“İsyan, sesini

duyuramayanların sesidir.”[1]

Bir tanığın, “Bu tür kentsel isyanlara şahit olmuştum fakat bu kadar yaşları oldukça küçük olan çocukları ilk kez görüyorum, önceki isyanlar bu kadar şiddetli yaşanmamıştı,”[2] notunu düştüğü Fransa’da yaşanan ilk isyan değildi, sonuncu da olmayacak.

Kolay mı?

Nahel Merzouk’a reva görülen devlet terörü 2005’te polis kontrolü sırasında panikleyerek elektrik trafosuna saklanan ve akım çarpması ile öl(dürül)en Zyed Benna (17) ile Bouna Traore’yi (15) anımsattı.

Ancak yine (ve bir kez daha) “Fransa yıllardır süregelen sistematik polis şiddetini görmezden gelmeyi tercih etti. Yaşanan isyanlar, bunun doğrudan sonucu. Topluma yabancılaşan gençler, sesini duyurmak için ayaklanmaktan başka seçenek göremiyor”du[3], Rokhaya Diallo’nun işaret ettiği üzere…

Oysa Fransa’da yurttaşların Cumhuriyet’in tüm haklarından eşit olarak yararlanacağı, Anayasa’daki “Liberté, Égalité, Fraternité / Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” ilkeleri, ilkokulda belletiliyordu çocuklara.

Ama “teori” böyle olsa da, pratik çok farklıydı…

* * * * *

Anooshirvan Miandji’nin, “Hayatın en büyük direnişindeyiz. İnsan kalma direnişi!” sözlerindeki gibidir her şey…

27 Haziran 2023’te Paris’in Nanterre banliyölerinde yaşayan 17 yaşındaki Cezayir kökenli Nahel M. polis kurşunuyla katledildi. Ardından da başta Paris olmak üzere, Lyon, Marsilya, Lille gibi Fransa’nın birçok şehirlerinde bir Mağripli Fransız vatandaşın daha öldürülmesine yönelik öfke, protesto ve tepkiler sokaklara taştı.

Biriken öfke ve protestolar araçların yakılmasına, kamu binalarının kundaklanmasına, karakol ve belediye binalarının ateşe verilmesine, mağazaların yağmalanmasına, binlerce kişinin tutuklanmasına yol açtı.

2005 ve sonrasında yaşanan yüzlerce polis şiddeti ve baskısı hadisesi, daha çok Mağripli, siyahi ve göçmen Fransızlara yönelmiş ve beraberinde ırkçılık, güvenlik, polis şiddeti, kültürel ırkçılık, sömürgecilik, entegrasyon, Mağrip ve Müslümanlara şiddet, ayrımcılık, kamu düzeni ve aşırı sağın yükselmesi gibi tartışmaları getirmişti.

Fransa’nın varoşlarında büyüyen, geçim sıkıntısıyla boğuşan, nefessiz bırakılan, geleceği çalınan milyonlarca gençten biriydi Nahel M.’de. Bir yandan elektrik bölümüne kayıt yaptırdığı üniversitede okumaya çalışırken, bir yandan da geçinebilmek için paket servis şoförlüğü yapıyordu. İki arkadaşı ile birlikte trafik kurallarına uymadığı gerekçesiyle polis tarafından durdurulmak istenen Nahel, kullandığı aracın şoför koltuğunda yakın mesafeden göğsünden vurularak katledildi.

Nanterre’de gerçekleşen cinayetin ardından başta gençler olmak üzere binlerce insan sokaklara döküldü. “Nahel’e adalet”, “Polis öldürüyor” sloganlarıyla protestoya başlayan emekçilerin tepkisi adeta isyana dönüştü. Hızla Fransa’nın geneline yayılan isyanda polis merkezleri, kamu binaları, yerel yöneticilerin evleri, araçlar ve dükkânlar ateşe verildi. Çoğunluğu gençlerin oluşturduğu 4 binin üzerinde insan gözaltına alındı, bunlardan 400’e yakını tutuklandı. Yüzlerce insan yaralanırken eylemler sırasında 2 kişi yaşamını yitirdi. Tüm bunlara rağmen isyanın büyümesi üzerine 10 kentte gece sokağa çıkma yasağı ilan edildi, 45 binden fazla polis eylemcilerin üzerine salındı.

İsyan, öfke ve adalet talebi pek çok noktaya sıçrayarak devam etti. İşçiler ve sendikaları da, Ocak ayından bu yana emeklilik saldırısı da dâhil pek çok hak gaspına, hayat pahalılığına karşı ülkede yaşamı durma noktasına getiren eylemler yaptılar. Bu kapsamda Genel İşçi Konfederasyonu (CGT) başta olmak üzere onlarca sendika, siyasi parti ve örgüt, eşitsizliğe, baskıya ve sömürüye karşı eylem çağrıları yükseltti.

