Marksist düşün adamı Antanio Gramsci'nin geliştirdiği Kültürel Hegemonya teorisine göre, egemen ideolojinin tamamıyla tesis edilebilmesi için salt devlet aygıtının ele geçirilmiş olması yeterli değildir. Buna paralel olarak, Erk ile Kitleler arasında belirleyici bir etken olan Kültür ilşkisini de tesis etmek bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, kitlelerin egemen ideolojinin söylemini, etik değerlerini ve davranış biçimlerini toplumun iktidara eklemli kanaat önderleri, aydınları ve diğer üstyapı kurumları aracılığı içselleştirerek kendi düşünceleriymiş savunulması tezini öngörür. Antonio Gramsci her ne kadar Kültürel Hegemonya tezini marksizme bir katkı olarak geliştirmiş olsa da, bu kavram, aynı zamanda AKP iktidarının kültür ve sanat alanı ile ilişkilerinin açıklanmasında da önemli bir teorik temel olarak kabul edilebilir.

AKP iktidarının on altı yıllık tarihi boyunca kültür ve sanatla olan ilişkisi baskı, sansür, yasak ve cezalardan ibarettir.

Sinemada, Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel'in 'Bakur' adlı belgeselinin 34. İstanbul Film Festivali'ndeki gösteriminin yasakanması, Lars von Trier'in 'Nymphomniac' filminin sinamalarda gösteriminin yasaklanması, Onur Ünlü'nün 'İtirazım Var' filmine 18 yaş üstü sınırlaması getirilmesi. Kitapta, Ahmet Şık'ın 'İmamın Ordusu' kitabının yayımlanmadan toplatılması.

Güzel Sanatlarda, Mehmet Aksoy'un Kars'taki 'İnsanlık Anıtı' heykelini, Erdoğan'ın 'Ucube' olarak tanımlamasının ardından yıkılması, Nursel Sökmen Bayram'ın 'Maraş Katliamı' adlı tablosunun Beyoğlu Sanat Galerisi'ndeki sergiden kaldırılması. Tiyatroda, Belediye Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen 'Rosenbergler Ölmemeli' oyunun programdan çıkartılması, Barış Atay'ın 'Diktatör' adlı oyununun bir çok yerde sahnelenmesinin yasaklanması, tiyatro oyuncusu Mehmet Ali Alabora'nın hedef gösterilmesi ve son olarak Metin Akpınar ve Müjdat Gezen'in Erdoğan tarafından sanatçı müsveddeleri olarak tanımlamasının ardından savcılık tarafından iki sanatçı hakkında soruşturma açılması.

Müzikte, Grup Yorum'un konserlerinin yasaklanması, üyelerinin tutuklanması ve başlarına para ödülü konulması, iktidar karşıtı söylem ve eylemlerinden dolayı birçok sanatçınin sahne ve dizilerde yer almasının engellenerek açlığa mahkum edilmeye çalışılması AKP iktidarının kültür ve sanat dünyasına karşı açmış olduğu savaşın boyutlarını ortaya koyan onlarca örnekten sadece bir kaçıdır.

Bir yandan kültür ve sanata bu baskılar süregiderken, bir yandan da AKP çevrelerinin ve Recep Tayyip Erdoğan'ın ''siyasal iktidar olduk ama kültürel iktidar olamadık'' söylemleri de bu bağlamdaki rahatsızlığın bir dışavurumu olarak çok önemli. Kaldı ki bu rahatsızlık salt AKP çevresinde değil aynı zamanda muhafazakar kesimin önemli kalemleri arasında da bir tartışma konusu olmayı sürdürüyor. Yazar İskender Pala 'Muhafazakarın Sanat Manifestosu' (10.04.2012) yazısında kendi mahallesindeki kültürel çoraklığı eleştirken, muhafazakar sanatın içinde bulunduğu çıkmaza kendi meşrebince çözüm önerileri sunmaya çalışıyor. M. Şükrü Hanioğlu da aynı kaygılarla kaleme alınmış yazılarıdan birinde (11.06. 2017 Sabah) iktidar ve kültür ilişkisini sorgulayarak, AKP iktidarına uyarılarda bulunuyor.

