„Paralel“ konusuna girmeden önce „Türkiye’ye döndükleri“ belirtilen Yusuf Serhat Bucak ve Şerafettin Kaya ile ilgili bir kaç satır yazmak istiyorum.
Y. Serhat Bucak politikada özet olarak „Üçe“ ayrılmış güçlü bir aşiretten geliyor. Bir taraf PSK’lı, bir taraf „Korucu“ bir taraf PKK’li. Serhat Bucak ile yıllarca aynı gazetelerde yazılar yazdık. Türkiye’den ilk gelişinde sakalsızdı, Avrupa’da sakal bıraktı, dindarlığını öne çıkardı. Zaman zaman politik konularda sert tartışmalarımız oldu, beni fazla sevdiğini söyleyemem. Ülkesine dönmesine sevindim.

Şerafettin ağabey ile ilgili bir anım var. Türkiye’de idam cezası henüz kaldırılmamıştı, Kürt özgürlükçüleri Hollanda ve Belçika’dan Türkiye’ye gidecek bir “Barış treni” kaldırmaya uğraşıyorlardı. Almanya yönetimi bu trenin Almanya topraklarından geçmesine izin vermeyeceğini açıklamıştı. Özgür Politika Gazetesi’ndeki köşemde “Madem onlar Barış Trenine izin vermiyorlar, bizler de bir ‘MÜLTECİ TRENİ’ kaldırırız. Ülkemize dönmemize de engel olamazlar ya” diye uzunca bir yazı yazmış, insanları „Mülteci Treni“ düşüncesini desteklemeye çağırmıştım.
Evet, dönmek istiyordum, Avrupa’ya alışamamıştım, her yanımı bunalım sarmıştı. Ayrıca o günlerde kendilerini kendi yazılarıyla “Aydın” ilan eden yığınla insan “Dönmek”ten söz ediyorlardı. Beni destekleyeceklerine inanıyordum. Bir trenin bir kaç vagonunu doldurabilirdik, “Ben idam mahkumuyum, belki beni asabilirlir, ama hepimizi öldürecek değiller ya” diye yazmıştım, “Hem mültecilikten vaz geçip ülkemize dönmek istediğimiz için girişimizi de engelleyemezler” diye de eklemiştim.

Bu düşüncemi yazı yayınlanmadan önce açıkladığım kahvehane çalıştıran bir arkadaşım “Ağabey kaç kişi gelir diye düşünüyorsun” diye sordu. “1000 kişi olmasa da en az 500 kişi bekliyorum” dedim. Güldü arkadaşım, “Sen 100 kişi bul sana bir hafta boyunca ziyafet çekeceğim” dedi.

Yazı gazetede yayınlandı. Sabah erkenden Şerafettin Kaya ağabey telefon etti ve “Kadir oğlum, en başa benim adımı yaz, buralarda yaşamak istemiyorum” dedi.
Havalara uçtum, Şerafettin ağabey gönüllü olunca ötekiler kolayca destekleyeceklerdi düşüncemi. Ama akşama kadar sadece 3 kişi telefon etti. İkisi PKK taraftarı, biri ekonomik mülteciydi.
Aradan bir hafta geçti. Düşüncemi destekleyenlerin sayısı 11’e çıktı. İçlerinde siyasi insan yoktu, ilticası kabul edilmemiş ekonomik mültecilerdi. Müthiş moralim bozulmuştu. O “Dönmek gerekir, dönmeliyiz, ülkeye dönüş başlamalıdır” diye orada burada nutuk atanlara, yazılar yazanlara gazetedeki köşemde yazdığım yazıyla “Çağırdık gelmediniz, bir daha dönmekten söz ederseniz..” diye giydirdim.

Şerafettin ağabey dönmüş. Sevdikleriyle, sevenleriyle birlikte yaşayacağı sağlıklı yıllar diliyorum ona.
Xxx
Şimdi „Paralel“ konusuna dönebiliriz.

