Sadece parasal enflasyonun değil,

kavramlar ve değerlerin de

enflasyona uğradığı bir çağda yaşıyoruz.”[1]

 

Yıl 1973: Ülke 12 Mart faşizminin karanlığından çıkmaya çabalıyor. CHP’nin 1972’de gerçekleşen Olağanüstü Kurultay’ında Bülent Ecevit İsmet İnönü’yü alt ederek parti genel başkanı seçilmiş. Ak güvercinli, mavi gömlekli “Karaoğlan” rüzgârı kasıp kavuruyor ortalığı. 12 Mart rejiminin katlettiği, astığı, Ziverbey Köşkü’nde, cezaevlerinde işkence tezgâhlarına yatırdığı devrimcilerin yoldaşları, sosyalistler dağa taşa “Karaoğlan” yazıyorlar. 1973 yılında Ecevit CHP’si tarihinde ilk defa seçim kazanıyor…

Yıl 1977: Ülkeyi iki yıl boyunca MSP ile birlikte oluşturduğu koalisyon ile yöneten Ecevit, bu dönemde gerçekleştirilen iki Kıbrıs çıkarmasının içeride sağladığı prestiji oya tahvil etmek üzere erken seçimi zorlamak için istifa edince, AP-MSP-MHP-CGP’den oluşan 1. Milliyetçi Cephe hükümeti kurulacaktır. Devrimci gençler, işçiler, emekçilere yönelik faşist saldırılar yoğunlaşır. “Halkçı Ecevit” bir kez daha sahnededir. Devrimci-sosyalist hareket bir kez daha CHP’ye destek için seferber olur. CHP 1977 seçimlerinden bir kez daha birinci parti olarak çıkar, ama güvenoyu için yeterli sayıyı bulamaz. Hükümeti kurma görevi bir kez daha, 2. MC hükümeti için kolları sıvayan AP genel başkanı Süleyman Demirel’dedir. DİSK Milliyetçi Cephe tehdidine karşı, başta CHP dâhil bütün “ilerici güçler”e Ulusal Demokratik Cephe’de (UDC) birleşme çağrısı yapar… Ama CHP lideri Bülent Ecevit, parti mitinglerine katılarak kendisine destek veren sol örgütler için, partisinin Küçük Kurultay’ında “sırtımızdaki kene” olarak tanımlayacaktır: “Bizden yararlanmak istiyorlar, sırtımızdaki bu keneyi atalım!”[2]

Yıl 1983: Ülke üzerinden 12 Eylül silindiri geçmiş, işçi sınıfı hareketi, sosyalistler, devrimciler faşizmin zindanlarında, işkencehanelerinde susturulmaya çalışılmış, sol sendikalar, kitle örgütleri tarumar edilmiştir. Cunta, bu koşullar altında kontrollü bir “demokrasiye dönüş” kararı alır. Soldan geriye kalanlar ise bu kez de yasaklı CHP’nin “ikame partisi” Halkçı Parti’ye desteğe çağrılmaktadır…

Yıl 2018: Köprünün altından çok sular akmış, siyaset sahnesi köklü biçimde değişmiştir. AKP’li cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dayattığı “Tek Adam rejimi” 2017 referandumuyla, “atı (ç)alan Üsküdar’ı geçti” tartışmaları altında, şaibeli bir biçimde “kabul” edilmiş, ertesi yıl yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri AKP ve RTE’nin iktidardan indirilmesi açısından “çok kritik” kabul ve ilan edilmiştir. Sol bu kez de CHP’nin adayı Muharrem İnce’nin ardından birleşmeye çağrılmaktadır. TRT’de seçimler gerçekleşmeden ilan edilen sonuçların aynının sandıklardan çıkması karşısında “Adam kazandı” diye sahayı terk edecek bir aday elinde “umut”lar bir kez daha heder olacaktır…

Geldik 2023’e… Yine çok “kritik”, çok hayatî bir seçimin arifesindeyiz. 21 yıllık baskı, yolsuzluk, liyakatsızlık, İslâmcı kadrolaşma, talan rejimine son vermek, daha doğru bir deyişle Türkiye’de siyasal İslâm’ın tahrip ettiği rejimi “fabrika ayarları”na geri döndürebilmek adına bir kez daha CHP’yi ve cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemeye çağrılıyoruz.

