Fransa 22 Haziran 1940 yılında Almanya tarafından resmen işgal edildi. Dönemin Fransız hükümeti ise Nazi Almanyası’na teslim oldu. Fransız Vichy-Rejimi tarafından imzalanan anlaşmayla, Almanya resmen Fransa’ya girmiş ve neredeyse kısa sürede bütün Fransa’yı işgal etti.

Bu dönemde Vichy-Rejiminin nazilerle yaptığı anlaşma, Komünistler başta olmak üzere, devrimci güçler ve değişik toplumsal kesimden önemli bir kesim, bunu kabul etmedi.

General Charles de Gaulle de nazilerin işgalini kabul eden anlaşmaya karşı çıktı ve yeni bir direniş başlatabilmek için İngiltere’ye çıktı. İngiltere hükümetinin yardımıyla, direnişçilere seslenmek ve onları motive etmek için Fransızca bir radyo kuruldu.

Ancak daha dışarıdan büyük müdahaleler olmadan. Sosyalist, komünistler ve Alman işgaline karşı olan ne kadar belediye başkanı varsa Vichy-Rejimi tarafından görevden alınıp, yerlerine kayyım atanmıştı.

Yerine kayyım atanmasına rağmen buna direnen Moulin, bir çok belediye başkanı ve kaymakam-Präfekt gibi görevden alınmak istenmişti.

Alman işgalinin ardından, Vich-Rejim yanlıları işgalcilerin saflarında yer alırken, Moulin gibi yüzlerce, binlerce yurtsever, komünist, devrimci, ilerici hatta milliyetçi Fransız, buna karşı çıktı.

Moulin, işgalin hemen ardından sivil bir Fransızın Naziler tarafından öldürülmesini protesto ettiği için Vich-Rejimi tarafından gözaltına alınmış ve kısa süre sonra serbest bırakılmıştı.

Jean Moulin işgalin derinleşmesinin ardından kendisini Resistanc’ın ortasında bulur. Her siyasal yaklaşımdan parti ve örgüt kendince Resistanc’ı örgütlemeye çalışmaktadır. Resistanc’ın bu dağınıklığı daha etkili hareket etmesini engellemekte ve işgalcilere karşı etkili vuruş yapmalarını engellemektedir.

Moulin değişik direnişçi kesimlerle karşılaştığında bunu dile getirir ve herkesin ortak hareket etmesi gerektiğini savunur.

Ancak bir süre sonra, değişik kesimden resistanc savaşçılarıyla karşılaşması, onu daha fazla direnişin içine çekmişti.

1941 yılına gelindiğinde her kesimdem direnişçinin, Özgür Fransa için direniş komitesinde yer almasını ve Nazilere karşı direnişin koordineli ve tek merkezden yürütülmesini savunmaktadır.

Bu amaçla, halen işgal altında olmayan güney Fransa’dan bir Amerikalı diplomatın yardımıyla, İspanya ve Portekiz üzerinden İngiltereye ulaşır. Burada General Charles de Gaulle ile görüşür. Moulin’in bu öngörülü girişimi, bütün fransız direnişini tek merkezde birleştirir. Bu Alman askerlerine ve Fransız işgalci dostlarına karşı sistemli sabotaj ve suikast eylemlerinin ülkeye yayılmasına yol açar.

Ancak Naziler Resistanc’ı kırmak ve Alman askerlerine yönelik sabotaj ve suikast eylemlerini durdurabilmek ve Fransa işgalini kalıcı hale geçirmek için, karşı bir saldırı gerçekleştirir. Burada Lyon kasabı olarak bilinen Nazi subayı Klaus Barbie önemli bir rol oynayacaktı.

SS okullarından özel istihbarat ve sorgu eğitimi alan Klaus Barbie, 1941 yılında Lyon’a atanır. Burada hem istihbaratın başı hemde yahudi ve dostlarını yakalayıp toplama kamplarına göndermekle görevlidir.