Öte yandan, eylemlerin demokrasiyi, hukuku, düzeni tehdit ettiğini söyleyen burjuva güçler, sosyal medya kısıtlamalarının getirilmesi ve OHAL ilan edilmesi çağrılarını dört bir koldan yükseltiyorlar. Polis sendikalarının yayınladığı açıklama ise bunun daha da ötesine işaret ediyor. Macron hükümetini sert tedbirler alarak “düzeni sağlama”ya çağıran, aksi halde “direnişe” geçeceğini söyleyen polis, hükümete açıkça ültimatom veriyor:

“Artık bir savaşın içindeyiz. Bu vahşi güruh karşısında sakinlik çağrısı yapılması yeterli değil… Hukukun üstünlüğünün mümkün mertebe en kısa sürede yeniden tesis edilmesi için tüm imkânlar seferber edilmelidir. Bugün polis çatışıyor çünkü biz savaştayız. Yarınsa direnişte olacağız ve hükümet de bunun farkına varmak zorunda kalacak.”[4]

Daha önce de benzer durumlarda generallerin bildirilerine tanık olan Fransa’daki bu durum, burjuva parlamenter sistemin geldiği düzeyi açıkça gösteriyordu.

Varoşlara hapsedilen yoksulların isyanına; polis devleti uygulamaları ile yükselen milliyetçilik eşlik ediyordu.

Egemenler bu saldırıları bahane ederek bir yandan emekçileri korkuya hapsetmek isterken, bir yandan da savaş bütçelerini ve kolluk güçlerinin yetkilerini arttırdılar. İşte 2017’deki yasa da bu kapsamda çıkarılmıştı. Örneğin, bu yasanın ardından “kamusal uyumsuzluk” adı altında kriminalize edilen olayların sayısı yüzde 35, polis araçlarında gözaltı sırasında öldürülenlerin sayısı ise yüzde 350 oranında arttı. Verilere göre 2021’den beri 57 kişi polisin “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle vurulmuş, bunların 18’i  öl(dürül)müştü.

Fransa’daki son banliyö olaylarına bakıldığında, daha önceki yıllardaki lastik yakma eylemleri ve 2005 yılında yine polisin kovaladığı gençlerin elektrik telleri bulunan duvara tırmanırken can vermesi sonucu başlayan şiddet dalgasından çok farklı boyutlarda olduğu görülür. Bu şiddet olayları farklı bir seyir izliyor.

Nahel M’nin ölümü sonrası sosyal medyanın kullanılması ile hızla mobilize olan gençlerin Paris’te başlayan eylemleri Fransa’nın tüm kentlerine, hatta Brüksel’e bile sıçradı.

Brüksel’de, Nahel M’nin katlini protestolara destek eylemlerinde 64 kişi gözaltına alındı. Gözaltındaki protestoculardan 48’inin reşit olmadığı öğrenildi.[5]

Eylemler İsviçre’nin Lozan kentine de sıçradı. Fransa’daki gösterilere destek vermek için 100 gencin toplandığı Lozan’da çıkan olaylarda 7 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanların 15 ila 24 yaşında olduğu kaydedildi.

Bunların böyle olmasında Fransa’nın banliyölerindeki gençlerin, sistematik ayrımcılık ve kuşaktan kuşağa aktarılan öfke ile yoğrulmalarının payı asla unutulmamalı…

“Konjonktürel başkaldırı, yapısal sorunları ortaya koyarken; banliyö isyanı bir şeylerin iyi gitmediğinin göstergesiydi aynı zamanda…

Yaşananlar “göçmen karşıtlığı”na tepkinin ötesinde, ırkçılığa karşı çıkıştı.

Fransa’yı saran ırkçılığı anlamak için neo-liberalizmin doymak bilmez arzusunu ve sermayenin köleleştiremedikleri ile kurduğu ilişkiyi analiz etmek gerekiyor.

Fransa’da, en zengin yüzde 10’luk kesim ulusal servetin yarısından fazlasını elinde bulundururken, en yoksul yüzde 50’lik kesim pastanın yüzde 10’undan azını paylaşmakta…

‘Secours Catholique’in paylaştığı rakamlara göre, 7 milyon kadar insan, yani Fransa nüfusunun yaklaşık yüzde 10’u gıda yardımlarıyla geçinmektedir.

2020’den beri, zenginler kulübü listesindeki ilk 10 Fransız milyarder 189 milyar Avro kazandı.

Fransız milyarderlerin sayısı pandemi döneminde 95’ten 109’a yükseldi.

Fransa’da ne zaman bir ekonomik ya da politik kriz olsa, bir günah keçisi yaratılır, suçlanacak bir azınlık bulunur. Elbette bu azınlık başkent Paris’in lüks semtlerinden ve onun zengin olanaklarından uzak banliyölerde yaşıyordur…

Banliyölerde oturanlar için sistematik bir şekilde hissedilmeye devam edilen gıda yoksulluğu, finansal zorluklar, eğitim ve sağlık alanındaki yetersizlik gibi çok boyutlu bir eşitsizlik var. Örneğin, Fransa’nın geneline göre, banliyölerde işsizlik oranı yüzde 2.7 daha fazla. Diğer yandan sabit bir işe sahip olmayanlar da var. Özellikle Covid zamanında yapılan araştırmalar bu eşitsizliğin sağlık üzerindeki etkilerini ortaya çıkardı. Fransa’nın en yoksul yeri olan Seine Saint-Denis’de ölümler her yerden fazlaydı. Bunun nedenleri arasında yoksulluk, bir kaç jenerasyonun bir arada yaşaması, temel (yani öncelikli) işlerde çalışılması, legal olarak çalışılmaması - bu sebeple geçici işsizlik parası alamaması var. Hastane sayısının nüfusa oranı ülke geneline göre yetersiz kaldı.

