünyadaki diğer türlerle ilişkisini değiştirdiğini ve bunun da enfeksiyon hastalıkları açısından büyük risk oluşturduğunu söyleyen Harvard Üniversitesi İklim, Sağlık ve Küresel Çevre Merkezi Direktörü Dr. Aaron Bernstein, “Coronavirüsün hızla yayılmasının… artan çevre kirliliği ve artan yaban hayatı-insan etkileşiminin çoğunluğu hayvan kaynaklı enfeksiyonlara sebep olduğunu biliyoruz. Bulaştırıcılığı yüksek ve yayılma hızı fazla olan bu enfeksiyonlar, küreselleşen dünyada kolayca yayılıyor ve pandemi hâlini alıyor,”[24] diye uyarıyor.

Bu tabloda katil kapitalizmken; “Sistem çökmedi. ‘Sistem’ hemen hemen hiç yoktu,”[25] diyen Arundhati Roy haksız değil…

Örneğin Covid-19 salgını başladığında, önce “Nasıl olsa daha çok 80 yaşın üstündekiler ölüyor. Bırakalım nüfusta sürü bağışıklığı oluşsun” tartışması içinde, önlem almakta gecikerek yaklaşık 20 bin ölüme yol açan İngiltere Başbakanı Boris Johnson, parti milletvekilleriyle düzenlediği kapalı bir toplantıda, “Aşılama çalışmalarındaki başarımızın arkasında ‘kapitalizm’ ve ‘açgözlülük’ var,”[26] derken gerçeği teyit ediyor!

YIKIM HÂL(LER)İ

Corona hâl(ler)inin yıkımına ilişkin önemli bir boyut elbette ekonomi. Örneğin coğrafyamızda 79.8 milyonu kredi kartı olmak üzere toplam kart sayısı 271.3 milyona ulaştı. Bireysel kredi borcu olanların sayısı ise 34.5 milyonu aştı. Salgının da etkisiyle geçinmekte zorlananların çaresiz kalarak kredi kartı ve kredilere yüklenmesi, zaten yüklü olan borçlarının daha da katlanmasına neden oldu.[27]

Bir de beşeri boyut var…

İnsan(lık) olarak iç karartıcı günlerden geçiyoruz. Stres, ev içi şiddet, derinleşen yoksulluk, belirsizlik, umutsuzluk kaçınılmaz olarak ruh sağlığını toptan olumsuz etkiliyor. Ruhsal hasarın izi kolay geçmeyecek gibi…

Kolay mı? Hayatımıza yeni birçok sözcük girdi: Pandemi, karantina, izolasyon, sosyal mesafe, el yıkama kuralları, maske, dezenfektan, damlacık, enfeksiyon ve benzeri...

Bunlar daha önceleri tıp fakültesi derslerinde anlatılan ve gerçek yaşamdan uzak sözcükler iken, artık günlük yaşamın olağan parçası hâline geldi.

Pandeminin bu tür fiziksel hasarlarının yanı sıra toplumsal, ekonomik ve ruhsal etkileri de bulunuyorken; “Ruh sağlığı politik bir problem”[28] hâline geldi; toplumda giderek yaygınlaşan depresyon, kaygı bozukluğu ve stresin politik yanıtlara ihtiyacı olduğu ortada…

“Covid-19 pandemisi sürecinde alınan tedbir, önlem ve kısıtlamalara yönelik bireysel veya toplumsal refleks geliştirilmesi, anomi toplumların oluşmasına, antisosyal bir tavır ve tutum sergilenmesine kadar uzanır”ken[29] Avrupa Birliği’nde (AB) her 4 kişiden biri, Covid-19 salgınının ilk aylarında yalnızlık hissine kapıldı. 2016’da AB vatandaşlarının yüzde 12’si kendini yalnız, stresli ya da mutsuz hissederken, Covid-19 salgınının ilk aylarında bu oran yüzde 25’e çıktı![30]

Öte yandan Japonya’da coronavirüs salgını, özellikle kadınlarda ve gençlerde ekonomik zorluk ve ailedeki iş yükünün artmasıyla bağlantılı intiharları tetikleyerek bambaşka bir açıdan yıkıma yol açtı: 2021 Ocak’ında Japon Sağlık Bakanlığı ülkede büyük uğraşlar sonucu 10 yıldır gerileyen intihar oranının 2020 sonu itibariyle ilk defa tekrar yükselişe geçtiğini açıkladı.

Açıklamaya göre 2020 yılında 20.919 kişi intihar etti. Aynı dönemde coronavirüsün yol açtığı Covid-19 nedeniyle ölenlerin sayısı ise 3.460 kişi. 2020 verilerine göre 2019’a göre yüzde 14 daha fazla kadın intihar etti.[31]

Ancak bu kadar da değil! Yıkıma “Hayır” da dendi… Dünyanın dört bir yanında sağcı yönetimlere öfke sokaklara yansıdı. Kolombiya’da eylemlere saldırılar sonucu can kaybı artarken kimi ülkelerde Covid-19 uygulamaları veya polis şiddeti protestolara neden oldu.