Üstelik bugün desteğe çağrıldığımız CHP’nin geçmiştekinden bir farkı var… Bir yandan AKP iktidarı ile birlikte iyice sağcılaşan bir tabana “helâlleşme” söylemleriyle güvence vermek adına (bunun son örneği, AKP iktidarı uygulamalarıyla çoktan gündem olmaktan çıkmış olan türban meselesini ısıtarak “yasal güvenceye kavuşturmak” savıyla neredeyse kendi kalesine gol atar pozisyona düşmesiydi!) kendi dümenini iyice sağa kırarak, bir yandan da Altılı Masa”da bir “ülkücü”, bir “siyasal İslâmcı”, bir “liberal” ve bir “irredentist” bir araya gelerek (eğer seçilirse) Türk sağının hiçbir eğiliminin eksik kalmadığı bir çevreyle birlikte hareket edeceğini ilan etmekle hiç olmadığı kertede sağa angaje olmuş bir CHP’dir söz konusu olan… “Umudumuz Ecevit”, en azından “Toprak işleyenin, su kullananın”, “Ne yoksulluk ne baskı, ne ezilen ne ezen, insanca hakça düzen” gibi sloganlarla emekçi sınıfların ve de solun kulağına hoş gelecek hayaller kurardı…

Altılı Masa’nın “Mutabakat”ında ise, ne kamulaştırmalardan, ne sermayenin vergilendirilmesinden, ne yabancı sermayenin/ Çokuluslu şirketlerin denetlenmesinden/ kısıtlanmasından, özelleştirmelerin sınırlandırılmasından, ne işçi haklarından (örneğin “grev” sözcüğü bir kez dahi geçmiyor 244 sayfalık metinde…), bitmedi ne de “Kürt sorunu”ndan söz ediliyor. Kürtler’in olası bir Altılı Masa hükümetinden bekleyebilecekleri tek şey, “ilgili kanun ve yönetmeliklerde anadilinde kültürel ve sanatsal üretimin önünde engel oluş­turan maddeleri muğlak ifadelerden arındır”ılması ve “istismara açık olmayacak biçimde düzenle”nmesi yolundaki müphem vaat. Bir de “kayyum uygulamasına son verilmesi” var. Bir beş yıl bizden başka bir şey beklemeyin,” deniliyor emekçilere ve Kürtlere. “İşsizliği azaltmaya, enflasyonu indirmeye, sosyal güvenliğin kapsamını genişletmeye, bir de devlet okullarında okuyan çocuklarınıza bedava süt, su ve öğlen yemeği vermeye çalışacağız. Bu ve bunun gibi düzeltimlerle idare edin şimdilik…”

İnsan hakları konusundaki vaatler de pek parlak değil: Terörle mücadele ve güvenlik vurgusu tüm metinde ağır basıyor. Örneğin ifade ve basın özgürlüğü, bildiğimiz gibi… “Millî güvenlik, kamu düzeni, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ül­kesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, Devlet sırrı olarak kanunla düzenlenmiş bilgilerin açıklanmaması…” gibi nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan gerekçelerle sınırlandırılmaya devam… Sığınmacı ve göçmenleri ise, “hak” öznesi olarak değil, “tehdit” olarak gören bir zihniyet hakim, metnin tümünde…

Artık sadece bir “çevre sorunu” olarak ele alınması mümkün olmayan, insan, hatta yeryüzü yaşamını tehdit eden nükleer enerji konusunda Altılı Masa’nın pek “hayırhah” olduğu görülüyor. Örneğin, deprem kuşağında yer alan Akkuyu’nun kapatılması taahhüdünü bekliyor insan, en azından. Metinde ise, sadece muğlak bir “gözden geçirme” vaadi yer alıyor.

“Toplumsal cinsiyet” meselesi ise, öyle anlaşılıyor ki, Saadet Partisi’ne kurban gitmiş: İstanbul Sözleşmesi’ne dönülmesinden ve dahi, “farklı cinsel yönelimler”den bireylere yönelik şiddet ve ayırımcılıktan söz yok.

Vd. vd… Şöyle söyleyeyim, Kemal Kılıçdaroğlu ile iki belediye başkanı tahkimli Altılı Masa’nın Mutabakat’ta dile getirdikleri taahhütlerin ana gövdesi, AKP’nin yol açtığı tahribatın giderilmesiyle ilgili… Bir başka deyişle, bir “restorasyon” tahayyülü.