Banliyölerde eğitim sorunu, fırsat eşitsizliği var. Çalışmalar, banliyölerde görev yapan öğretmenlerin daha az kalifiye olduğunu gösteriyor. Sosyoekonomik zorlukların üstüne bir de bunlar ekleniyor. Öğretmenlerin okullarda kalma süreleri de aynı ve daimi değil. Paris’in banliyölerinde ve kuzeyinde yoğunlaşan bu bölgelerde, “Paris’te ve ayrıcalıklı banliyölerdeki” yüzde 28’lik orana kıyasla öğretmenlerin yalnızca yüzde 16.8’i en az 8 yıldır kurumlarında çalışıyor.[6]

‘Küresel Eşitsizlikler 2022 Raporu’nu açıklayan ‘Oxfam’, küresel ölçekte milyarderlerin servetinin, son 19 ayda, son 10 yıldaki artıştan daha fazla arttığını tespit etti.

Rapora göre, pandemi döneminde, dünyada her 26 saatte yeni bir milyarder ortaya çıkarken, 160 milyon kişi de yoksulluk sınırının altına düştü.

Mart 2020’den Ekim 2021’e kadar Fransız milyarderlerin serveti yüzde 86 oranında arttı. Fransa’daki en büyük 5 şirket, pandeminin başlangıcından bu yana servetlerini ikiye katladı. Bu 5 şirket, Fransa’daki nüfusun en yoksul yüzde 40’lık diliminin gelirine tek başlarına sahip. Ülkede, 7 milyon insanın yaşamak için gıda yardımına ihtiyacı var. Bu rakam Fransız nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyor. Üstelik pandemi döneminde 4 milyon insan daha kriz nedeniyle bu gruba eklendi.[7]

Bu tabloda banliyölerde yaşayanların büyük bir kesimi ayda ortalama 715 Avro ile yaşıyor. Dikkat; yoksulluk sınırı 1102 euro olan bir ülkeden bahsediyoruz. Yani banliyölerde gördüğünüz insanların çoğu yoksulluk sınırının altında hayat sürdürmektedir. İnternetten gördükleri o ihtişamlı yaşamların çok uzağında hayatlar ve çıkılması mümkün olmayan bir girdap. 65 milyonluk Fransa’da nüfusun yaklaşık yüzde 11’i yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşamakta. 

Polisin Nahel M.’yi vurması şans eseri oradan geçmekte olan bir vatandaşın videosuyla ortaya çıktı. Bu dehşet verici olayda hükümetin ve ana akım medyanın ilk yaptığı şey olay reddetmek ve kurbanı ötekileştirmek idi, ta ki video sosyal medyaya düşünceye kadar…

Özellikle 2000’den beri gittikçe artan eşitsizlikler en zengin ve en fakir arasında bir uçurum yaratmakta. Bu uçuruma ve onun acımasız bekçisi polise karşı gelen herkes cezalandırılmakta. Bunu 2018 sarı yelekliler olaylarında ve her seferinde gittikçe artan polis şiddetiyle karşılaşan emeklilik yasa tasarısı protestolarında açıkça görmek mümkün. Özellikle süregiden emeklilik yasa tasarısı gösterilerinde yaklaşık 1000’e yakın gözaltı ve bir o kadar da polis şiddeti yaşandı.

Polis şiddetini sadece polisle açıklamak, oldukça nahif ve orantısız bir yaklaşım olur. Zira yaşanan her vakanın altında sermaye ile hükümet anlaşması var. Bu anlaşmanın polise düşen kısmında sermayenin bekçiliğini yapması; bu görevi yaparken de öldürmek de dahil tüm yetkilerle donatıldığı görülüyor. Bu yetki 2017’de Cazeneuve yasası yani “öldürme lisansı” ile alenen yasalaştı. İçişleri Bakanlığı üzerinde büyük bir etkiye sahip polis sendikası Alliance’in, yani 3 ayrı polis sendikasının birleşmesinden meydana gelen yapının, halk düşmanlığı ise aslında politik bir görevlendirmedir. Bu görevlendirmeyi Holland hükümeti, “öldürme lisansı” ve iş kanunu da dahil olmak üzere bir çok sosyal alanda yasalaştırmıştır. Gelinen nokta ise kendi içinde birbirinden uzak ve oldukça kutuplaşmış ülkeler barındıran bir Fransa’dır.[8]

* * * * *

Fransa’da yaşananları Friedrich Engels’in, “Bir gram eylem, bir tonluk kuramdan daha değerlidir,” formülü ile özetlemek mümkün; Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 2 Temmuz 2023’de Elysee Sarayı’ndaki toplantıda bakanlara, ülkede düzenin ve sükûnetin yeniden tesis edilmesi için her şeyi yapma talimatı verdi ve aşırı sağcı grupların da sokağa çıkmasını devreye soktu.