Eşitsizliğe ve adaletsizliğe isyanın sesi dünyanın dört bir yanından duyuldu. Brezilya, İngiltere ve Fransa’da hükümetlerin Covid-19 politikaları tepkilerin odağında. Ortadoğu ülkesi Umman ve Güney Afrika’nın 1.2 milyon nüfuslu ülkesi Svaziland ise yoksulluğa ve polis şiddetine karşı günlerce süren eylemlere tanık olundu.[32]

COĞRAFYAMIZDA…

Egemenlerin yalan rüzgârları eşliğinde coğrafyamızdaki corona yıkımına gelince![33]

Pandemi desteklerinin yüzde 84’ünün İşsizlik Fonu’ndan karşılandığı[34] coğrafyamızda işsiz kalan milyonların, çalıştıkları dönemde yapılan kesintiler, aylık bin 500 TL işsizlik ödeneği, günlük 40 TL gibi cüzi rakamlarla kendilerine ödenirken, bununla sanki bir lütufmuş gibi övünen iktidar, salgında işsizlik fonundan 46.2 milyar lira kullandı.[35]

Pandemide koşullarında devlet önce şirket, banka ve işletmelere el uzattı. 19 milyar dolarlık destek milli gelirin sadece yüzde 2.7’sine ulaştı.[36]

Bu yetmezmiş gibi pandemi bahanesiyle İş Yasası’nda yapılan değişiklikle “Fesih yasağı” adı altında tazminatlı işten çıkarmalar yasaklanırken, patronların tazminatsız işten çıkarması hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadı. Ücretsiz izinde işçinin onay koşulunun yasayla ortadan kaldırılması patronların işçiye baskı yapacak yeni olanaklar sunulması anlamına gelecekti.

Patronlar kısa çalışma için başvururken eşit işlem borcunu göz ardı etmişler, kendilerince işten çıkmasını istedikleri, hak aramada kararlı oldukları için baş ağrısı olarak kabul ettikleri işçileri sürekli kısa çalışma uygulamasına tabi tutarken, kendilerince işyerine daha sadık diye düşündükleri çalışanları normal çalıştırmaya devam etmişlerdir.

İşyerlerinde hak aramanın yaptırımı, kısa çalışmaya tabi tutma veya ücretsiz izne çıkarmaya dönüşmüştür.

Bazı işyerleri ise kısa çalışmadan yararlanırken işçileri normal çalıştırmış, kısa çalışmadan alınan ödeneği ücretlerden kesmiştir.

Bu süreçte sendika hakkını kullanan işçiler hemen ücretsiz izne çıkarılmış, ücretsiz izne son vermenin koşulu olarak önlerine sendikalaşmadan vazgeçmeleri konulmuştur.

Patronların sözde fesih yasağı olan dönemde kendilerince “haklı neden”le (tazminatsız) işten çıkarmaları sürdü. Kamuoyunda Kod-29 olarak ünlenen nedenlerle işverenin tazminatsız işten çıkarmaları sonucu “ayda ortalama 14 bin 772 ve günde ortalama 491 kişi” işten çıkarıldı.[37]

“Türkiye’de milyarderlerin toplam varlığı bir yılda yüzde 39 oranında arttı. 2020’de Türkiye’deki milyarderlerin toplam malvarlığı 38.3 milyar dolardı. Covid-19 döneminde, bir yılda dolar milyarderlerinin serveti yaklaşık 15 milyar dolar artarak 53.2 milyar dolara çıktı. Böylece Türkiye milyarderlerinin serveti Covid-19 salgınına rağmen bir yılda yüzde 39 arttı. Türkiyeli 26 dolar milyarderinin servetindeki artış ortalama döviz kurları ile yaklaşık 127 milyar TL oldu.”[38]

‘Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin Şubat 2021 bültenindeki rakamlara göre, 2020 Şubat’ında 692.2 milyar lira olan bireysel kredi tutarı 2021’in Şubat’ında 880.9 milyar liraya ulaştı. Bireysel kredi kullanan sayısı 2020’de 32.1 milyon kişiyken 2021 Şubat’ında 34.4 milyona çıktı.[39]

Yine Şubat 2021 bültenindeki rakamlara göre 2020 Şubat’ında 119.6 milyar lira olan bireysel kredi kartı borç tutarı 2021 Şubat’ında 149 milyar liraya ulaştı. Bireysel kredi kartı kullanan sayısı 2020’de 26.8 milyon kişiyken 2021 Şubat’ında 28.1 milyona ulaştı.

Bir diğer borçlanma kalemi “ihtiyaç ve diğer krediler” başlığına baktığımızda da borçlanmanın artmaya devam ettiği görülüyor. Rakamlara göre 2020 Şubat’ında 289.3 milyar lira olan “ihtiyaç ve diğer krediler” tutarı 2021 Şubat’ında 403.6 milyar liraya ulaştı. İhtiyaç ve diğer krediler başlığı altında borç alan kişi sayısı 2020’de 25.7 milyonken 2021 Şubatı’nda 28.2 milyona çıktı.[40]

Tüm bunlar her şeyi yeterince net anlatmıyor mu?!

AÇ GÖZLÜLÜK!

