Leipzig Üniversitesi’nin 7 Kasım 2018 tarihinde açıkladığı bir araştırmaya göre Almanya’nın doğusunda insanların yaklaşık %50’si, batısında da %30’u ırkçı görüşlere sahip. Aynı araştırma yabancı düşmanlığının da son yıllarda hızla artmış olduğunu yazıyor. Batıda insanların %24’ü, tek-tük yabancının yaşadığı doğuda ise %31’i yabancı düşmanı! Ülkenin batısında insanların %44’ü, doğusunda %50’si müslümanlara uzak duruyor. DIE WELT gazetesinin Ocak 2018’de sunduğu iki araştırmanın sonuçları da ürkütücüydü. Almanlar demokratik sisteme giderek daha az güveniyorlar. Çoğulculuk karşıtları ülkenin doğusunda %60’a yaklaşıyor.

2008 yılında zamanın Cumhurbaşkanı Horst Köhler, Berlin’de çoğunlukla yabancı çocukların devam ettiği Kepler okulunda yaptığı konuşmayla politikacıları suçlamıştı: “Almanya’daki eğitim utanç verici… İnsanların yeterli eğitim almadığı ülkelerde demokrasi işlemez… Devlet düzenimizin gelecekte de güçlü olması ancak eğitim sistemimizin düzelmesi ile mümkündür…” Cumhurbaşkanı Köhler konuşmasını Kennedy’nin: “Dünyada eğitimden pahalı tek şey eğitimsizliktir!” sözleri ile bitirmişti. Yetersiz eğitim bütün eyaletlere yayılırken öğretmen açığı günümüzde son 40 yılın en doruk noktasında. İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) verilerine göre harcamalarının sadece yüzde 10’unu eğitime ayıran Almanya, Batı ülkeleri arasında sonlarda! Almanya Öğretmenler Birliği dikkati çekiyor: “Ülkeye 10 bin öğretmen daha gerekli… Okullarda her hafta 1 milyon saat ders boş geçiyor”. Zenginle yoksul arasındaki mesafenin giderek büyüdüğü ülkede en büyük zararı, aralarında bizim insanlarımızın da bulunduğu, fakirleşen sınıfın yetersiz eğitim alan çocuk ve gençleri görüyor. Orta sınıf eriyor, eğitim giderek geriliyor, insanlar evlilikten kaçındığından doğumlar da giderek azalıyor, toplum küçülüyor. Geleceğine artık pek umutla bakmayan insanlar toplumu bencilleşiyor, bireyler her geçen gün daha çok ”adalar” oluşturuyor. Alman toplumu gittikçe hızla değişimler yaşıyor.

Evet, Almanya’da her şey uzaktan görüldüğü gibi öyle pek tozpembe değil. Bundan 28 yıl önce doğusundaki ”hasta” Almanya ile birleşmesinin ülke toplumuna hiçbir yararı olmadı. Ülkenin sorunları şu sıralar çok karmaşık, iç içe geçmiş. Tam bir arapsaçı. Bu arada kaybeden sadece Almanlar olmuyor, yabancılar da okkanın atına giriyor. Böyle bir ortamda ”Yabancılar topluma uyum sağlamıyor” diyenler, ne yazık ki gözlerini kapatıyor, uyumun ”tek yönlü bir cadde” olmadığı gerçeğini hasıraltı ediyor… Thilo Sarrazin bir milyon satan, Türkleri eleştiren “Almanya Kendini Yok Ediyor” adlı kitabıyla zengin oldu. Onun dayanıksız görüşlerini kamuoyu araştırmalarına göre Almanların çoğunluğu da onaylıyor.

“Almanlar Türklere adaletli davranmalıdır. Almanların Türklere yaptığı korkunç ve fanatik bir yabancı düşmanlığıdır. Hatta faşizm ve ırkçılıktır…” Ocak 2009’da yitirdiğimiz ünlü yazar Johannes Mario Simmel bu sözleri daha 1983 yılında söylemişti. Aradan geçen yıllarda yabancı düşmanlığı azalacağına arttı. NPD, NSU, HoGeSa, Pegida, AfD başarıya koştu! Aşırı sağcılar Almanya’da gittikçe daha çok saldırgan olurken, politikacılar karşılarında yetersiz kalmayı sürdürüyor. Daha 2001’de Avrupa Komisyonu: “Ülkedeki yabancı düşmanlığı, ırkçılık, antisemitist düşünce ve hoşgörmezlik önemli bir sorun olarak kabul edilmelidir” sözleriyle Almanya’nın dikkatini çekmişti. Ancak o günlerdeki sosyal demokrat İçişleri Bakanı Otto Schily’nin: “En iyi uyum asimilasyondur!” açıklaması bütün ümitleri suya düşürmüştü. Mölln (1992) ve Solingen’de (1993) Türkleri evlerinde yakarak başlatılan yabancı düşmanlığı kısa sürede sona ereceğine NSU’nun 2000-2010 yılları arasında sekiz Türk’ü öldürmesiyle büyüdü, gelişti, nedense bir türlü önlenemedi, sonunda da bugünkü ‘canavar’ oldu!

