Söz Pınar Selek'te :   Buraya gelirken telefonumu kapattım. Çünkü gazeteciler arıyordu. Ama kısaca söyliyeyim. Dava 14 senedir devam ediyor. En son Yargıtay bozmuştu, mahkemeye gelmişti bir sene önce. Savcı mütaala vermişti ömür boyu hapsimi isteyerek. Geçtiğimiz 9 şubatta bir yıl önce mahkeme beraat kararında direnmişti. Daha sonra Savcı bu direnmeye tekrar  itiraz etti.  Mahkeme bir çok  teknik nedenlerle uzattı ve dosyayı Yargıtay’a göndermedi. 1 senedir bekliyoruz. Yargıtay’a gönderecekte son kararı verecek. Savcı sürekli benimle ilgili bir tutuklama istedi. Savcı,  yeniden mütaala verdi bugün hukuken böyle bir hakkı olmadığ halde. Fakat Hakimler bu mütaalayı kabul ettiler. Şimdi bu durum çok ciddi.

Yani artık Yargıtay değil, Hakimlerin karar vermesi bekleniyor gibi. 14 yıldır ben bu oyunda oynamıyorum ama Türkiye’de bu olanlardan bağımsız bir durum değil. Boyun eğmediğiniz zaman mutlaka  başınızı ezmeye çalışacaklar. Bu kadar kabaca söylüyorum. Tabii şöyle birşeyde var. Benim davam 14 yıldır devam ediyor.. 14 yıldır hükümetleri de değiştirdik arada. Türkiye’de birşey değişmediğini gösteriyor. Hani bir konuda elinizin taşın altına nasıl sokarsan sok, bu unutulmuyor. Kinle kafanı ezmeye çalışıyor direniyorsan, devam ediyorsan.


TÜRKİYE'DE 14 SENEDİR HÜKÜMETLER DEĞİŞTİ AMA  SİSTEMİNDE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Şöyle birşey söyliyeyim. Bugün  Büşra Esranlı, Ragıp Zarakolu gibi pekçok insanın cezaevinde olması. Benim yönümden o daha şey beni daha fazla terörize ettiler. Sivil katliam gazete çıkardılar. Genç olmamdan dolayı
, Öcalan’la evlenecek falan dediler.... Tehditler, kaçırmalar v.s. çok fazla şey yaşadım. Pek başarabildiklerini düşünmüyorum. Mesela beni dışlamaya çalıştılar. Bu romanın 3 haftada 1. Baskısı tükendi. Mesela Büşra Esranlı, Ragıp Zarakolu bunlar yaşlı insanlar. Onlar da zamanında gençlerdi benim gibi. Tutuklamalar herkeste bir korku yarattı. Çünkü ben daha gencim ben sınır aralarında dolaşıyorum. Daha aykırıyım. Ama onlar yaşı başı olan insanlar.
Benim zamanımda işkence çok ağırdı. Şimdi tabii sistematik işkence yok. Belli bir bölgede var. Ama şimdi nasıl işkence var? Herkes cezaevine atılıyor. Ve sen nasıl senaryonun içine yerleştirileceğini bilmiyorsun. Çünkü her türlü uyduruk bişey oluşturulabilir. Gizli tanık diye bişey var. Ve sen korkunun yanında endişe duymaya başlıyorsun. Endişe daha tehlikeli birşeydir korkudan. Daha belirsizdir. Şuanda Türkiye’de biz burdayız. Şuanda Gazetecilerin, muhaliflerin nasıl bir tehlikede olduklarınıda hatırlamadan geçmemek lazım. Ama devam edeceğiz, hem üretmeye hem bu işleri konuşmaya.




............................................................................................................................................................................................................................................................................


Pınar Selek'in almancaya çevrilmiş  "Halbierte Hoffnungen" ,"Yolgeçen Hanı" adlı  kitabının tanıtımında dinleyicilerin sorularına verdiği cevaplardan  derlediklerimizi Avrupa Postası okurlarına yorumsuz sunuyoruz.

Sen sorularına cevap buldun mu diyeceksiniz bana ? Hayır bulamadım.