Kuşku yok: Yıkımın sorumlusunun aç gözlü, doymayan katil kapitalizm ve “kurban”ın da emekçiler, ezilenler, ötekileştirilenler olduğu bir kere daha ortaya çıktı![41]

BM Güvenlik Konseyi’nin Covid-19 ile mücadele oturumundaki konuşmasında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, üretilen dozların yüzde 75’inin sadece 10 ülkeye gönderildiğini, 130 ülkeye ise bugüne kadar tek bir doz bile aşı ulaşmadığını belirterek,[42] “Küresel aşı eşitsizliğine dikkat çekti”![43]

DSÖ’nün verilerine göre, salgınla geçen bir yılda, zengin ülkelerdeki her dört kişiden biri yoksul ülkelerde ise her 500 kişiden biri aşılandı. ABD merkezli sosyalist yayın ‘Liberation News’te ‘Aşı Ayrımcılığı: ABD, Büyük İlaç Kârları İçin Dünyayı Riske Atıyor’ başlıklı yazıda, dünya nüfusunun yüzde 17’sine sahip olan Afrika’nın dünyadaki aşı dozlarının yalnızca yüzde 2’sini alabildiği hatırlatıldı!

Böylesi bir eşitsizliğin orta yerinde pandemi nedeniyle her gün on binlerce kişi yaşamını yitirirken zengin ülkeler aşı depolamayı sürdürdü. ‘Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’ (MSF) aşı patentlerinin kaldırılmasını ve yoksul ülkelerle paylaşılmasını istedi.[44]

Gerçekten de “Dünya çapında toplu, yaygın ve yeni mutasyon tuzaklarını ortadan kaldıracak seri aşılama. Bunun için ilk adım patent/ ruhsat tartışmalarını aşmak”tır.[45]

Çünkü “Günümüzde de, salgın etkilerinden aşı sağlanmasına kadar toplumların içinde de, ülkelerin arasında eşitsizlikler büyük bir rol oynamaktadır. Kapitalist sistemin, ‘Gücü olan alır, parası olan yapar’ kuralına uygun olarak varsıl kesimlerle varsıl ülkeler her bakımdan daha iyi donanıma sahip olmuşlardır. Hastalığın önlenmesinden yeterli tedaviye kadar, aşılama çalışmalarından izolasyon önlemlerine kadar her koşul ekonomik ve politik kuralların etkisindedir.”[46]

“Corona günlerinde aşı da sınıfsal”ken;[47] o, zenginlerin kontrolünde bir tedavi olmaktan çok silaha dönüş(tü)müştür.[48]

Bu durumda Frédéric Pierru, Frédéric Stambach ve Julien Vernaudon’un ifadesiyle, “Patentlere karşı aşı mücadelesi”[49] müthiş bir önem kazanmışken; “Güney Afrika, Hindistan ve diğer ülkeler, Covid-19 ile mücadele için gereken ilaç ve aşıların üretimi adına fikri mülkiyet haklarından feragat edilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Son derece haklılar. Covid-19 ile mücadelede patentlerden vazgeçmeliyiz ve teknolojileri bilim insanlarının, firmaların ve ulusların kullanımına açmalıyız. Patenti savunmak cinayet niteliğindedir,”[50] Jeffrey D. Sachs’ın ifadesiyle…

SONRASI (MI?)

Özetle, Corona ile hemen her şey, Eduardo Galeano’nun “Bütün yanıtları bulduğumuzda soruları değiştirdiler,”[51] cümlesindeki üzere biçimlendirken “Ya sonrası” mı?!

Bu konuda “Güçlenen iki eğilim: Dijital endüstrilerin zaferi ve devlet rehberliğinde kapitalizm!”[52] türünden bir sürü spekülatif “iddia” söz konusu…

Hangi biçimiyle olursa olsun kapitalizmin ücretli kölelik ve bir yıkım olduğunu asla unutmadan, “Kapitalizm, piyasa pandemi sürecinden güçlenerek çıkacak ve bu süreç, pandemi yakın krizlerin hafif atlatılması için bir fırsat oluşturacak… Sola pek bir yol, kısmet gözükmüyor! Sözümüz hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına iyimser anlamda kanan sola,”[53] diyen pesimist “fal”ları ciddiye almamak gerek!

Öncelikle İngiltere’deki York Üniversitesi’nden siyaset bilimci Prof. Dr. Werner Bonefeld’un, “Pandemi sona erdiğinde, birçok insan geri dönecek bir iş olmadığını fark edecek ve verilen hükümet desteği sona erecek. Ekonomi toparlanabilir ya da toparlanmayabilir ama toparlansa bile, toplam iş kayıplarını tolare edemeyecek. Özellikle de gençler bundan etkilenecek ve tabi ki kadınlar da. Aslında salgın özellikle kadınları etkiledi. Pandemi, dünya çapında kadın cinayetleri de dâhil olmak üzere ataerkil yapıları ve ataerkil davranışları güçlendirdi. Devletler destek paketleriyle durumu kurtarmaya çalıştı. Salgınla ilgili fazladan harcamalar yaptı. Ama bir hesaplaşma olacak,”[54] uyarısının altını çizmek gerek!