Ayakkabı kutuları, kasalar, kol saatleri, rüşvetler, yolsuzluklarla birlikte çıktı piyasaya o söz:
„PARALEL!
Beynimde geometrik bir paralel şekil belirdi. Bu „Paralel“de çizgiler asla birbirleriyle
Kesişmezler, sonsuza kadar yanyana dolaşırlar.
Örnek:
Ama TC. Diktatörü bu çizgilerin kesiştiğini yüzlerce kez açıkladı:

„Paralel devlet!“
„Paralel iktidar!“
„Paralel yapı!“
„Paralel hukuk!“
„Paralel savcı ve hakim!“
„Anası da zaten paralel!“

Deseniz ki „Kim bu bre“, yanıt hazır; „Pensilvanya!“
„Pensilvanya nireeee, Angara nireeee“ deseniz ona da yanıt hazır:

„Biz onlara hoşgörü gösterdik, onlar içimize girdiler, içimize.“

Çizgiler bir yerde „Kesiştiyse“ orada paralel değil, „Kesişen çizgilerden“ söz edilir. Çizgilerin kesiştiği merkeze de „Nokta!“
Birbirlerini işlerine geldiği zamanlarda desteklemişler, birbirlerinin sırtlarını sıvazlamışlar, para alıp vermişler, birlikte yığınla iş yapmışlar…
Ama iktidar bir tarafın „Özel okullarını“ yasaklamaya kalkınca yataklarını ayırmışlar.
Diktatör hemen bağırmış: Paralel!
Şimdi yatıyoruz paralel, kalkıyoruz paralel..
Yoksulluk, işsizlik, yasasızlık, adaletsizlik, sokakta gösteri yapanı öldürmek… Hepsi paralelin işi.

O ülkede bir iktidar, bir meclis, yığınla milletvekili var. Onlar „Paralel“le baş edemiyorlar ama nasıl oluyorsa ülkeyi yönetiyorlar.

Bakın son günlerde neler dedi diktatör:
„Sen Başbakanı nasıl dinlersin, Enerji Bakanımı, Adalet Bakanımı nasıl dinlersin? Yasal olarak dinlemek bile yasaktır, bunlar bunu bile yaptı. İnlerine gireceğiz, inlerine. Akşamdan sabaha olmuyor. Ama olacak. Sabırla, yavaş yavaş bunu da yapacağız.“

„Sayın Cumhurbaşkanımızı dinlediler, beni dinlediler, Genelkurmay Başkanımı, Meclis Başkanımı dinlediler. Anayasa Mahkemesi’nin başkan ve üyelerini dinlediler.“

Arada birileri çıkıp da „İyi de nerede bu paralel, neden yakalanamıyor“ diye soracak olsa ona da yanıtı hazır diktatörün:

„Nerede bu paralel yapı, diyenler, bu soruları soranlar, paralel devleti, paralel yapıyı gizlemeye çalışanların ta kendileridir. Ya kendileri paralel oldukları için bunu gizliyorlar. Bu paralel yapıdan medet umdukları için, başka beklentileri olduğu için, bu örgütle kendilerinin dayanışması olduğu için bunu muhafaza etmeye çalışanlardır. Bunların hepsine diyorum ki, gidin aynaya bakın.“

Ben de „Nerede bu paralel, niye yakalanmıyor, niye hakkında dava açılmıyor“ diye soruyorum o soruyu aylardır, sonra gidip aynaya bakıyorum ama aynadaki görüntümün yanında paralel bir Kadir göremiyorum nedense. Diktatör her sabah aynaya baktığında aynadaki görüntüsünün yanında birinin durduğunu farkediyor ve bağırıyor: „Aha, paralel!“

Veee, hakaret, iftira, tehdit tehdit üstüne.

„Çünkü bunlar şantajcı, bunlar montajcı, bunlar dublajcı. Önce dinliyorlar, ondan sonra arşive koy. Fakat çekirge bir sıçrar, iki sıçrar... İnlerine gireceğiz, inlerine.”

Diktatör en son açıklamasında demiş ki:
„ABD o kişiyi (Fethullah Gülen) iade etmelidir. İade etmiyorsa sınır dışı etmelidir!“

Fethullah Gülen’in hakkında açılmış bir tek resmi dava var mı?
Yok.
O zaman ABD onunla niye uğraşsın?

Öfff, sıktı bu paralel öyküsü artık. Yakında üçgen, kare, diktörgen de çıkarsa hiç şaşırmayın!