TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AKP Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Müslüman kızların karma yüzme dersine katılımıyla ilgili verdiği kararı eleştirdi.

“AİHM kararı son yıllarda sağ popülizm ve terör atmosferinde Avrupa’da özellikle Müslümanlar bağlamında gelişen, entegrasyonu anayasal bir değermiş gibi görüp onu din özgürlüğü ile mukayese edebilen ve hatta bazen de önceleyen bir yaklaşıma onay vermektedir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“İsviçre’de Müslüman iki aile dinî inançlarına aykırı olduğu gerekçesiyle kızlarını zorunlu karışık yüzme dersine göndermeyi reddetti ve bunun karşılığında para cezasına çarptırıldılar.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bugün davalıların dini inançlarını sergileme hakkının ihlal edildiğini, bunun din özgürlüğüne müdahale olduğunu, ancak müdahalenin yasalar tarafından öngörülüp meşru bir amaca dayandığını belirterek ihlal iddiasını reddetti.

Mahkeme gerekçe olarak zorunlu karma yüzme dersinin toplumsal entegrasyon sürecinde okullaşmanın bir parçası olduğunu, yüzme öğrenmekten daha ziyade amacın diğer öğrencilerle birlikte bu etkinliğe katılmak olduğunu vurguladı. Mahkeme din özgürlüğü ihlalinin etkisini azaltmak adına burkini giyilmesine izin verildiğini, hatta kız öğrencilerin erkek öğrenciler önünde soyunmaması için önlem alındığını ifade etti.

Karar çok ciddi bir sorunu ortaya koymaktadır: AİHM bu kararıyla yasal bir çerçeve içerisinde anlamı ve sınırları belirlenmemiş ‘entegrasyon’u din özgürlüğü gibi anayasal bir değere tercih etmiştir. 90’lı yıllarda batı Avrupa ülkelerinde din özgürlüğü ile ilgili verilen özgürlükçü kararların aksine son on yılda İslam ve Müslümanlarla ilgili değişen toplumsal algı ve İslam düşmanlığı ulusal düzeyde anayasa mahkemelerinin içtihadını da değiştirmektedir. Bu durum din özgürlüğü sınırlarının tartışılmasına, hatta önceki kararların aksine yeniden çizilip kısıtlanmasına yol açmaktadır.

DİNİ ÖZGÜRLÜKLERİ KISITLAR NİTELİKTE

Bu açıdan değerlendirildiğinde söz konusu AİHM kararı son yıllarda sıkça şahit olunan, belirsiz bir entegrasyon politikası adına Müslümanların dinî özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik gelişmeleri destekler niteliktedir. Batı Avrupa ülkelerinin birçoğunda pedagojik gerekçelerin yanında kız çocuklarının gelişimi gerekçesiyle yüzme dersi kız-erkek ayrı verilirken Müslümanlar bağlamında yapılan tartışmada hegemonyal bir yaklaşım öne çıkmakta, entegrasyon öne sürülerek yüzme dersi üzerinden sembolik bir tartışma yürütülmektedir. Böylece bir yaşam biçimi dayatılmakta, bu da akla şu soruları getirmektedir: Devletler, velilerin anayasa tarafından garanti altına alınmış çocuklarını yetiştirme haklarına müdahale etme ve çocuklarının dinî eğitimiyle alakalı bir konuda veliler adına karar alma yetkisine sahip midir? Yine devletler, bir öğrencinin makul bir şekilde ortaya konan vicdan çatışmasını, toplumsal algılara ters düştüğü gerekçesiyle bir kenara atabilir mi? Eğitim ve koruma konusundaki yükümlülüklerinden hareketle velilerin çocuklarını ne derece dindar yetiştirebileceklerini belirleyen bir devlet Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ve ilgili ülkelerin anayasalarının şiddetle reddettiği ideolojik bir devlet hâlini almaz mı? Devlet belli bir yaşam tarzını, ideal yaşam tarzı olarak öne sürebilir mi?

Verilen kararda temel hakların değil; İslam’a yönelik ideolojik ve kültürel dayanaklı söylemlerin etkili olduğu açıktır. Hâkimlerin burkini olarak adlandırılan giysiyle istemeyerek yüzme dersine katılmanın, öğrenciler üzerinde yol açabileceği psikolojik tahribat hakkında kafa yormamış olmaları da bu açıdan şaşırtıcı değildir.”