Evet, “Kapitalist uygarlığın, ekonomik, siyasi, jeopolitik, ekolojik çelişkileri sertleşiyor, teknolojik gelişmeler hızlanıyor, ‘izleme-gözetleme kapitalizmi’ derinleşiyor, ‘Faşizm süreci’ yaklaşık 100 yıl sonra yeniden gündeme geliyordu. Şimdi, bunlara pandeminin merceğinden bakınca, uygarlığın bir yol kavşağında olduğu söylenebilir”ken;[55] “bir hesaplaşma olacak”; bu kaçınılmaz!

Kolay mı? “Tarihi bir daralmanın ilk safhasını yaşıyoruz ve toplumlar pandemi sürecinin ardından kitlesel işsizlik ve yolsuzlukla mücadele etmek zorunda kalacak.”[56]

Sonrası giderek sertleşecek bir mücadeleden başka bir şey değil ve olmayacak da!

İMKÂN(LAR), OLASILIK(LAR)

Evet, önümüzde çeşitli olasılıkları içeren imkânlar dönemi var…

Bu konuda öncelikle şunların altını çizmeli: Doğa, önünde poz vereceğiniz statik bir dekor değildir. Doğa devinir, devrimcidir. Egemenlerin kurduğu oyunu eylemleriyle bozar ve birden kendimizi başlangıç koşullarında buluruz, çırılçıplak. Böyle anlar, hayatı yeni baştan, hep birlikte örgütleyebilme fırsatını yakaladığımız nadir anlardır.

Fransız Devrimi’nin koşullarını da doğa hazırlamıştı. 1783 yılında faaliyete geçen iki volkan, Japonya’nın merkezindeki Asama Dağı ve İzlanda’nın güneyindeki Laki Dağı, altı yıllık bir araya rağmen 1789’daki Fransız Devrimi’ni tetiklemişler. Volkanik patlamalar atmosfere çok büyük miktarda kükürtlü kül karışmasına ve böylece kısmen de olsa güneş ışınlarının dünyaya ulaşmasını engelleyerek iklimin geçici olarak soğumasına yol açmıştı. Jean Starobinski ‘Özgürlüğün İcadı’ adlı kitabında 1788-1789 kışının çok soğuk geçtiğinden söz ediyor: “Venedik’teki lagün donmuştu: karşıdan karşıya yürüyerek geçiliyordu. Paris’te ise buzlar Seine Nehrini tıkamıştı.”[57] 1789 kışı çok sert geçmiş ve taşrada isyanlar, yağmalamalar görülmüştü. Ve 5 Mayıs’ta devrim patlak verdi.

Her doğal felaket, hayatın öncüllerini değiştirebileceğimiz başlangıçların önünü açabilir; pandemi de!

Coronavirüs paranın, malların ve bunların üzerine uçan hali misali oturanların dolaştığı küresel neo-liberal akışlar üzerinden yayıldı. Ve zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul kılan bu akışların ne kadar sağlıksız olduğunu birden fark ettik… Kriz var; kriz kritik düşünceyi tetikler... Oyun bozuldu; hayatın öncüllerini değiştirme fırsatını bir kez daha yakaladık. Doğa bunu hep yapıyor. Devinir, devrimcidir, hayatın alışıldık ritmini değiştirir, zihinleri de. Noam Chomsky ne demişti: “Alışılmış zihinsel düzenler değiştiğinde devrim patlak verir”![58]

Yeri geldi hatırlatalım: İnsanlık tarihinin en ölümcül felaketleri, ülkeler arası savaşlardan çok salgın hastalıklardan meydana gelmiştir. 1347-1352 kesitinde Avrupa’da baş gösteren veba hastalığı o tarihlerde 75 milyon olan dünya nüfusunun 25 milyonunu öldürmüştür.

1492’de Amerika’nın keşfiyle Avrupalıların yeni kıtaya getirmiş olduğu çiçek, kızamık, grip ve tifüs gibi hastalıklar Amerika yerli nüfusunun yüzde 95’inin ölümüne neden olmuştur. Benzer salgınlar Avrupalıların 1713’te Afrika’yı ve 1788’de Sidney’i işgal etmesinde de görüldü.

1918’de 50-100 milyon insanın ölümüne neden olan grip salgını, I. ve II. Dünya savaşlarında ölen insan sayısı kadar ölüme yol açmıştır.

1959’da ortaya çıkan HIV virüsünden ölen insan sayısının yakın zamanda 90 milyona ulaşacağı tahmin edilmekte…

Salgın hastalıklar kitlesel ölümlere ve toplumda yaratmış olduğu travmatik etkileri nedeniyle tarihte çok önemli sosyal ve siyasi sonuç yaratmış, pek çok büyük imparatorlukları ortadan kaldırmıştır. Amerika kıtasının Avrupalılar tarafından fethedilmesindeki başarı, Avrupalıların teknik donanımlarından ziyade, yeni kıtaya bulaştırdıkları mikroplarla ilgilidir. Yeni kıtanın en büyük toplulukları olan Aztek ve İnka imparatorlukları aslında Avrupalılara değil, onların bulaştırdıkları patojenlere yenilmişlerdir. Avrupalılar tarımla çok önceden tanıştıkları için, kültür hayvanlarından aldıkları patojenlere karşı zamanla bağışıklık kazanmaları nedeniyle bundan etkilenmiyorlardı. Yerli halk ise Avrupalıların hastalıktan etkilenmemelerine mistik anlamlar yükleyip onların tanrısal güçlere sahip olduklarına inandılar ve savaşı baştan kaybettiler.