Angers ve Chambery kentinde aşırı sağcı ve yüzü maskeli gruplar sokağa inerek protestoculara saldırdı. Twitter paylaşımlarında Angers’deki aşırı sağcı grubun bir grup göstericinin onları hedef almasıyla dağıldığı belirtildi. Metz kentinde çekildiği belirtilen başka bir görüntüde de ellerinde kılıç bulunan birkaç kişi kameralara yansıdı.

Nahel M’nin öldürülmesi toplumsal tepkiye karşı ana muhalefet konumundaki merkez sağ parti Cumhuriyetçiler’in Genel Başkanı Eric Ciotti, “Fransa’nın her yerindeki ayaklanmaların görüntüleri dayanılmaz. Hiçbir şey bu şiddet patlamasını haklı gösteremez. Cumhuriyet hiçbir koşulda teslim olamaz,” derken; faşist Eric Zemmour da olaylar büyümeden ve zaman yitirilmeden olağanüstü hâl ilan edilmesini istedi.

Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Fransa’da da faşizm yükselişte… Göçmenlere, göçmen kökenlilere, mültecilere yönelik ayrımcı söylemler medyada ve siyasette yer alıyor, partilerin programlarında vaat olarak görünüyor. 2022’de Fransa’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Marine Le Pen 2’nci tura kaldı ve ikinci turda oyların yüzde 41.45’ini aldı. Bir sonraki seçimlerde aday olması hâlinde seçilirse bu şaşırtıcı bir durum olmayacaktır.

Nahel M’nin ölümünden sonra yayımladığı mesajda “Bugün polisin artık belirli sayıda mahallede en ufak bir yetkisi yok. Hayatları tehlikeye atılıyor. Polis güçlerinin meşru müdafaa karinesinden yanayım” dedi. Le Pen, 2022 seçimleri için güvenlik konusu üzerinde durmuş ve “polis ve jandarma” için 7 bin görev oluşturmayı ve “sulh hâkimi sayısını ikiye katlayarak 20 bine çıkarmayı” vaat etmişti. Polis için meşru müdafaa karinesi, ceza düzenlemelerinin sonu da programındaydı. Le Pen gibi aşırı sağcılar bu olayları (yakmaları, yağmalamaları) göçmen kökenlilere karşı söyleme çevirdiler.

Evet, Doç. Dr. Buket Türkmen’in de işaret ettiği üzere: “Ancak ırkçılık sadece ırk ayrımcılığı şeklinde değerlendirilmemeli, bunun sosyal, sınıfsal boyutu da var. Sınıfsal ezilme ile ırk ayrımcılığı el ele gidiyor… Mekânsal olarak da sorunlu kentleşmenin bir sonucu bu banliyöler. Hem ırksal hem sınıfsal olarak altta bulunan kitleler bu banliyölerde yoğun şekilde oturuyor. Kültürel yaklaşımlarla işin sınıfsal boyutu atlanıyor. Burada kesişimsel bir ezilmeden söz etmek daha doğru olacaktır… Neo-liberal Macron’u radikal sağcı Le Pen gelmesin diye iktidara getirdiler, solcular bile Macron’a oy verdi, ırkçı bir yönetim gelmesin diye ama son olaylardan sonra Le Pen iktidara gelebilir. Şu anda ayaklananlar orta sınıf değil, bu yakıp yıkan, şiddetten kaçınmayan bir ayaklanma tipi. Sokaklarda şiddet var ve insanlar sokağa çıkamıyor. Bu durumda, orta sınıflar bile kaos içinde yaşamamak için daha otoriter bir devlet, bir demir yumruk isteyebilir. Nihayetinde neo-liberalizm de faşist yönetimlere giden yolun taşlarını döşüyor”du.[9]

Özetle iktidarın ötekileştirdiği[10] banliyölerdeki tepki yıllardır biriken öfke, artan yoksulluk, zorlaşan yaşam koşullarına karşı ezilenlerin itirazı ve aynı zamanda da Fransa’daki “burjuva demokrasi”sinin deşifrasyonuydu.

Fransa’da her on yurttaştan altısı oy kullanmayıp, çoğunluk seçimler yoluyla bir değişimden umudunu kesmiş göründüğü ve Fransız Ulusal Meclisi’nde 577 vekilden sadece beşinin işçi sınıfından geldiği[11] tabloda kimileri hâlâ görmezden gelse de görülmesi gerek:

“a) Temsilî demokrasi artık temsilî demokrasi olmaktan çıkmıştır. Parlamento seçimlerden koparılmıştır. Genel oy parçalanmış, devletin halkı kandırma aracı dışında işlev görmez olmuştur.

