Konunun güncelliği açısından yazar Süleyman Deveci'nin açıklamasını yayımlıyoruz.

"İstanbul Taksim'de Gezi Parkı'nda başlayan protesto gösterileri polisin aşırılı orantılı güç kullanması ile öfkeli kitleleri bir anda sokağa dökmeye yetti. Devlet on yıllardır Kürt illerinde uygalıdığı terör ve şiddeti bu defa Türkiye'nin metropollerine, küçük illerine, birçok yerleşim birimlerine yaydıkça yaydı. Bir parkta üç beş ağacın korunması için gösterilen duyarlılık iktidarın gayri ciddi sorumsuz tavırlarıyla artık çok boyutlu bir siyasal mücadeleye dönüşmüş durumda.

Direnişi çevreciler mi başlattı, devrimci ilerici güçler mi bunu en iyi oradakiler bilir. Ortak payda artık her türlü özelliğiyle diktatörlüklerde görülen, totaliter rejimlerin baskıcı dayatmalarını anımsatan uygulamalara artık dur diyen dev bir öfkenin hızla toplumsal muhalefetin her tarafına yayılmaya başlaması. Ana muhalefet partisi bir yandan, radikal devrimci güçler bir yandan, hatta hükümetle aynı saflarda olmayan marjinal de olsalar İslami güçler bir başka yandan, Aleviler, Kürtler, hak arama bilincine sahip herkesi artık sokaklarda görmek mümkün.

Gazeteciliği sadece devletin ve bütçenin sunduğu teşvik desteklerinden yararlanmak sanan mantık, artık internet sayesinde dünyanın küçülüp adeta küçük bir köy haline gelmesi yüzünden, dış basın karşısında biraz da rezili rüsva olmamak için haber geçmeye başladığında olaylar çığırından çıkmıştı. Tek tük gazeteci arkadaşların duyarlılığının pek bir ağırlığı olmadığı yaşandı, yaşanıyor. Bu şu anlama geliyor, basınımız ne demokratik, ne eleştirel, ne de halkın basını. İktidarın, sermayenin, güç kimdeyse onun basını. Basın tarihine geçecek utanç günleri.

Olaylara KESK de katılma kararı aldı haklı olarak. Sivil toplum örgütleri de ilerleyen süreçte toplu veya tek tek bu muhalefeti ve saygın direnişi destekleyecek kararlar alacaklardır muhakkak. Yüzlerce gözaltı, yaralama, polis cinayeti örnekleri ortadayken elleri kolları bağlı insanların duracağını sanmak, hele hele birebir direnişin içerisindeki insanların durup bekleyeceğini sanmak ahmaklık. Direnişçilere kabadayı basın açıklamalarıyla meydan okumak ayrı bir ciddiyetsizlik.

“Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülke.” Bu anlayışı Batı yüzyıllardır uygular. Saygın ve kişilikli bir devlet geleneğinin olmamasına yorar kimi aydınımız bunu. Bazıları da buna izin verilmediğine. Hep satılmış, vatanı pazarlayan ve ona buna hain, şerefsiz diyenlerin asıl hainler olduğunu yakın tarihimizin ispatladığını hatırlatır kimilerimiz. Artık görmezden gelinen farklı paradigma Türkiye'de başkaldıran bir kuşak var. Dişe diş polisle çatışan, biber gazının, polis araçlarının, gözaltıların, dayağın, şiddetin, işkencenin yıldırıp korkutamadığı, 12 Eylül gençliğinden farklı bir gençlik.

Başbakan hala ne istiyorlar, ne mesajı veriyorlar, siz ne anlıyorsunuz diye soruyor. İki kere iki hâlâ dört ediyor. Halk özgürlük istiyor. Memleketin üçbeş para babasına din maskesi, cami maskesi adına peşkeş çekilmemesini istiyor, demokratik özgürlük istiyor, baskı ve halkın düşmanı polislerinle bizi korkutamazsınız diyor. Eski Türkiye değil bu diyor, bu dar gömleği giymem ben artık diyor. Demokrasi diyor, ne Kemalist ne İslami faşizm diyor.

Bu anlamda direnişçileri bütün kalbimle destekliyor bu haklı ve onurlu kavgalarında kendilerine başarılar diliyorum."