Sonuç olarak yerli kıtanın bu kadim toplulukları salgın hastalıklar nedeniyle tarih sahnesinden silinip gitti. Salgınların asıl çarpıcı ve travmatik sonuçları Ortaçağ Avrupa’sında veba salgınında görüldü. Nüfusunun üçte biri kırıldı. Bazı bölgelerde ölüm yüzde 50’den fazlaydı. Doğaldır ki bu salgın, bireylerin sosyal statülerine bakmaksızın, kutsal ve dokunulmaz olarak kabul edilen soylu ve din adamlarını da öldürdü. Tabii ki bu durum bu sınıfın karizmasını çizmiş, kilisenin kutsal görülen itibarını yerle bir etmiştir. Bu nedenle bazı düşünürler feodalizmin çökmesi ve aydınlanma çağının başlamasında veba salgının da payı olduğunu iddia ederler…

Geçmişte yaşanan salgın hastalıkların toplumsal ve siyasi sonuçları, nüfusu azaltmasından ziyade ölümlerin toplum üzerinde yaratmış olduğu etkilerden kaynaklanmıştır. Günümüz Covid-19 salgının toplum üzerindeki etkileri ölümlerden öte, alınacak önlemlerle ilgilidir. Bugünkü dünya artık dünkü dünya değildir, doğası gereği küreseldir.

Covid-19, kapitalizmi tam da aşil tendonundan vurmuştur. Küresel ekonomi, bir ekosistem gibi her şeyin bir birine bağlı olduğu hassas dengeler üzerine kuruludur. Küreselleşen bir dünyada patojenlerin de küreselleşmesi kaçınılmazdır. Nüfusun kalabalıklaşması, kıtalar arası ulaşım ve toplu alanlar patojenler için mükemmel yayılma ortamlarıdır. Ancak bunlara karşı alınacak önlemler, kapitalizmin bağımlısı olduğu insan dolaşımını, turizmi, tedarik zinciri ve lojistik ağları sekteye uğratır. Küresel ekonomiyi adeta kilitler. Pandeminin genişlemesi ve uzaması, küresel ekonomi üzerinde siyasi etkileri de olabilecek büyük tahribatlara yol açabilir.

Sadece 9-13 Mart 2020 haftasında küresel hisse senetleri 6.3 trilyon dolar, Amerikan hisseleri ise 2 trilyon dolar değer kaybetmiştir. Uluslararası kuruluşlar küresel ekonomik büyüme tahmini yüzde 3’den 1.2 aralığına çekmiştir. Bu durumda 5 milyon şirketin batacağı ve 25 milyon insanın işsiz kalacağı tahmin edilmektedir. ‘Uluslararası Çalışma Örgütü’ (ILO) çalışanların kayıplarının 5 trilyon dolara ulaşacağını öngörmektedir. Sonuçta trilyonlarca dolar ödenemeyecek borç ve öngörülemeyen işsizler ordusu. Pandemi uzarsa, kapitalizm geniş kitleler tarafından sorgulanır duruma gelir ve ciddi siyasi sonuçlar yaratabilir.[59]

Görülmesi gerek: Corona pandemisiyle kapitalist “istikrarsızlıkların istikrarı bozuldu”. Denetim altında tutulabilen istikrarsızlıkların oluşturduğu “durum” dağılırken; genel kanı, “yönetemiyorlar, bu durum sürdürülemez” fikrini toplumsallaştırıp, “kopma noktasına” yöneltiyor ki, bu da bir kırılma imkânını ortaya çıkartıyor.

Tam da burada Hermann Hesse’nin, “Kendi kafasıyla düşünemeyecek ve kendi kendisinin yargıcı olamayacak kadar rahatını sevenler, yasaklara olduğu gibi boyun eğerler,” notunu unutmadan; kapitalist yıkım ve yabancılaşmanın kollarındaki hâl(imiz)i tarif eden Zygmunt Bauman’a kulak verelim:

“Düzensizlik ve kaosun çağdaş(lığın) simgesi hâline gelmiştir... ‘Kriz özellikle eskinin ölmesi ve yeninin doğamaması olgusundan kaynaklanır; ara dönemde ise çeşitli hastalıklı belirtiler ortaya çıkar.’ (Gramsci) Yönetenler eskisi gibi yönetemezlerken, yönetilenler de eskisi gibi yönetilmek istemezler. Gezegenin mevcut hâli sürekli ara döneme işaret etmektedir ve egemenlik artık hiçbir yerde tam değildir.”[60]

İmkân tam da budur; buradadır!

ÇÖZÜM(ÜMÜZ)

Jean Paul Sartre, “Umutsuzluk; insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur, umutsuzluk manevi bir intihardır,” derken; corona günlerinde edilgenlik, umutsuzluk zamanı değildir.

Kimi zaman, “durumun” özellikleri, maddi koşullar (güçlerin ekonomik, siyasi, kültürel şekillenme) bazıları için umuda izin vermeyebilir.

Böylesi olduğu düşünülen “durum(lar)da” da, umudun yeşermesi için dik durup, diklenmek “olmazsa olmaz”dır!