“b) Bunun daha açık ifadesi genel oy ve temsile dayalı sistem artık işlememektedir. Parlamento, hükümet, muhalefet, siyasi partiler, seçimler devlet mekanizmasını örten birer şaldır. Bu şal bir kez kaldırıldı mı, devlet çarkı tüm çıplaklığı ile ortaya çıkar.”[12]

Macron’u korkutan, polis gücünün yanı sıra, neo-nazileri devreye sokan endişe ezilenlerin öfkesiyken; yoksulların itirazı, elbette şiddeti içeriyordu. Lakin esas şiddet devletin kendisiydi ve Bu devlete karşı, her yol ve araçla savaşmak, işçilerin, kadınların, gençlerin meşru hakkıydı.

‘İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün, 2020 yılında Fransa’daki polis şiddeti üzerine hazırladığı bir rapora göre polis, yasayı çiğnediğine dair herhangi bir işaret veya kanıt olmasa bile genç siyahlara ve Araplara karşı geniş durdurma-arama yetkileri kullanıyor. Fransa’da “kimlik kontrolleri” olarak adlandırılan bu kontrollere genellikle izinsiz çanta ve cep telefonlarının aranması ve hatta bazen on yaşındaki küçük çocukların bile aşağılayıcı şekilde vücutlarının aranması eşlik ediyor. Polis, kimi kontrol edeceğini belirlemek için etnik profilleme yapıyor-yani belirli kişilerin davranışlarından ziyade kökenleri ve etnik kökenleri dâhil olmak üzere görünüşlerine göre suçlu olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu varsayıyorken;[13] resmi bilgilere göre protesto eylemlerinde, Fransa genelinde yaklaşık olarak 3500 kişi gözaltına alındı ve yüzlerce gösterici yaralandı.1105 kamu binası olmak üzere yaklaşık 12 bin bina zarar gördü ve 5 bin 892 araç yakıldı. Ülke genelinde 260 polis ve jandarma karakolu küçük çaplı saldırılara uğradı, 808 kolluk gücü yaralandı. Macron hükümeti 11 kentte geçici olarak saat 21.00’den itibaren sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ancak burada dikkat çeken önemli hususlardan biri de askeri gücün devreye sokulmaması oldu.

Nahel M’nin katline tepki, elbette birikimin dışa vurumuydu…

Örneğin Fransa’da emeklilik reformuna karşı ülke genelindeki seferberlik sürüyordu. Yüz binler meydanlara çıkarken, ülke genelinde 250 yerde protesto yürüyüşleri düzenlenmişti.[14]

Hayat pahalılığı, enflasyon, savaş, sömürü, ağır çalışma koşulları... Avrupa ülkelerinde yaşayan işçi ve emekçileri derinden etkiliyor. Bu nedenle, biriken öfke zamanı geldiğinde coşkun seller gibi sokağa akıyor. Emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı gerçekleşen genel eylem gününe rekor düzeyde 2.5 milyon işçi, emekçi ve genç katıldı. 19 Ocak 2023’deki genel eylem gününde 2 milyon emekçi sokağa çıkmıştı.[15]

Emeklilik yasasına karşı kitlesel eylemler sürüyorken; hükümetin emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkaran yasa tasarısını kabul etmesi, haftalardır süren protestoları daha da alevlendirdi. En büyük tepki ise 49.3 olarak bilinen, anayasanın 49’uncu maddesinin 3’üncü paragrafına dayanarak tasarının parlamentoda oylamaya sunulmadan kabul edilmesi kararı alan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a karşıydı.[16]

Macron hükümetinin emeklilik reformuna tepki gösteren binlerce Sarı Yelekli yeniden sokağa indi.[17]

Fransa’da Macron döneminde zenginler zenginleşti, halkın yüzde 16’sı beslenme güçlüğü çekiyor. Yoksullar daha da yoksullaşırken, zenginler ise servetlerini büyütmeye devam ediyor.

Açıklanan bir istatistik, Fransa’nın büyük servet sahiplerine en çok kucak açan üçüncü ülke olduğunu ortaya çıkardı. Uzmanlar, ülkede yaşanan enflasyondan dolayı halkın yüzde 16’sının beslenme güçlüğü çektiğini vurgulayarak, zenginlere daha fazla vergi uygulanmasını istiyor.[18]

İsviçre merkezli UBS bankasına göre, Fransa, yaklaşık üç milyon milyonerle, 2022 yılında büyük servet sahiplerine en fazla kucak açan ülkeler arasında üçüncü sırada. ‘Attac’tan Raphael Pradeau’ya göre bu durum, “Macron’un politikasının mantıksal bir sonuncu”dur.

Fransa sadece milyonerleri şımartmıyor. En çok “çok zengin”, yani 50 milyon dolardan fazla parası olan insanların yaşadığı ülkeler arasında 8. sırada yer alıyor. ABD’de de 124 bin, Çin’de 33 bin ve Almanya’da 9 bin 100 olan bu sayı Fransa’da 3 bin 890’dır.[19]

Bu isyan ne ilk ne de son olacak. Çünkü isyana zemin oluşturan temel sorun, Fransa’da gittikçe büyüyor ve derinleşiyor. O zemin Fransa’da “sosyal devleti” adım adım eriten neo-liberalizmdir. Ve neo-liberalizm en çok Fransa’daki banliyöleri vuruyor.