Son dönemlerde “sol’u ikna” adına hareketlenen apolojistler de bunun böyle olduğunun farkında. Bu nedenledir ki, Cumhuriyet Gazetesi, Halk TV vb. mecralarda yazılıp çizilenlerin boyutu “hiç değilse” minimalizmini aşamıyor…

“Sosyal demokrasiye ihanet eden sahte sosyal demokratlar üzerinden genellemeler yapmak; şabloncu bir yaklaşımla, sosyal demokratları kategorik olarak emperyalizme ve kapitalizme hizmet etmekle suçlamak; (…) monarşiyi, teokrasiyi ve feodalizmi yıkarak devrim yapan CHP gibi bir siyasi partiyi küçümsemek; bugüne kadar Türkiye’de sosyalist-komünist devrimi gerçekleştirmeyi başaramamış olan sosyalistlere ve komünistlere saygınlık kazandırmaz…”[3] ayarını veriyor, örneğin Örsan K. Öymen. “Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılında, teokratik bir diktatörlük ile demokratik adımların atılacağı bir yönetim arasında seçim yapacaktır,” diye de ekliyor[4]

Öymen’in yardımına Merdan Yanardağ, koşuyor: “12 Eylül 1980 sonrasında ya da daha daraltılmış/ odaklanmış bir bakışla dünya sosyalist hareketinde 1990 dönemecinde yaşanan büyük geriye savruluşun ardından zihin dünyası liberalizmle lekelenen sol, siyasal İslâmcılığın, Kürt hareketinin ve liberalizmin yükselişinin de büyük etkisiyle soğukkanlı ve dürüst bir tarih tartışması yapamadı. Cumhuriyet ve Kemalizm değerlendirmesinde yıkılması çok zor bir önyargı oluştu. (…) Dolayısıyla, İttihat ve Terakki Fırkası yönetimi Ermenilere karşı suç işledi ya da Cumhuriyet zamanla gericileşerek Kürt kimliğini reddetti, dahası asimilasyon, inkâr ve imha politikaları uyguladı diye (bu devrimler) tarihsel değerlerinden, bu toprakların kaderinde oynadıkları ilerici rollerinden hiçbir şey kaybetmez. Her tarihsel atılımın ‘kaçınılmaz kötülükleri’ vardır.”[5]

Merdan Yanardağ’ın Kemalist Cumhuriyet elojisinin günümüzdeki karşılığını Zülal Kalkandelen formüle ediyor: “Kürt sorunu, etnikçi siyaset, ayrımcılık ve terör ile değil demokrasinin güçlendirilerek insan haklarının tüm yurtta ödünsüz uygulanması ile çözülür. Bunun da yolu Cumhuriyet Devrimi’ne ‘100 yıllık yıkım’ diyerek siyasal İslâmcılarla Cumhuriyet düşmanlığında buluşmaktan değil tüm özgürlükleri yok eden baskıcı iktidara karşı demokrasi mücadelesinden, emperyalizme, sermayeye ve dinci gericilere karşı emekçilerin sesini yükseltmekten geçer. Türkün de Kürt’ün de Çerkesin de Alevînin de deistin de ateistin de tüm yurttaşların da yazgısı bu ortak mücadeleye, sınıf mücadelesine bağlıdır.”[6]

Bu “telkinler” sosyalistler nezdinde de hayırhah bir tutumla karşılanmaktadır:

“Demokratikleşmeyi önemsiyoruz ve bütün ağırlığımızla bu seçeneğe yüklenmemiz gerekiyor. Otoriterliği geriletmek, siyasal özgürlüklerimizi geri kazanmak istiyoruz. Demokratikleşmeyi gerçek bir seçenek yapabilmek, onun “biraz daha özgürlük”ün ötesinde bir kapsamı olduğunu yurttaşlara anlatmamızdan geçiyor…”[7]

“Çelişkili ve zoraki muhalefet ittifakının cisimleşmiş hâli Millet İttifakı ise elbette emekçileri temsil etmiyor, sadece koyu bir kâbustan kurtulma imkânını temsil ediyor. Saray mı, Meclis Mİ? Osmanlı mı, Cumhuriyet Mİ? Tek adam rejiminin kalması mı, gitmesi Mİ? Şimdilik bu kadar sade ve basit: Zoraki ve çelişkili muhalif ittifaka koşulsuz EVET değil, Saray’ın zoraki ve çelişkili ittifakına kesin ve mutlak HAYIR.”[8]