Barbie, İngiltere’de yayınlanan Özgür Fransa yayınlarında her gün bir sabotaj yada suikast eyleminin duyurulmasında, merkezi bir örgütlülükle karşı karşıya olduğunu anlamıştı.

Bu amaçla tek tek sıradan direnişçiler değil, merkezi yürütmeyi ele geçirmek için planlar yapmaktadır.

Barbie Resistanc direnişini yakalayıp imha etmek için, özel bir ekip kurmuş ve bunu bütün Fransa'yı kapsayacak şekilde örgütlemişti.

Fransa’ya geldiği andan itibaren Resistanc’ı parçalamak için hareket etmişti. Yaptığı yada diğer istihbarat birimlerinin yaptıkları sorgularda elde edilen bilgiler ona geliyor ve tek tek yeniden inceleniyordu.

Lyon ve çevresinde yakalanan Resistanc militanları ise onun tarafından özel olarak sorgulanıyordu. Bu sorgular için, kaynak kesim makinesi, keser, çekiç, kelpeten, elekroşok, kırbaçlar, kor haline getirilen demir çengeller, satırlar ve kırılmayan cinsten sopalar kullanılıyordu.

Barbie ve Fransız yardımcısı Eyri Ağız tarafından yapılan sorgulardan kemikler kırılmadan yada bedende derin yaralar açılmadan kurtulmak mümkün olmuyordu. Bu işkenceli sorgu yöntemlerine her direnişçi dayanamıyor ve bazıları yöneticilerinin diğer arkadaşlarının isimlerini söylüyordu. Bu sorgulardan birinde Jean Moulin ismi açığa çıkmıştı.

Barbie Moulin ismini duyduğunda sorgularında ona nasıl ulaşabileceğinin hesabını yapmaya başlamıştı. Onun eşgali ve nereli olduğu açığa çıkmıştı. Daha önce kaymakamlık yapmış olması onun resimlerinin kısa sürede ele geçirilmesini sağlamıştı.

Klaus Barbie, Moulin’i yakalamak için özel bir ekip kurmuştu. Bir buluşma için gittiği diş doktoru muayenehanesinde bazı direnişçilerle beraber pusuya düşmüştü.

Moulin 21 Haziran 1943 yılında yakalanıp Barbie tarafından sorguya alındı. Barbie ondan direnişin önderlerini ve yerlerini istiyordu. Onun artık bir çıkar yolu olmadığını ve ölümüne de olsa Resistanc yöneticilerinin ismini ondan çıkaracaklarını söyler. Günlerce haftalarca işkence yapılır. Ama o susar.

En son işkence masasında ellerindeki kelepçe çözülür ve önüne bir kalem ve perşümen kağıdı konur. Barbie ondan isim istemektedir.

Önüne koyulan kalemi eline aldığında kısa süreliğine Barbie dışarı çıkmıştır. O kurbanın artık teslim olduğunu düşünmektedir.

Barbie yeniden yanına geldiğinde Moulin elindeki kağıdı onu uzatır. Sevinçle kağıdı eline alan Barbie, büyük bir hınçla Moulin’e saldırır. Günlerce işkence gören Moulin’in bedeni yara bere içindedir. Karşı koyamaz. Barbie onu yerlerde tekmelerken masa üstünden aldığı bir demir çubukla vurmaktadır.

Barbie’nin kızgınlığına bir anlam veremeyen Nazi yamağı Eğri Ağız, yere düşen kağıdı aldığında, kendisinin ve Barbie’nin karikatürünün çizili olduğunu görür.

O da eline bir sopa almış yerde hareketsiz yatan Moulin’e vurmaktadır. Bir süre sonra, sadece kesik kesik hırlayarak nefes alan ve iki kolu iki bacağı ve kaburgaları kafası kırılan Moulin bayılmıştı. Bedeninde onlarca kırıkla tedavi edilmeden 8 Temmuz 1943’de toplama kampına giden vagona atılan Jean Moulin, diğer mahkumların kollarında hayata gözlerini yumar.