Banliyöler Fransa’nın en yoksul yerleri... Banliyölerdeki işsizlik oranı, Fransa genelinin iki katı. Bazı banliyölerde işsizlik yüzde 40’lara kadar çıkıyor. Fransa genelinde yoksulluk sınırının altında yaşayanlar yüzde 14 iken bu oran banliyölerde yüzde 40’ı aşıyor.[20]

Banliyöler ve burada yaşayan yoksul Afrikalı ve Asyalılar, kuşkusuz Fransız sömürgeciliğinin sonucudur. Bu gerçek, diğer bütün gerçeklerden daha önemlidir ve birinci gerçektir.

* * * * *

Fransa’da banliyölerin başkaldırısına ilişkin -Slavoj Zizek’in ifadesiyle-, “Pasiflik, vicdanın ölümü anlamına gelir”ken; Prof. Dr. Hamit Bozarslan’ın, “Avrupa toplumları “özgürlük” konusunda gelişme kaydettiler ama “eşitlik” talebini karşılamaktan son derece uzaktalar,”[21] abartısına verilebilecek yanıt; V. İ. Lenin’in, “Paranın egemen olduğu bir toplumda, emekçilerin yoksulluk içinde kıvrandığı, bir avuç zenginin de onların sırtından asalaklık ettiği bir toplumda gerçek özgürlük olamaz,” sözüdür!

Çünkü Fransa’daki kapitalist devlet katildir ve Stefan Zweig’ın, “İtiraz etmeyen, karşı koymayan herkes suç ortağıdır,” ifadesinin altı ısrarla çizilmelidir…

Kimileri, hâlâ ve utanmadan katil polis memurunun meşru müdafaasından söz ediyormuş. Hangi meşru müdafaa? Yok böyle bir şey!

Unutulmamalıdır ki, “Devlet, burjuvaların dışarıda olduğu kadar içeride de mülkiyetlerini ve çıkarlarını karşılıklı olarak güvence altına almak üzere, zorunluluk yüzünden kendilerine seçtikleri örgütlenme biçiminden başka bir şey değildir.”[22]

“Burjuva düzeninin uygarlığı ve adaleti, bu düzenin köleleri efendilerine isyan eder etmez, gerçek ve korkutucu ışığıyla ortaya çıkar. O zaman, bu uygarlık ve adalet, kendisini perdelenmemiş vahşilik ve kanunsuz intikam şeklinde gösterir. Zenginliğe el koyanlar ile onu üretenler arasındaki sınıf mücadelelerindeki her yeni bunalım, bu olguyu daha çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. 1871’deki tarifsiz alçaklıklar karşısında, burjuvazinin Haziran 1848’deki iğrençlikleri bile gözden kaybolur.”[23]

Kapitalist devletin polis şiddeti, sıradan bir güç dengesi içerisinde uygulanan şiddet olarak değil, devlet mekanizmasının “huzuru” sağlamak adına uyguladığı şiddet olarak sunulmaysa kalkışılsa da; Max Weber’in tanımıyla, “Devletin şiddeti, meşru şiddet araçları ile gerçekleşen insanın insan üzerindeki baskı biçimine” dönüşür!

* * * * *

Bu tabloda Stuart Kauffman, “Anlam yaşamla birlikte ortaya çıkar,” derken; Friedrich Engels de ekler: “İnsanlık tarihinin ortak noktası, çalışanların hep yoksul olması, çalışmayanların zenginleşmesidir.”

Evet “Zenginler iktidara sahip oldukları sürece, yoksulları şu ya da bu biçimde sürekli ezecekler.”[24]

“İşçi ne kadar çok servet üretse, üretiminin gücü ve kapsamı ne kadar artsa, kendisi de o kadar yoksullaşır. Ne kadar çok meta yaratırsa kendisi de bir meta olarak o kadar ucuzlar. Şeyler dünyasının artan değeriyle doğrudan doğruya orantılı olarak insanlar dünyası değersizleşir.”[25]

“Burjuva iktisatçıların şeyler arasında bir ilişki (bir metanın diğeriyle mübadelesi) gördükleri yerde Marx insanlar arası ilişkiyi açığa çıkardı.”[26]

“Çalışmayan zenginlik ile yaşamak için çalışan yoksulluk arasındaki uzlaşmaz karşıtlık, ayrıca bilgi karşıtlığına da neden olur. Bilgi ve emek ayrışır. Bilgi, emeğin karşısına sermaye olarak çıkar.”[27]

“Ve, sınıf savaşımı ve sınıf egemenliğinin temelleri özel mülkiyet ve anarşik toplumsal üretim- kayboluncaya dek bu sürecektir.”[28]

“İç savaş da, öteki savaşlar gibi bir savaştır. Sınıf savaşımını kabul eden herkes, iç savaşı da kabul etmek zorundadır. Her sınıflı toplumda iç savaş doğal ve bazı koşullarda sınıf savaşımının kaçınılmaz devamı, gelişmesi ve şiddetlenmesidir.”[29]

Fransa’da banliyölerden yükselen protesto dalgası yoksulların devrimci ( ve elbette “ötekinin”) öfkesidir, ama yalnızca etnik kültürel sınırlarda değil. Sermayenin karşısında yoksul olan ötekinin, bir avuç zengin azınlığın karşısında mutsuz olan ötekinin, hakları gasp edilen, zenginlerin kendilerine yarattığı güvenlikli rezidanslarına yaklaşmasınlar diye, banliyölere hapsedilmiş ötekilerin öfkesidir. Yani mesele her durumda zengin ile yoksul arasındadır. Her durumda sınıf mücadelesiyle ilgilidir.