Ya da Türkiye İşçi Partisi’nin HDP ile ittifak tasarısına “Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi” şerhini koyması[9]… Ertuğrul Kürkçü’nün “partisinin Kılıçdaroğlu’nu desteklemesini umduğunu” açıklaması[10]… (HDP, TİP, EMEP, SMF, TÖP ve EHP’den oluşan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın “makul adaylardan” olarak değerlendirdiği Kılıçdaroğlu için “doğrudan oy istememekle birlikte iktidarın yenilmesi ve oyların bölünmemesi çağrısı” yapacağını açıklaması![11]

[Kuşku yok ki, itirazlar da var. Örneğin Türkiye Komünist Hareketi, “cumhurbaşkanlığı seçiminde aday göstermeyeceğini, ancak Millet İttifakı’nı da çare olarak görmediklerini ve göstermeyeceklerini, milletvekili seçimlerinde “sol bir odağın oluşturulması ve işçi sınıfı ve emekçi halkın çıkarlarının savunulmasını” esas alacaklarını açıkladı.[12] Devrimci İşçi Partisi ise, tutumunu Gerçek gazetesinin manşetiyle açıklıyor: “Bu düzene verecek canımız, kaptıracak hakkımız, düzen partilerine atacak oyumuz yok!”[13]]

Daha önce de ifade etmiştik:[14] Öyle gözüküyor ki sosyalist solun önemli bir bölümünün Kılıçdaroğlu ve Altılı Masa iktidarından beklentisi, (olabildiği kadar) laikliğe dönüş ve (olabildiği kadar!) “demokratikleşme”yi aşmamaktadır. Tabii, “Kimsenin endişesi olmasın ne imam hatip okulları, ne başörtüsü meselesi, ne devlette görev almalar, bunların hiçbiri engellenmez. Bazıları ‘cemaatleri yasaklayalım’ diyorlar, cemaati yasaklayamazsın. Bu tip çıkışlar bazı yerlerde önyargılı hareketlerden kaynaklanıyor. Ben hiçbir kazanımdan, özellikle de bahsettiğimiz hususlarda taviz verilmeyeceğinin taahhüdünü veririm”[15] teminatını dillendiren Madımak hatibi Temel Karamollaoğlu ile laikliğe ne kadar dönülebilecek; bakanlığı döneminin faili meçhulleri hakkında, “Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum,”[16] diyen Meral Akşener ile “demokratikleşme” ne kadar sağlanabilecekse… Bunlara bir de, “Ben bir devrimciyim. Oy kullanmıyorum ama Kılıçdaroğlu’na kin ve nefret tutmanın, zulmetmenin hiçbir gerekçesi yok. Adam milyar dolar çalmamış, hiçbir kötülük yapmamış, bırakın seçilirse de seçilsin ya. Yeter artık ya! Kemal Kılıçdaroğlu’na zulüm yapmayın kardeşim” çıkışıyla Kılıçdaroğlu’na destek veren Mehmet Ali Ağca[17], Sivas’tan CHP adayı olacağı yolundaki (doğrulanmayan) iddialar medyaya düşen Muhsin Yazıcıoğlu’nun oğlu Furkan Yazıcıoğlu vd. de eklenmeli…

Özetle, gerçek anlamda bir demokratikleşme ya da laiklik (örneğin Diyanet’in lağvedilmesi, dinsel faaliyetlerin finansmanının cemaatlere bırakılması, devletin din ile tüm ilişkilerini kesmesi vb.) bir yana, olası bir Altılı Masa iktidarının halka, emekçilere ve sola rejimi AKP öncesi ayarlara dönmenin dışında pek bir vaadi yok: Yolsuzluğun, hırsızlığın, kamusal israfın, kamu kaynaklarının yağmalanmasının, kayırmacılığın, yönetimde keyfiliğin, “şahsım rejimi”ne son verilerek, “şeffaf ve hesap verebilir” bir yönetim anlayışına geçilmesi…

“Eh, buna da şükür,” diyenler çıkabilir; sanırım çıkıyor da… Ancak bu vaatlerin, AKP iktidarını ve Tayyip Erdoğan rejimini keyfi, arızi, devleti her nasılsa ele geçirmiş ve olanaklarını kendi zenginleşmeleri yolunda har vurup harman savuran rastgele bir “çete” olarak görme, gerisindeki yapısal zorunlulukları kavrayamama hatasıyla malûl olduğunu görmek gerek. AKP iktidarında bunlar vardır, kuşkusuz, ama RTE rejimi bunun ötesidir. AKP bir yanıyla neoliberal sistemin Türkiye’deki en “şecaatli” uygulayıcısı (Türkiye’de yapılan tüm özelleştirmelerin yüzde 88’i AKP iktidarı döneminde yapıldı[18]) bir yanıyla da (MÜSİAD’ı, Anadolu Kaplanları, kamu bankaları, Orta Anadolu KOBİ’leri vb ile) bir sermaye transferi projesidir. Türkiye kapitalizmi “pasta”sının “aslan payı”nın “Marmara Baronları”ndan “Anadolu Kaplanları”na transferi projesi. Ancak emekçiler üzerindeki baskılar yoluyla sermayenin kârlılığını katladığından, Marmara Baronları bu transfer çabasına fazla ses çıkartmamıştır. Bu sürece kültürel hegemonyanın da el değiştirmesi girişimi eşlik ediyordu: kitlelerin pasifikasyonunu sağlayacak bir “toplumsal yaşamı dinselleştirme” girişimi…