Çünkü “yanlış”, “adaletsiz”, “kötü” olanın karşısında, mücadeleye başlamak için umut kadar, “erdem” gerekir. Hatırlayın Termopil’deki Leonidas ve yoldaşları, “zafer-yenilgi” ikileminin dışına çıkarak, “gerekli” (doğru ve iyi) olduğu için mücadele etmişlerdi.

“Mücadele etmek için ‘umut’ (zafer güvencesi) gerekir anlayışı, etik olarak yanlıştır, siyasi olarak da teslimiyettir. Diğer taraftan, mücadele başlamadan önce ‘durum’ umutsuz olabilir ama mücadele, ‘durumu’ içine yeni bir unsur katarak değiştirmeye başlar: ‘On s’engage et puis on voit’ (Lenin: Önce içine girilir sonra bakılır).”[61]

Şimdi(lerde) cesarete muhtacız!

Hayır cesaret, pervasız davranmak değildir. O; korkuyu tanımayarak, iliklerine kadar korkarak, sonra da korkudan korkmamayı öğrenerek kazanılan bir güçtür.

Gösterişe gerek duymayan cesaret, sakin bir güçtür; korkunun panzehiridir; korkunu yenersen korkmazsın…

Unutulmasın: “Önümüzdeki yıllarda pandemiler ve iklim felaketleri artarak devam edecek. Bu durum, Karl Marx’ın anlattığı biçimiyle ‘komünizm’i, bir kurgu ya da ütopya olmaktan çıkarıp zorunlu kılıyor”ken;[62] “Gündelik yaşam bizleri birçok adaletsizlikle yüz yüze getiriyor. Toplum bu adaletsizlikleri giderecek ve çözümler üretecek ve ihtiyaçlarına çare olabilecek bir siyasi güç bekliyor.”[63]

Sürdürülemez kapitalizmin Covid-19’lu yıkıcı etkilerinin hissedilir düzeyde arttığı bir alt üst oluş dönemindeyiz ve her şey mümkün!

Şimdi “Leo Panitch’in ‘zihnin devrimci iyimserliği’ olarak tarif ettiği tavrı benimsemeliyiz. Somut bir ütopya hayal etmeli, stratejik düşünmeli, tarihin bizi getirdiği bu anın sunduğu olası açılımları değerlendirmeliyiz. Daha iyi bir gelecek inşa edebileceğimiz umudunu yaşamalıyız.”[64]

Metin Altıok’un, “Ama yine de umudumuz kalabalık,” vurgusuyla tek yol hâlâ buyken; “Dimidium facti, qui coepit, habet/ Başlanmış iş, bitmiş iştir.”[65]

8 Ağustos 2021 21:13:47, İstanbul.

N O T L A R

[*] Newroz, Eylül 2021…

[1] Metin Altıok.

[2] “DSÖ Alarm Verdi: Kaybediyoruz”, Sözcü, 1 Ağustos 2021, s.22.

[3] “… ‘Süper Varyant’ Uyarısı: Her Üç Kişiden Biri Ölebilir”, 2 Ağustos 2021… https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/super-varyant-uyarisi-her-uc-kisiden-biri-olebilir-1857332

[4] Orhan Bursalı, “Fırtına Öncesi Sessizlik Mi? Mutant Virüs, Aşının Etkisini Düşürüyor”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2021, s.6.

[5] Sibel Bahçetepe, “4. Dalga Yaklaşıyor”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2021, s.3.

[6] https:/ / www.antoloji.com/ nesini-soyleyim-siiri

[7] İbrahim Sirkeci, “Freelonia’da Pandemi ve Yoksulluk”, Birgün, 18 Nisan 2021, s.5.

[8] Figen Atalay, “Pandemi Koşullarında Çocukların Uğradığı Hak Gaspları”, Cumhuriyet, 18 Şubat 2021, s.8.

[9] Olcay Büyüktaş, “Kiracı, Borçlu ve İşsiz, Cumhuriyet, 3 Aralık 2020, s.10.

[10] Özde Çelikbilek, “Pandemide Cinsiyet Eşitliği Tehdit Altında”, Birgün, 22 Kasım 2020, s.4.

[11] Özde Çelikbilek, “Yoksul Ülkeler Cinsel Sağlık Hizmetlerine Ulaşamıyor”, Birgün, 13 Mart 2021, s.13.

[12] Olcay Büyüktaş, “Şiddetli Salgın”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2020, s.16.

[13] “IMF Uyardı: Yoksulluk Derinleşecek”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2020, s.11.

[14] Ozan Gündoğdu, “Havalimanları İflasın Eşiğinde”, Birgün, 30 Ekim 2020, s.13.

[15] İstanbul’daki yedi büyük hastanenin coronavirüs testlerinin milyonlarca lira karşılığı şirketlere yaptırılacağı ortaya çıktı. Bakanlığın pazarlık yoluyla yaptığı ihalelerden biri Menzil Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen Ferhat Danışman’ın şirketine verildi. (İsmail Arı, “Covid-19 Testleri de Menzilci’nin Şirketine”, Birgün, 30 Kasım 2020, s.3.)