Karl Marx, “Kapitalizmin varlığının zorunlu koşulu, toplumun büyük bir çoğunluğunun mülksüzlüğü” diye açıklarken; ulaşılan koordinatlarda sürdürülemez kapitalizmin yarattığı yıkım hem bu mülksüzlüğü, hem de yoksul ile zengin arasındaki uçurumu daha derinleştiriyor.

Tüm bunlara ilişkin belirtmeden geçmeyelim: Fransa’da ayaklananlar özünde “artık nüfus” sorunuyla ilgili.

Kapitalist üretim tarzının tözü artık-değerdir. Artık değer üretimine katılamayan üretim araçları değersizleşir. İstihdam edilemediği için artık değer üretimine katılamayan nüfus da sermaye açısından “değersiz” bir “artık-nüfus”tur. Burada üretim araçlarına sahip olmayan, istihdam edilemeyen, ücreti/geliri olmadığından tüketici olarak artık-değerin değerlenme sürecine katılamayan bir nüfustan söz ediyoruz. Bu, biyolojik varlığını, kültürünü, kapitalizmin yerleşik kuralları, yasaları ve egemen ideolojisi dışında ve onlara karşın ama onlardan etkilenmekten kaçınamadan gerçekleştirmeye çalışmaktan başka bir seçeneği olmayan bir nüfustur. “Suç” ya da kimi zaman “isyan”, sınıflar skalasının en altında, “kapitalist toplumun” yarı dışında yaşamak zorunda bırakılan bu nüfusun bir var oluş biçimidir.[30]

* * * * *

Diyeceklerimizi toparlarsak: Fransa’daki soru(n)ların sürdürülemez kapitalizm tarafından çözümlenmesi mümkün olmadığı için yakın gelecekte çok daha sert ve daha yaygın protesto eylemleri tarihin sahnesi çıkmakta geçilmeyecektir.

Şimdi yapılması gereken dışlanma ve ötekileştirilmeye karşı örgütlü çıkışlardan geçerken; her şey Jacques Rancière’in dediği sadeliktedir; “Omzumuzla düzeni hafifçe dürtsek her şey yerle bir olacak.”

“İyi de nasıl” mı?

Cesare Pavese’nin, “Bu fırtınalı denizin ötesinde; nasıl bir dünya var bilmiyorum. Ama, her okyanusun, uzak da olsa bir kıyısı vardır... Ben de o kıyıya ulaşacağıma inanıyorum!”; Albert Camus’nün, “Başkaldırı, haklarının bilincine varmış bilinçli kişinin işidir... Başkaldırıyorum, öyleyse varız”; Marcel Proust’un, “Hayatınızın üstünde hep bir gökyüzü parçası bulundurmaya çalışın”; Komutan Yardımcısı Marcos’un, “İktidar için önemli olan paradır, isyankâr içinse onur,”[31] sözlerini düşünce/ ve davranışlarımıza rehber edinerek…

23 Ağustos 2023 15:08:56, Çeşme Köyü.

N O T L A R

[*] Newroz, Eylül 2023…

[1] Martin Luther King.

[2] Süleyman Tosunoğlu, “Banliyödeki Öfke Sorunları”, Cumhuriyet, 9 Temmuz 2023, s.2.

[3] Rokhaya Diallo, “Görmezden Gelinen Şiddetin Sonucu”, Birgün, 3 Temmuz 2023, s.10.

[4] https://www.indyturk.com

[5] Umut Can Fırtına, “Geri Adım Atmak Yok”, Birgün, 1 Temmuz 2023, s.11.

[6] Umut Can Fırtına, “Eşitsizlik İsyan Doğurur”, Birgün, 3 Temmuz 2023, s.11.

[7] İlda Alçay Sepetoğlu, “omzumuzla Düzeni Hafif Bir Dürtsek Her Şey Yerle Bir Olacak”, Birgün, 9 Temmuz 2023, s.2.

[8] Esmeray Yoğun, “Irkçılığın Fransız Hâlleri”, Birgün, 7 Temmuz 2023, s.7.

[9] Derya Doğan, “Sonu Faşizme Çıkabilir”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2023, s.2.