Altılı Masa’nın rejimi “fabrika ayarları”na döndürme niyeti, bu süreçte hatırı sayılır bir mesafenin kaydedildiği (tabir yerindeyse “atı (ç)alanın Üsküdar’ı geçtiği) bir noktada, üstelik de Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu gibi bu sürecin mimar ve uygulayıcıları ile birlikte (ve de onların veto yetkisi altında) ne kadar gerçekleştirilebilir? Bu da bir muamma…

Ancak kesin olan bir şey var. AKP’nin “yükselttiği” kesimler, nemalandıkları bu rejimden kolay kolay vazgeçmeyecekler… Seçim öncesi çıkartılabilecek kargaşadan seçim hilelerine, Ordu-emniyet teşkilatı üzerindeki nüfuzu kullanmadan paramiliter çetelerin seferberliğine, bir dizi şom olasılık, seçim sürecini ve sonrasını bekliyor. Olası şiddet olaylarına şiddetin “olağan” hedefi olagelmiş kesimler, Kürtler, Alevîler, işçi-emekçiler ne denli hazırlıklı olduğu sorusu boylu boyunca ortada… CHP-İYİP-SP-DP-DAP-GP ittifakının böyle bir olası saldırıyı ne kadar karşılayabileceklerini sormuyorum bile…

* * *

Aktarmaya çalıştığım bu tablo, Türkiye devrimci-sosyalist hareketine ve Kürt dinamiğine “bir oy Kılıçdaroğlu’na bir oy bize” naifliğinden ya da milletvekilliği pazarlıklarından öte sorun ve sorumluluklar yüklüyor…

Öncelikle sosyalist hareket, neden ülkenin yazgısını belirleyen bir güç olamadığına, her seferinde dönüp dolaşıp şer’e karşı ehven-i şeri desteklemek zorunda kaldığına değgin gerçek bir muhasebe yapmalı… Bugün bu muhasebe, Türkiye sosyalist hareketinin esas çaba alanını oluşturması gereken işçi-emekçi örgütlenmesinden yan çizip Kürt hareketine eklemli “demokratikleşme” gündemine kilitlenmesini sorgulamaktan geçiyor. Bu ülkenin sosyalistlerinin, devrimcilerinin çoğu, sınıfı İslâmcı ve şoven eğilimlere terk ederek “yükselen” Kürt hareketinin sırtına binmeyi yeğledi. Bu belki sahibi olduğumuz, genellikle yüzde 1’in altındaki toplumsal desteğe rağmen, bize “parlamento” yolunu açtı - ama aynı zamanda parlamentarizmi aşırı önemseme defosunu da getirdi beraberinde… Bu bağlamda, “…bu gün Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlık gidiş açısından hayati bir önem taşıdığı kadar, Kürt sorununun toplumsal barış ve rızaya dayalı gerçek bir çözümü için de Türkiye’nin batısında güçlü bir devrimci siyasi hareketin gelişmesine ihtiyaç var. Ancak bu gün ülkede mevcut koşullar ne kadar uygun olursa olsun, böyle bir mücadele için gerekli cesaret ve özgüvenden yoksun, sadece mevcut düzen içi seçenekler arasında günü kurtarmak peşindeki anlayışlarla bunu başarmak mümkün değil” [19] saptamasına katılmamak elde değil...