Ama o Fransa'nın kurtuluşu için ölümü göze almış Resistanc’a ihanet etmemişti. Resistanc’ın birleşik hareket etmesinde belirleyici bir rol oynamıştı.

Fransa’da nazi faşizmine karşı sadece komünistler değil, askeriye içinde bazı çevreler, ulusalcılar, anarşistler, Troçkistler, Fransa ulusal burjuva çevreleri, din adamları bile katılmıştı. Tek slogan kullanılmıştı.

Yaşasın özgür Fransa!

Türkiye’de son dönemlerde yaşananlar nesnel olarak ele alındığında, Fransa’da Hitler faşizminin işgal dönemlerine benzer bir durumla karşılaştığımız görülebilir.

Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da alışıla geldik bütün yazılı, yazısız norm ve kurallar yine devlet tarafından ihlal edilmekte.

Siyasal muhalif olma, anayasal düzeyde savunma hakkını talep etme, sendikal örgütlenme hakkı, öğrencilerin bilimsel eğitim yapma hakkı, bilim insanlarının bilimsel araştırma ve hattı barış istemek bile bir suç sayılmakta.

Jean Moulin döneminde, Fransız toplumunun Resistanc’ı geliştirmesine yol açan bütün hak hukuk ihlalleri, işkence ve katliamlar, Türkiye ve Kürdistan’da neredeyse harfiyen uygulamakta.

Hatta Saray rejimiminin son 15 yıldır attığı adımlar ile Hitler Faşizminin arttıkları ile karşılaştırılsa “Mein Kampf” kitabının sarayı yönlendirdiği görülebilir.

Hitler faşizminin Fransa’da yaptığı gibi, halk tarafından halkın seçili iradesine devlet kayyım atamakta ve bu alanlar adeta ekonomik, ekolojik olarak talan edilmekte. Özellikle de Kürt illerindeki belediyelerde, kadınların kazandığı hak ve özgürlüklerin kurumsal olarak yok edilmesi, bu dönemin en belirgin özelliklerindendir.

Saray Rejiminin işçi emekçi düşmanı, Kürt düşmanı politikalara rağmen, muhalif kesimlerin bir araya gelememiş olması, yeni saldırıları koşullandırdığını söylemek yanlış olmaz.

Savunma hakkı için yürüyenler, seçilmiş iradelerine sahip çıkmak için yürüyenler, sendikal hakları için yürüyenler, kadın cinayetine karşı yürüyenler, Laik rejimi korumak için yürüyenler, devletin katliamcı yüzünü açığa çıkaran basın elemanları coplanır, cezalara çarptırılırken, bir kesim muhalefet kendi yaralarını yalayarak durumun düzeleceğini zannetmekte.

Adeta her kurumun örgütün kendi gündeminin peşinde koştuğu bir ortamda, HDP’nin başlattığı ve ardından Hukukçuların başlattığı eylemler, önemli bir sarsıntı

Karşı taraf saflarını belirlemiş. Sorun Türkiye ve Kürdistan’da birleşik Resistanc’da yer alacakların, kimin yanında neye karşı olacaklarına karar verme sorununa kalıyor.

Mesele Kürt halkı yürürken, işçiler yürürken, gençler yürürken, silahlı devrim yürürken, yeni Vichy-Rejimleriyle CHP gibi ortak mı hareket edilecek, yada Moulin’ler gibi direnişin birleşik yolu mu seçilecek.

Moulin ve Fransız direnişçilerinin işgalci faşizme karşı geliştirdiği ruh, bize,

“Vive la solidarité avec le Kurdistan !”

„Vive la résistance en Turquie !“

Sloganlarının birleşik haykırılmasını öneriyor.