[10] Ocak 2023 verilerine göre Fransa’nın nüfusu yaklaşık olarak 68 milyondur. Bugün Fransa’da 8,7 milyon göçmen yaşıyor. Bunlar nüfusun yüzde 12.8’ini oluşturuyor. Bu göçmenlerin 1.7 milyonu Fransa vatandaşlığına geçmiş. 7 milyonu ise hâlen göçmen statüsünde Fransa’da ikamet etmektedir. 2021’de Fransa’da yaşayan göçmenlerin yüzde 47.5’i Afrika’da, yüzde 33.1’i Avrupa’da doğmuş. Yüzde 29.4’ü ise diğer kıtalardan gelmiş.

2020’de Fransa’ya gelen göçmenlerin Fas’ta (yüzde 9.5), Cezayir’de (yüzde 7.1), Tunus’ta (yüzde 4.5), İtalya’da (yüzde 4.5), İspanya’da (yüzde 3.3), Birleşik Krallık’ta (yüzde 3.2), Çin’de (yüzde 3.0) ve Romanya’da (yüzde 2.8) doğmuş. Ayrıca göçmen kökenliler içerisinde en sık doğum yapan ülkeler Cezayir (yüzde 12.7), Fas (yüzde 12), Portekiz (yüzde 8.6), Tunus (yüzde 4.5), İtalya (yüzde 4.1), Türkiye (yüzde 3.6) ve İspanya (yüzde 3.5)’dır.

Dikkat edilmesi gereken önemli bir faktör de, yaklaşık 250 yıl önce Fransa’ya ‘köle’ olarak getirtilen Afrika kökenlilerin çocukları doğal olarak doğumuyla Fransa vatandaşı olduklarından bunlar göçmenler kategorisinde hesaplanmamaktadırlar. Bu durum Fas, Tunus, Cezayir ve hatta Türkiyeliler içinde geçerlidir. Aynı şekilde AB ülke vatandaşları da artık göçmen kategorisinde görülmüyorlar. Bu bakımdan Fransa’da tarihsel olarak göçmen kökenlilerin sayısal oranları çok daha fazladır.

2020 yılı verilerine göre nüfusun 37.9 milyon Hıristiyan, yaklaşık 20.8 milyon insan herhangi bir dine bağlı değil, 5.4 milyon Müslüman, 340 bin Yahudi, 310 bin Budist olarak verilmiş. 38 milyon Hıristiyan içerisinde özellikle Afrika kökenli Hıristiyan göçmenler de yer almaktadır.

[11] Hayri Kozanoğlu, “Avrupa, Fransa, Türkiye: Umudu Büyütelim”, Birgün, 4 Temmuz 2023, s.5.

[12] Deniz Adalı, Tekelci Polis Devleti, Kaldıraç Yay., 1990, s.133.

[13] Umut Can Fırtına, “Pınar Kılavuz: Eşitsizlik İsyan Doğurur”, Birgün, 3 Temmuz 2023, s.19.

[14] Ali Arayıcı, “İki Milyon İnsanın Sokaklara Döküldüğünü Görmeyi İsterim”, Birgün, 12 Haziran 2023, s.11.

[15] Yücel Özdemir, “Fransa, İngiltere... Emekçiden Esiyor Yel”, Evrensel, 3 Şubat 2023, s.9.

[16] Derya Doğan, “Pınar Kılavuz: Emeklilik Yasasına Karşı Kitlesel Eylemler Sürüyor”, Cumhuriyet, 29 Mart 2023, s.7.

[17] “Sarı Yelekliler Yeniden Sokakta”, Birgün, 9 Ocak 2023, s.10.

[18] “Avrupa’da Kamu Hizmetleri Alarm Veriyor”, 20 Ağustos 2023… https://www.evrensel.net/haber/497276/avrupada-kamu-hizmetleri-alarm-veriyor

[19] Théo Bourrieau, “Fransa: Zenginlerin Başkanının Ülkesinde Milyonerler Kraldır”, Humanité, 20 Ağustos 2023.

[20] Ali Rıza Taşdelen, Aydınlık, 2 Temmuz 2023.

[21] Naman Bakaç, “Şiddet, Öfke Ve İsyan: Fransa’yı Kısa ve Orta Vadede Neler Bekliyor?”, 5 Temmuz 2023… https://www.indyturk.com/node/644756/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/%C5%9Fiddet-%C3%B6fke-ve-isyan-fransay%C4%B1-k%C4%B1sa-ve-orta-vadede-neler-bekliyor

[22] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976.

[23] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1977.

[24] V. İ. Lenin, Kır Yoksullarına, çev: İsmail Yarkın, İnter Yay., 1993.

[25] Karl Marx, 1844 El Yazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1993, s.75.

[26] V. İ. Lenin, Marksizmin Üç Kaynağı, çev: Vahap S. Erdoğdu, Sol Yay., 2013.

[27] Karl Marx, Artı-Değer Teorileri 1,  çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1998.

[28] V. İ. Lenin, Marksizmin Üç Kaynağı, çev: Vahap S. Erdoğdu, Sol Yay., 2013.

[29] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.61.

[30] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Bir Fransız Hastalığı Değil”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2023, s.9.

[31] Komutan Yardımcısı Marcos, Zapatista Hikâyeleri, çev: Çiğdem Dalay, Agora Kitaplığı, 2003.