 Şey ben aslında tabii çok erken başladım edebiyata. İlk romanımı ilkokulda yazdım ondan sonra üniversitenin ilk yıllarında hikaye ödülü aldım. Fakat o kadar çok soru vardı kafamda. Tabii ülkemizde yaşanan çelişkileride biliyorsunuz. Bütün dünyada yaşanan çelişkiler birbirinden farklı değil ve o sorulara cevap vermek zorundaydım. Özgürlük, kendimi tanımak zorundaydım, kendimi anlamak zorundaydım yaşadığım toplumu anlamak zorundaydım. O nedenle sosyolojiye geçtim ve politik bir mücadeleye geçtim. Tabii o sizin kelimelerinizi alıyor ve kavramlarla konuşmaya başlıyorsunuz. Ve o dille kendinizi ifade etmeye çalışıyorsunuz.  Uzun bir zaman devam etti bu böyle.

Fakat siz şimdi bana, sorularınıza cevap bulabildiniz mi  diye soracaksınız ?

Yok bulamadım. Fakat şöyle oldu bir yöntem geliştirdim. Bakmayı öğrendim. Soru sormayı öğrendim. Ve bir analiz yöntemi geliştirdim. Bu benim için çok önemliydi. Bunu bulmak benim için önemliydi.

Şimdi böyle olunca daha hazır hissettim. Biraz daha bunun dışına çıkmaya fakat, yine de öncelikler vardı. Şunu  yapmak lazım, bunu da yapmak lazım ve buna da cevap bulmak lazım. Bu yüzden durduramıyorumdum kendimi politik ve bilimsel alanda çalışmaktan.

Sonra Türkiye’yi terketmek ve Almanya’ya gelmek zorunda kaldım iki sene önce. Öyle bir acı düştü ki içime tarifini anlatamam. Buna sadece başka bir sürü işin arasında edebiyatla cevap verebilirdim. Acının yoğunluğunu edebiyat üzerinden söylemeyi tercih ettim.

Hayatım da kıskanç bir sevgiliyi kabul etmedim. Bana göre çok kaliteyi düşünen şeydir kıskançlık. Ama beni kurtardı çünkü kendi dünyasına çekti.

Şimdi bana soruyorlar gazeteciler artık edebiyata döndün bundan sonrada edebiyatla mı devam edeceksin diye ?


BEN DİLLER ARASI DANS ETMEYE KARAR VERDİM

Ben dans etmeyi çok severim. Her türlü dans çok güzel birşeydir. Hayatı ancak dansla ifade edebileceğinizi düşünüyorum. Sadece anlama sadece söyleme biçimiyle değil. Müzikle, romanla, bilimle çünkü yaşadığımız gerçeği farklı dillerde anlatabiliriz ancak. Yani kişinin çölde yürümesini  iki kişinin dayanışarak  yürümesini biyolojik açısından anlatabiliriz, sosyolojik açıdan anlatabiliriz. Ama o dayanışmayı bir şiirle anlatmak gerek bazen. Tek birşey yetmiyor. Ben diller arası dans etmeye karar verdim. Deniycem...

Yani, şöyle ben oturup bir mühendislik çalışması yapmadım açıkcası. Şimdi oturayım umudu geliştireyim, öyle olmadı. sonra da yorumladığımda böyle bir ihtiyacım vardı ve  bu çıktı diye anlattım bir röportajımda. İnsanlar herşeyi söylüyorlar. Bir umut romanı var içinde diyorlar. Bizi ayakta tutan şey umuttur. Herhalde bunu böyle düşünerek yapmadım. Kendimin de umuda ihtiyacı vardı. Umutla ayakta duruyordum. İnsanlar nasıl ayakta duruyorsun diyorlardı. Çünkü tek başına bir sürü şey yapmak zorundayım. Ben de diyorum ki dayanışma sayesinde, sevgi sayesinde, insanlar sayesinde çünkü çok güzel şeyler  görüyorum. Şanslı birisiyim. Güzel şeylere tanık oluyorum. Direnişlere, sevgiye insanların iyiliğine görüyorum ve yaşıyorum bunu iliklerimde hissediyorum. Şimdi o kadar karamsar bir dünya ki. Kendi dünyamı anlatmak istedim belki de bilmiyorum.

