Sovyetlerin dağılması sonrasında 1990’lı ve 2000’li sonrasında eski Sovyetler coğrafyası ve Doğu Bloku ülkelerinde milliyetçik ile birlikte etnik kökeni temel alan yeniden devletleşmeler ve bu coğrafyanın yeniden dizayn edilmesi gündemden düşmüyor.

Bunda Batı'nın ve Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) eski Sovyetler coğrafyası ve bugünkü Rusya’nın hegemonya alanını askeri ve ekonomik olarak daraltıp her yönüyle etkinliğini artırması sonucunda başlayan etnik milliyetçi hareketler, bu bölgelerle sınırlı kalmayarak Dünya ve Ortadoğu coğrafyasında var olan etnik kökene dayalı miliyetçi çatışmaların daha da yoğunlaşmasını beraberinde getirdi.

Günümüzde kültürel farklılıkları eşitlikçi anayasal bir sistemde demokrasiyle çözemeyen ülkelerde etnik milliyetçi ve ırkçı hareketler giderek hemen hemen tüm çatışmaların baş aktörleri haline geldiler ve geliyorlar. Bu gelişmeler etnik ve milliyetçi kökene dayalı çatışmaların yoğunlaştığı bölgelerin dışındaki ülkelerde de, özellikle de Batı Avrupa ülkelerinde de giderek yoğunlaşarak görünür hale gelmesi demokrasi ve sosyal haklar mücadelesi veren siyasi harektlerin de - buna sendikal hakları için mücadele eden işçi hareketi de dahil - zayıflamasını ve giderek 1970/1980‘li yıllarda siyasal iktidarlar üzerindeki gücünü yitirmesine de yol açtı.

Son yıllarda göç alan Batı Avrupa ülkelerinde giderek etkin hale gelen ırkçı radikal grupların, 2022’den beri Giorgia Meloni başbakanlığında İtalya’da iktidara gelmeleri, Fransa’da Marie Le Pen’nin başında olduğu Fransız Ulusal Cephesi’nin ana muhalefet partisi konumunda olması, Hollanda Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders’in 2023 parlamento seçimlerinde en güçlü parti olarak hükümeti kurmayla görevlendirilmesi, Çek Cumhurriyet’inde aşırı sağcı Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi Partisi’inin (SPD) lideri Tomio Okamura’nın giderek artan popülaritesi, Macaristan’da sağ popülist Urban’nın 2010 yılından beri aralıksız iktidarda olması (Urban 1998 – 2002 yıllarında da bir dönem iktidardaydı) tesadüf sayılamaz.

Öte yandan Federal Almanya’da giderek yükselen aşırı sağcı AfD partisinin anketlere göre iktidardaki Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller (Bündnis 90/Die Grünen) ve FDP (Liberal Parti), önüne geçmiş olması, aşırı sağın milliyetçi etnik çelişkilere dayalı poltikalarının toplumda sosyal sorunlardan kaynaklanan problemlerin yabancı ve göçmen düşmanlığı üzerinden destek görmelerini sağlamaktadır.

Batı toplumlarında günden güne artan sayıda grup etnik ve dinsel temele dayalı politikalar üreterek güçlenenirken, Türkiye’de de durum bundan farklı değildir. Bir yandan devletin kültürel kimlikler üzerinden ayrıştırıcı politikası, diğer yandan Suriyeli ve göçmen düşmanlığından beslenerek toplumda karşılık bulan Zafer Partisi ve benzeri siyasal akımların gelişmeleri gözardı edilmemelidir. Etnik, Kültürel ve dinsel temele dayalı yürütülen ve devlet tarafından beslenen siyasal örgütlenmeler birçok bölgede çatışmaları alevlendirerek toplumu ayrıştırarak düşmanlaştırıyor.

Özellikle de her seçim döneminde yoğun olarak başvurulan yöntemlerden biri etnik ve dinsel temele dayalı, Kürt- Türk, Alevi-Sunni gibi çatışmaların öne çıkarılması iktidarın beslendiği en önemli siyasal kaynaktır.

Etnik ve dinsel kimliklere dayalı inşa edilmiş siyasal örgütlenmelerin çağımızı saran bir veba hastalığı gibi gelişmeleri önümüzdeki yıllarda bu çatışmaların devam edeceğini göstermektedir.

Anayasal parlamenter bir sistemde eşit yurttaşlık ve demokrasiyi merkezine alan siyasal örgütlenmelere her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır.

Toplumu dil, din ve etnik kökenler üzerinden değil de, eşit vatandaşlık, kültürel ve sosyal özgürlükler üzerinden farklılıkları bir araya getiren siyasal örgütlenmeler zor da olsa, çağımızın etnik ve dinsel çatışmalarına karşı en doğru örgütlenme biçimidir.