Eğer bunlar doğruysa, sanırım bizim cenaha düşen, parlamentoya daha az, yoksul mahallelere, fabrikalara, sokaklara daha fazla kafa yorarak, AKP neoliberalizminin ve İslâmcı cenderenin kıskacında bunalmış yoksullarla, emekçilerle, işçilerle, işsizlerle, kadınlarla, gençlerle, emeklilerle buluşmak… Ve kurtuluşun şu ya da bu “kurtarıcı” ile değil ancak, ama ancak kendi ellerimizle olabileceği düşüncesini kitleselleştirebilmek…

“Tanrı, paşa, bey, ağa, sultan / Nasıl bizleri kurtarır/ Bizi tüm kurtaracak olan/ Kendi kollarımızdır” dizelerini terennüm eder dururuz…

Artık onları hayata geçirmenin zamanı geldi…

18 Mart 2023 17:46:05, İstanbul.

N O T L A R

[*] Direnişdeyiz, 23 Mart 2023… https://direnisteyiz30.org/bir-secim-yazisi-ya-da-bizi-tum-kurtaracak-olan-sibel-ozbudun

[1] Zygmunt Bauman, Ahlâkî Körlük, çev: Akın Emre, Ayrıntı Yay., 2020, s.155.

[2] “Ecevit, Dışındaki Sola Sırt Çevirdi”, Vatan, 3 Ekim 1977.

[3] Örsan K. Öymen, “Sosyal Demokrasi ve Komünizm”, Cumhuriyet, 25 Temmuz 2022, s.10.

[4] Örsan K. Öymen, “Muhalefet İlk Turda Birleşmeli”, Cumhuriyet, 13 Mart 2023, s.8.

[5] Merdan Yanardağ, “Türk Kompleksi ve Tarih Metodolojisi”, Birgün, 6 Kasım 2022, s.10.

[6] Zülâl Kalkandelen, “Dinciler, Etnikçiler ve Emperyalistler”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2022, s.6

[7] Ş. Can Atalay, “Acil Talepler: Güncel, Somut, Kazanılabilir”, Birgün, 29 Ocak 2023, s.10.

[8] Melih Pekdemir, “Yine ve Yeniden Temkinli İyimserlik Mİ?”, Birgün, 30 Ocak 2023, s.9.

[9] “TİP, HDP’nin Ortak Liste Önerisine Şerh Koydu”, 12 Mart 2023… https://www.nupel.tv/tip-hdpnin-ortak-liste-onerisine-serh-koydu-kilicdaroglunun-adayliginin-da-desteklenmesi-gerektigini-duyurdu-268293.html

[10] “Kürt Seçmen Erdoğan’ı Göndermek İstiyor”, 14 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/kurt-secmen-erdogani-gondermek-istiyor

[11] Sefa Uyar, “Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan ‘cumhurbaşkanı adayı’ açıklaması”, Cumhuriyet, 19 Mart 2023, https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/emek-ve-ozgurluk-ittifakindan-cumhurbaskani-adayi-karari-2062487

[12] “TKH: Kılıçdaroğlu’nun Adaylığı Konusunda Komünistlerin Tutumu Nettir: Değiştirirse Düzeni Sol Değiştirir!”, 12 Mart 2023… https://gazetemanifesto.com/2023/tkh-kilicdaroglunun-adayligi-konusunda-komunistlerin-tutumu-nettir-507466/

[13] https://gercekgazetesi1.net/sites/default/files/2023-03/gercek162mart2023.pdf

[14] Bkz. Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Yolun Kendisi Olmak veya Seçim(ler)e Dair Uyarı(lar)”, Newroz, Mart 2023… https://rojnameyanewroz3.com/p27829/

[15] Akt.: Doğan Özgüden, “49 Yıl Sonra Aynı Senaryo mu?”, 13 Mart 2023... https://www.avrupademokrat2.com/ 49-yil-sonra-ayni-senaryo-mu-dogan-ozguden

[16] “Meral Akşener Kimdir?” Evrensel, 4 Mayıs 2018… https://www.evrensel.net/haber/351647/meral-aksener-kimdir

[17] “Mehmet Ali Ağca: Kılıçdaroğlu’na Zulüm Yapmayın Kardeşim”, 13 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/mehmet-ali-agca-kilicdarogluna-zulum-yapmayin-kardesim

[18] “Sattırmayan Erdoğan ve Gerçekler: Türkiye’deki Özelleştirmelerin Yüzde 88’i AKP Döneminde Yapıldı”, Sendika.org, 7 Haziran 2018… https://sendika.org/2018/06/sattirmayan-erdogan-ve-gercekler-turkiyedeki-ozellestirmelerin-yuzde-88i-akp-doneminde-yapildi-496395/

[19] Oğuzhan Müftüoğlu, “Devrimci Siyaset ve Günü Kurtarmak”, Birgün, 15 Ağustos 2022, s.9.