İÇİMDE BİR UMUT OLMASA AYAKTA DURAMAZDIM

Ben Almanya’ya geldikten sonra hep yollardaydım. Trenle bir yerden bir yere gidiyordum.  Hani önce Elif çıktı, Sema çıktı, Fikret çıktı. Hani onlarla sonra beraber yazdık romanı. Çok kendiliğinden gelişti o süreç çok heyecan vericiydi. Bizim toplumda var belki, de bu umutla ayakta duruyoruz. Çok insan umutla ayakta duruyor. Bana özgü birşey değil aslında.

Türkiye’de benim üç masal kitabım var. Masalcı olarakta biliyorlar beni. Eleştirmenlerde bana Pınar bize yine masal kitabı yazmış diyor. Tabii bunla ilgili. Tabii yanı masala ihtiyacımız var. Ben diyorum ki yüreğimizde ki  masalı kaybedersek yaşamayız. O yüzden yani biraz daha uzun bir masal yazmış oldum. Masalı yazmayı  da yaşamayı  da seviyorum.

Şimdi ben size birşey söyliyeceğim. Siz hayatınızdaki sokakta yaşayan herhangi insanla bir temas kurmadınız mı?  Ya, bunun için sosyolog mu olmak lazım? Seks işçisiyle. Dokunmadı n mı? Yani seks işçileri ayrı bir dünyada mı yaşıyor?

"YOLGEÇEN HANI" ROMANIM YEDİKULE'DE GEÇMEKTEDİR.


Pek çok insan karşılaşıyor. Dolasıyla ben gerçekçi birşey yazmak istedim. Yani ben bir evi anlatabilecek olsam bile o ev bireyleri bir sürü insanla temas halinde olur. Herkesin başka hikayesi olur.Hande daha sonra Yedikule’ ye gelecek ve oranın önemli figürlerinden olacak. Ama bir mahalledeki herkesin ayrı bir hayat hikayesi var. Sadece biraz farklı hayat hikayelerini de göstermek istedim. Ama sosyolojik katkısı nasıl olur bilemiyorum.

Bazı sosyologlarda sadece belli konuları araştırıyor. Başka birşeyi değil. İnsan görmeyi bilirse çevresini sosyologta olsa ,ev kadını da, olsa ahçı da olsa, hani çevresiyle ilişki kurabilir. Fakat tabii sosyoloji konusunda birikimim roman konusunda tabiiki etkili oldu. Bu tabii ki faydalı oldu benim için. O yüzden dans etmeye devam edeceğimi söylemiştim.

Onu bilerek yaptım. Yani bu provakasyonu bile bile gerçekleştirdim. Tabi romanda lezbiyen aşkın tek öznesi. Mahallede gerçekleşen aşkında öznesi. O anlamda Hande mahallede çok ciddi önemli bir figür. Aynı zamanda dostluğun, arkadaşlığın, direnişinde sembolü.

Türkiye’de ki gazeteciler de bana hep şeyi soruyor. Romandaki Elif Sen misin? Hepsini içinde beni bulmak mümkün olabilir. Ama Elif’e de benzemediğimiz çok fazla nokta var. O ayrı bişey. Elif karakteri romanda çok fazla insanı birleştiriyor. Yani farklı hayatları birleştiriyor. Babasından dolayı ne bileyim daha sonraki polis seçimlerinden dolayı ve gidiş gelişlerde neden olmasından dolayı. İşte yurtdışına çıkmak zorunda kalması vesaire. Orda pek çok insanı birleştiren bir figür oluyor.

Aynı zamanda Elif Türkiye’de ki Fikret’le beraber. Fakat ikisi ayrı çevrelerde büyüyor. Birinin babası yaşıyor birinin babası 12 Eylül’de işkenceden öldürülüyor. Yaralı bir kuşağında sözcüleri oluyor. Daha sonra ki Elif’in isyanları, seçtiği yollar, o yollarda ki debelenişleri ... İsyanla önüne çıkan ilk yola girmesi daha sonra sorgulamaları... Aslında Türkiye’de ki binlerce yüzbinlerce gencin hayatını da sembolize ediyor. O anlamda da önemli. Ama onun yanındaki figürlerde önemli. İlk akla gelen Elif oluyor. Herkesin dikkatini çeken çünkü 12 Eylülden sonraki kuşağı çok sembolize ediyor. Ama bu kadar gündeme gelmemiş diğer karakterlerde önemli.