Toplumsal sorunların sürekli arttığı, günlük yaşamın zorlaştığı ülkede gittikçe daha çok insan artık yalnız, fakir, ümitsiz. Almanlar kendilerinin ve ülkenin geleceğinden korkuyor. Milli gelirin %50’sine nüfusun %10’unun sahip olduğu artık bilinen bir acı gerçek. Resmi verilere göre Almanya’da 6 milyon çocuk ve genç fakir ailelerde yaşıyor. Bu sayı son on yılda ikiye katlanmış! Ekonomisi güçlü Almanya “aile ve eğitim fakiri” listesinde birinci sırada. Düsseldorf’taki Katolik Gençlik Sosyal Hizmetleri adlı kuruluşun hazırladığı “Almanya’da gençler arasında fakirlik” başlıklı geniş rapora (2011) göre yoksulluk sınırında yaşayan 18 yaşından büyük gençlerden %39’nun hiçbir okuldan diploması yok! Almanya‘nın geleceği olan çocuklar giderek daha genç yaşta “kötü yola” düşüyor. On iki, on üç yaşında sigaraya, içkiye başlayanların, kaba kuvvete başvuranların, polisiye olaylara karışanların – içlerinde bizim gençler de var – sayısı hızla artıyor. Aşırı sağcıların güçlendiği ülkede günlük yaşamın sürekli ağırlaşan koşulları altında ezilen ana babalar “eve nasıl ekmek getireceğim” diye çırpınırken, çocuklarının terbiyesine ve eğitimine pek zaman ayıramıyor. Almanya Türkleri’nin %30’u fakirlik sınırının altında (DIE WELT, 3 Mayıs 2016) yaşamaya çalışıyor.

Dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olan Almanya’da devletin kasasına giren vergiler rekor düzeydeyken, niçin fakirle zengin arasındaki makas gittikçe açılıyor, Goethe’nin, Schiller’in ülkesinde eğitim geriliyor, yönetenlerden memnun olmayan insanlar halkçı partilere sırtlarını dönüp aşırı sağcıların kucağına oturuyor, demokratik düzen sarsıntı geçiriyor, 50-60 yıldır birlikte yaşadıkları yabancı kökenlilere birden düşman kesiliyor? 1990 yılını sınır kabul edersek, ondan önceki 30 yılda ülke uyum sorunu yaşamamışken, bu sorunu niçin son 30 yılda yaşıyor ve bir türlü altından kalkamıyor?

Almanya’da siyasal İslam büyüyüp gelişirken en büyük dostlarından biri kiliseler olmuştu. Daha 1970’li yılların başında, „Müslüman öğrencilerin Almanya’ya uyumunu kolaylaştıracak!” görüşünden yola çıkan kiliseler okullarda İslam din dersi projelerini desteklediler. “Ülkemizde din özgürlüğü vardır, onlara karışamayız” diyen her renkten politikacının onayladığı sayısız İslami dernek ve üst kuruluş istediği gibi at koşturdu. Resmi verilere göre Almanya’daki Müslümanların en çok %20’sini temsil eden bu tarikatçı dinciler açtıkları camilerde, Kuran kurslarında ve yatılı okullarda her yıl on binlerce çocuğumuzu imam eğitiminden geçirdi. 1970’ten bu yana üç bine yakın mescit ve cami inşa edildi. Fethullah Gülen liseleri de son on beş yılda neredeyse bütün Almanya’ya yayıldı. Güçlenen İslamcılar işsiz insanlarımıza kucak açtı, çoğunun Alman toplumundan kopmasına neden oldu! Uyum karşıtı bu gelişmeler ülkede yabancı düşmanlığını körükleyen önemli nedenlerden biri sayılır. Önce tarikatçıların İslamını yıllarca destekleyenler, onlara kucak açanlar, günümüzde: „Aşırı islamla savaşmalı!“ diye bağırıyorlar.

Bu nedenle şimdi: „Almanya’daki Türk toplumu, onu temsil eden kuruluşlarla dernekler ve sivil toplum örgütleri de bir araya gelip insanımızı böylesine çok ilgilendiren yaşamsal bir konuda yıllarca seslerini çıkarmayarak üzerlerine düşen görevi ne yazık ki yerine getirmediler, getiremediler!“ demek sanırım kimi hatalarının üstünü örtmek isteyenler için basit bir çıkış! Ülkedeki yabancıların, özellikle Türklerin, CDU ile SPD koalisyonundan beklentileri ne yazık ki hiç gerçekleşmedi. Çifte vatandaşlık hep reddedildi! Almanya’da onlarca yıldır yaşayan, AB üyesi olmayan ülkelerin vatandaşları yerel seçimlerde ne zaman oy kullanabilecek? Yirmi sekiz AB üyesinden on yedisi onlara bu hakkı verirken, Almanya getirilen yasa değişikliği önerilerini 15 yıldır rafta bekleterek, bu çok olumlu uyum atılımına niçin karşı çıkıyor?

Türkiye ve Uyum Araştırmaları Vakfı’nın verilerine (2017) göre Almanya’da Türk kökenlilerin kurduğu 90 bin şirket 400 bin insana iş veriyor! Sadece bu mu ortak yaşama ve uyuma olan olumlu katkımız? Hayır, sporcusundan tiyatro ve opera sanatçısına, balerine, müzisyene, sinema oyuncusuna, kabare sanatçısından komedyene, rejisörden edebiyatçısına, bilim adamından politikacısına kadar binlerce insanımız kimi engellere karşın uzun yıllardır Almanya’nın ortak yaşamına önemli damgalar vuruyor! (PoliTeknik'ten alıntıdır)