Ayrıca covid hastalarından para talep ediliyorken; İzmir Milletvekili Av. Sevda Erdan Kılıç, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde “İzmir Torbalı’da yaşayan ve coronavirüs testi pozitif çıkan 51 yaşındaki Kutbettin Köstekçi’nin durumu fenalaşınca 8 Ocak’ta Torbalı Devlet Hastanesi’ne kaldırıldığını, hastanede üç gün yoğun bakımda kalan Köstekçi’nin sosyal güvencesi ve parası olmadığı için daha iyileşmeden 11 Ocak’ta taburcu edildiğini ve hastaya bin 632 TL tutanakla borç çıkarıldığını” ifade etti. (Ergün Demir-Güray Kılıç, “Covid Hastasından Para Talep Ediliyor”, Birgün, 15 Ocak 2021, s.11.)

[16] Özde Çelikbilek, “Bir Neslin Geleceği Tehdit Altında”, Birgün, 2 Aralık 2020, s.5.

[17] Yusuf Gürsucu, “Ama Ekmek Satılmadı Eskisinden Ucuza”, Yeni Yaşam, 3 Şubat 2021, s.8.

[18] Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu, çev: Bülent Kale, Sel Yay., 2018, s.33.

[19] Eduardo Galeano, Hikâye Avcısı, çev Süleyman Doğru, Sel Yay., 2017, s.115.

[20] F. Serkan Öngel, “Covid-19, Küresel Düzen ve Yoksulluk”, Birgün Pazar, Yıl:17, No:734, 4 Nisan 2021, s.12.

[21] Grace Blakeley, “Salgının Yarattığı Milyonerler”, Birgün, 28 Haziran 2021, s.14.

[22] Leigh Phillips, “Serbest Piyasa İnsan Öldürüyor”, Birgün, 10 Mayıs 2021, s.5.

[23] Salgın hastalık uzmanı Dr. Syra Madad, “Virüsün doğal kaynaklı olduğu konusunda artık karara varıldı diye düşünüyorum. Bu konuda bize yardımcı olabilecek, virüsün kesinlikle insan üretimi olmadığına ya da laboratuvardan sızdırılmış bir virüs olmadığına dair birçok çalışma var,” (Öznur Oğraş Çolak, “Dr. Syra Madad: Dünya Virüsten Kurtulacak”, Cumhuriyet, 13 Mart 2021, s.19.) diye hatırlatıyor!

[24] “Covid-19 Sağlıksız Çevrenin Eseri”, Türkiye, 5 Haziran 2021, s.2.

[25] “Arundhati Roy: İnsanlığa Karşı Suça Tanıklık Ediyoruz “, 30 Nisan 2021… https://gercegingunlugu.blogspot.com/2021/04/arundhati-roy-insanlga-kars-suca-tanklk.html

[26] “Johnson’dan Açgözlülük İtirafı”, Birgün, 25 Mart 2021, s.5.

[27] “Halk Borcu Borçla Kapatıyor”, 29 Temmuz 2021… https://direnisteyiz29.org/halk-borcu-borcla-kapatiyor-kredi-borcu-olanlarin-sayisi-34-5-milyonu-asti

[28] Colette Shade, “Ruh Sağlığı Politik Bir Problemdir”, Birgün, 1 Mart 2021, s.13.

[29] Çağatay Üstün, “Pandeminin Etik Sonuçlarına Bakış”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2021, s.2.

[30] “Kendini Yalnız Hissedenlerin” Sayısı Pandemi Nedeniyle İkiye Katlandı”, 2 Ağustos 2021… https://www.avrupademokrat.com/kendini-yalniz-hissedenlerin-sayisi-pandemi-nedeniyle-ikiye-katlandi/

[31] “İntihar Oranlarının Arttığı Japonya’da ‘Yalnızlık Bakanı’ Atandı”, 28 Şubat 2021… https://www.avrupademokrat.com/intihar-oranlarinin-arttigi-japonyada-yalnizlik-bakani-atandi

[32] “Eşitsizliğe İsyan”, Birgün, 31 Mayıs 2021, s.4.

[33] Covid 19, POS dokunmadan ödeme sağlayan kartların kullanımını yüzde 161 artırdı. (“Temassız Dünyayı Sevdik”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2021, s.9.)

[34] Pandemi Desteklerinin Yüzde 84’ü İşsizlik Fonu’ndan”, 13 Şubat 2021… https://www.sozcu.com.tr/2021/ekonomi/pandemi-desteklerinin-yuzde-84u-issizlik-fonundan-6258060/

[35] Başak Kaya, “İşsizliğin 46 Milyarı Pandemiye Gitti”, Sözcü, 29 Temmuz 2021, s.9.

[36] Sayime Başçı, “Vatandaş Salgını Yardımsız Geçirdi”, Sözcü, 5 Ağustos 2021, s.8.

[37] http://disk.org.tr/2021/04/2020de-kod-29-kiyimi-143-bini-erkek-34-bini-kadin-toplam-177-bin-isci/

[38] http://disk.org.tr/2021/04/covid-19-doneminde-turkiyede-dolar-milyarderlerinin-serveti-15-milyar-dolar-artti/

[39] Merkezi Aylık Bülteni, Şubat 2021, No:66, Nisan 2021

[40] Murat Özveri, “Türkiye’de Milyarderlerin Varlığını Yüzde 39 Artıran Salgın ve Âşık Serdari”, Birgün Pazar, Yıl:18, No:738, 1 Mayıs 2021, s.5.