Umarım kitabı okursunuz. Bir kişi bile beni temsil etmiyor. Tamamen kurgusal tüm karakterler. Öyle bir oldu ki masal kahramını gibi hayatıma girdiler. Sonradan bende bunların varlıklarına inandım. Sonra Türkiye’ye gittim 4-5 ay önce. 1 hafta kaldım. İlk işim Yedikule’ye gitmek oldu. Sokaklarda Elif’i aradım. Ciddi ciddi aradım. Sema’yı aradım. Birde tabii arkadaşlarda yanımda. Kimse beni bırakmıyor. Ama onlar bence gerçek. Hani bireysel karşılığı olmayan gerçekler. Ben masallara inanıyorum. Ben hala birgün ansızın kapımı çalacaklar diye düşünüyorum.

PINAR SELEK'İN KİTABINA YÖNELİK SORULARA VERDİĞİ CEVAPLAR

Ben; kitabınızı okumadım, merak ettiğim kitabın Almanca çevirisinde ve Türkçe'deki isimleri farklı. Almanca çevirisinin adını da sen mi buldun  ? Bir de başlığı neden “Yolgeçen Hanı” ?

Onu kitabı okuyunca göreceksin “Yolgeçen Hanı” bir sürpriz kitabın içinde. Şöyle bir aşk romanı aynı zamanda. Bence destansı bir anlamı var “Yolgeçen Hanı’nın”. Hani okuyunca ortaya çıkıyor. Bir sürü şeyi de sembolize ediyor. Karşılaşmaları birliktelikleri. Bana yayıncım çeviri bittikten sonra “Yolgeçen Hanı' ’nın” almanca tam bir karşılığı yok dedi. Ben de güvendiğim için almancam da yok, kabul ettim “Halbierte Hoffnung” u önerdiler. Bende ilk başta dedim ki... Bunun umutsuz bir mesajı yok dimi dedim. Öyle olmadığını öğrendim. Yani yarım kalmış ama sürekli devam edebilecek birşey olduğunu. Bir de için de şiir var. Metin Altınok’un. “Yarım kalan umuttur elimizde kalan” aslında o kadar dostluklarla devam ediyor. Romanda yarım kalan şeylerin aslında sadece umut olduğunu da gösteriyor. O anlamda ben romanın almanca başlığından memnunum.

Kitabın Almanca baskısınında sizin resminizin olmasına da mı siz karar verdiniz ?

Yok. O konuda bir iletişimsizlik oldu. Almanya’da değildim o sırada. Aslında başka bir kapakta anlaşmıştık. Fakat o sırada mail'lerime bakabilecek durumda değildim. Yayıncım bana senin fotoğrafını kullanabilirmiyiz dedi. Bende arka kapakta zannetim. O bana göndermişti maili. Bende bakamadım. Ne istersen yapabilirsiniz çok güvendiğim için böyle söyledim. İşte bu yüzden kadın figür olarak seni kullandık dedi. Kapak böyle gelişti. Onu da ben bir bildiği vardır diye düşünüyorum. Ama şuan bana sorsanız bu kabul etmem. Ama yayınevime çok güveniyorum.

Çeviri bozukluklarından bahsettiniz ‘Halbierte Hoffung'u siz mi nasıl çevirirdiniz ?

Benim Almancam olmadığı için onu size bırakıyorum. Yarım kalmış umutlarda diyebilirdim. Yarım kalan ama bitmiş değil. Yarıda olan.

Şöyle birşey söyliyeyim. Gerçekten romanda bizim hayatımızda olduğu gibi yarım kalmış umutlar var. Çok fazla. Ama sonra bunların tamir edilmesi var. Dostluklarla ilişkilerle iletişimlerler biraraya gelmelerle... Birçok umut yarım kalıyor fakat sonra yeni umutlar doğuyor. Özellikler karşılaşmalar, birliktelikler, dostluklar, aşklar... Bunlar yaratıyor yeni umutları.

Yetenek ne kadar belirleyicidir. ? Yazım tekniğinde gerekli figürleri öne aldı. Bu bana sanki yeni gibi geldi. Yeni bir teknik mi?

Ben yetenek konusunu bilmiyorum. Bişey söyleyemiycem. Herşey yapılandırılığını düşünüyorum yaşadığımız hayatta. Herşey bir konsurustrüksüyon. Ya da şöyle bir önemi var konsturksiyonun önemli bir yeri var. Benim yetiştidiğim ortamda zaten buna ilgi duymanın çok koşulu vardı. Şairlerler ve  sanatçılarla çevrili bir ortamdaydım. Ben herkesin yaşadığı koşullarda sanat üretebilecek  yeteneğin ortaya çıkabileceğini düşünüyorum. Bazen bir acıya ihtiyaç olur bazen bir örneğe ihtiyaç olur. Hepsinin motivasyonu farklıdır.

Ben aslında çocukluğumda çok karakterli romanları çok okudum. Hala da okuyorum. Latin Amerika’nın yazarlarının yazdığı romanlarda çok farklı karakterler vardır . Ben belki bir kadın olarak, daha farklı bir bakış açısından  baktım. Hani birkaç karakter etrafında geçmeyen çevresinde figürlerinde olduğu pek çok roman  okudum ben.

Arkadaş bana kitabın son noktasını koyduktan sonra ne hissettin dedi ?
Aslında son noktayı koyduğumda Kıtap ben  İstanbul’da yayınlanınca anladım. Berlin'deydim o zaman oraya gidemiyordum. Kıskanç bir tipti hayatımda sonraki ilişkimiz. Biraz daha arkadaş kaldık. Karakterlerden kopamadım ama bu beni boşluğa düşürmedi.

Neden 80’li yıllarda başlıyor roman ?

12 Eylülde ben çocuktum. 9 yaşındaydım. Fakat çocukluğum cezaevi kapılarında geçti. Evimiz bütün 12 Eylül tartışmalarının bölgemizdeki merkeziydi, yani dernek gibiydi. Çok politlik geçti gençliğim. Çocuklar çok zeki olurlar denirdi doğruymuş. Çok şey bildiğimi ve anladığımı düşünüyordum. Anlıyorum da . O kadar 12 Eylül bu anlamda uzak gelmiyor bana.

Bir ikincisi 12 Eylül sadece o yıllardan ibaret bir zaman değil. Ondan sonraki kuşaklar ve hala etkiliyor. O anlamda bugünü bahsederken bugünü anlamak içinde o zamanda bahsetmek lazım. Bir kuşak gibi görünüyor. Bunun en belirleyici özelliği askeri darbe. Ama ondan sonraki kuşakları da etkilediğini göreceksiniz. Aslında eski dönemin acılarını da anlatıyor roman. Öncesi ve sonrasıyla tüm yaşananlar insanların gündelik hayatlarında karşısına çıkıyor. 12 Eylül romanı değil benim kitabım.

Eşcinsellikle ilgili bir sorunuz vardı ?

Ben şey diye düşünüyorum. Bu konuda roman eşcinselliği çok fazla ifade etmiyor. Oturupta mühendislik çalışması yapmadım.Yani ben romana eşcinselliği de koyayım diye düşünmedim.  O kendi kendine gelişti.  Bende şaşırdım. Ama gerçekten bu deneyimlerin dile dökülmesine de ihtiyaç var . Umarım bunu yapmayı becerebilirim. Ama şunu yapayım diye başlamıyorsunuz. Ama onlarında birbirine aşık olması benim içinde çok hoş oldu.

Yani aile çevrelerinde geleneksel yaşanan aşklarda çok daha masalsı karşılıyor.
Umarım bu destanları yazmayı da becerebiliriz.

Kitap okumaya başladığı gibi okuma akşamı bittiğinde de Pınar Selek Motivasyonundan bir şey kaybetmemişti.
Alkışlar arasında kitabından okumaya son verdi.
Soluğu kapı önünde bir nefes sigara içmede buldu.
Hamburg'da benzeri kitap okuma akşamlarının yaygınlaşması Edebiyatsever için bir ayrıcalık olmalı.