[41] Aşıların keşif süreleri hep uzun oldu. Örneğin: Rotavirüs, 26 yıl sürdü. (1980-2006); Papilloma, 23 yıl sürdü. (1983-2006); Hepatit A, 24 yıl sürdü. (1967-1991); Suçiçeği, 34 yıl sürdü. (1954-1988); Hepatit B, 38 yıl sürdü. (1943-1981); Pnömokok, 66 yıl sürdü. (1911-1977); Ensefalit, 39 yıl sürdü. (1937-1976); Menenjit, 68 yıl sürdü. (1906-1974); Kabakulak, 22 yıl sürdü. (1945-1967); Kızamık, 9 yıl sürdü. (1954-1963); Çocuk felci, 20 yıl sürdü. (1935-1955); Japon Ensefaliti – 20 yıl, (1934-1954); Sarıhumma, 27 yıl sürdü. (1912-1939); Tüberküloz, 21 yıl sürdü. (1900-1921):

Daha geçmiş tarihe baktığımızda da pek fark yok: Tetanos, 40 yıl sürdü. (1884-1924); Difteri, 40 yıl sürdü. (1883-1923); Kolera, 30 yıl sürdü. (1854-1884); Çiçek aşısı, 26 yıl sürdü. (1770-1796); Tifo, 58 yıl sürdü. (1838-1896);  (Soner Yalçın, “Algı Diktatörlüğü”, Sözcü, 26 Kasım 2020, s.10.)

[42] “BM: 130 Ülkeye Tek Doz Bile Aşı Ulaşmadı”, 18 Şubat 2021… https://direnisteyiz28.org/bm-130-ulkeye-tek-doz-bile-asi-ulasmadi

[43] “130 Ülkeye Tek Doz Aşı Girmedi”, Birgün, 19 Şubat 2021, s.5.

[44] “Patent Öldürüyor”, Birgün, 23 Nisan 2021, s.12.

[45] Ceyda Karan, “Aşı Tekelleri ve Distopyamız”, Birgün, 3 Mayıs 2021, s.4.

[46] Erdal Atabek, “Evrimin En Temel İlkesi; Ayakta Kalmak!”, Cumhuriyet Kitap, No:1624, 1 Nisan 2021, s.8.

[47] “Corona Günlerinde Aşı da Sınıfsal!”, Devrimci Duruş, No:94, Şubat 2021, s.5-6;

[48] Levent Uygur, “Aşı: 3. Dünya Paylaşım Savaşı mı? Tedavi mi, Yoksa Silah mı?”, Politika, Yıl:17, No:63, 7 Mayıs 2021, s.10-11

[49] Frédéric Pieerru- Frédéric Stambach-Julien Vernaudon, “Patentlere Karşı Aşı Mücadelesi”, Le Monde Diplomatique Türkiye, 1 Mart 2021, s.1-5.

[50] Jeffrey D. Sachs, “Fikri Mülkiyet Herkese Ait Olmalı”, Birgün, 10 Mayıs 2021, s.5.

[51] Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu, çev Bülent Kale, Sel Yay., 2018, s.311.

[52] Robert Boyer, “Bir Salgın İki Gelecek”, Le Monde Diplomatique Türkiye, No:10, 2 Kasım 2020, s.1-6.

[53] Ali Tepe, “Bilimsel Öngörü&Kehanet”, Yeni Yaşam, 9 Mart 2021, s.8.

[54] Didem Mercan, “Werner Bonefeld: Sınıf Mücadelesi Her Şeyi Belirler”, Birgün, 4 Mart 2021, s.5.

[55] Ergin Yıldızoğlu, “Distopya ile Ütopya Arasında”, Cumhuriyet, 1 Mart 2021, s.11.

[56] Yasmeen Serhan, “Coronavirüs ve Popülizm İlişkisi”, Birgün, 24 Ağustos 2020, s.5.

[57] Jean Starobinski, Özgürlüğün İcadı, çev: Haldun Bayrı, Metis Yay., 2012.

[58] Rahmi Öğdül, “Değerli Yalnız Örümcekler”, Birgün, 27 Mart 2020, s.15.

[59] Mahmut Yanar, “Evrimsel Perspektiften Salgın Hastalıklar ve Covid-19”, Birgün, 23 Mart 2020, s.6.

[60] Zygmunt Bauman, Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup, çev: Pelin Siral, Habitus Kitap, 2018.

[61] Ergin Yıldızoğlu, “Evet, Umut Var”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 2021, s.11.

[62] Cihan Tuğal, “Pandemi ve Sosyalizmin Zorunluluğu”, Evrensel, 19 Haziran 2021, s.8.

[63] Lucas M. Hirtz, “Corona, Kapitalizm ve Kriz”, Birgün, 20 Şubat 2021, s.5.

[64] Stephen Maher, “Biden’ın Paketi Kapitalistlere Dokunmayacak”, Birgün, 21 Haziran 2021, s.5.

[65] Kolektif-Latince Güzel Sözler Antolojisi, der. ve çev: Çiğdem Dürüşken, Alfa Yay., 2015.