Tartışmaların tam bu noktasında, AKP iktidarının son dönemlerde rahatsızlık duyuduğu ve sık sık dile getirdiği kültür ve sanat alanındaki eksikliklerini giderebilmek için yaptığı icraatlara bakalım. Sarayda sanat ve eğlence dünyasının AKP iktidarına biat etmiş figüranlarının davet edildiği şatafatlı yemek davetleri dışında, son dönemlerde bu konuda yapılan en önemli iş Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu'nun oluştrulmasıydı. Bu kurulda ilk göze çarpan isimler Orhan Gencebay, Hülya Koçyiğit, Murat Bardakçı gibi popüler figürler. İlk iki 'sanatçı'nın kurula seçilme kriterleri yalnızca Recep Tayyip Erdoğan'a bağlılıklarını toplum önünde beyan etmelerinin mükafatıdır. Bu isimlerin yüklendiği misyondan anlaşılacağı üzere, AKP'nin ciddi anlamda belirlenmiş bir kültürel ve sanatsal yol haritası yoktur. Kaldı ki bu kurul işlevsel olarak doğrudan cumhurbaşkanına bağlı özerkliği ve yaptırım gücü olmayan bir yapıdır. AKP'nin kültür ve sanat anlayışını kavrayabilmek

için saraya davet edilen 'sanatçılar'ın kimler olduğuna bakmak yeterli gibi görünse de, bizzat Recep Tayyip Erdoğan'ın ve AKP'li politikacıların değişik zamanlarda sanat ve sanatçılar hakkında sarfettiği tanımlamalara ve sözlere bakmak gerekir. Ankara belediye başkanı olduğu dönemde, Mehmet Aksoy'un bir heykeli için ''ahlaksızlığın adını sanat koymuşlar, tükürürüm ben böyle sanatın içine'' diyen Melih Gökçek'in bu sözleri üzerine Recep Tayyip Erdoğan, “Melih beyin yaptığını dört dörtlük benimsiyorum” diyerek AKP'nin sanata bakış açısını yıllar öncesinden ortaya koymuştu.

AKP iktidarının yıllardan beri sürdüregelmekte olduğu sanat ve kültür düşmanlığının yarattığı bu iklimin popülizme teslim olmuş toplumda karşılığını bulmaması imkansızdı. Gericilerin, sanat galerini, tiyatro gösterilerini, şiir dinletilerini basmalarının cüretinin nedeni tam da AKP iktidarının yarattığı bu sanat ve kültür düşmanı ortamdır.

AKP'nin kültür ve sanat alanındaki yozlaştırma politikalarının neden sürdürülebilir olduğunu ve neden toplumda tersine bir reaksiyona yol açmadığını kavrayabilmek açısından, AKP faktörünün dışındaki nesnel koşulları da gözardı etmemek gerekir. Yaşamakta olduğumz dönem Bilgi Çağı diye adlandırılıyor, bu dönemin en karekteristik özelliği bilginin kaynağına erişim ve bilgiyi tüketme biçimlerinin tamamen farklılaşmasının yanısıra, bilginin bir Dezenformasyon ve Manipülasyon aracı olarak da kullanılabileceği geniş bir alanın açılmış olmasıdır. 12 Eylül'den bu yana siyasal iktidarların uyguladıkları Depolitizasyon politikaları ile yoğrulmuş toplumsal yapı, AKP'nin on altı yıllık gerici - totaliter iktidarı boyunca da var olan ilerici toplumsal dinamiklerini tamamen yitirmiş, ahlaki moral değerleri hızlı bir aşınmaya uğrayarak tamamen çökmüştür. Tam da bu bağlamda yeni bilgi teknolojisinin olanaklarını - Gezi ayaklanması istisnası dışında – kendi lehine kulanamamıştır. Aksine, düşünsel alandan uzaklaştırılmış kitleler, iktidar ve müttefiklerinin yeni bilgi teknolojisinin olanakları ve kontroleri altındaki güdümlü medya mecraları aracılığı ile ağır bir dezenformasyon ve manipülasyona maruz bırakılmışlardır. Kuşkusuz bütün bu faktörlere toplumsal muhalefetin zayıflığını ve halka güven verebilecek güçlü örgütlenmelerin yetersizliğini de eklemek gerekir.

Sonuç olarak, AKP düşünsel olarak yoksulaştırılmış bir halka, gerici popülist politakalarını benimsetmekte ve kabul ettirmekte - yarattığı korku imparatorluğunun olanaklarınını kulanarak - çok ta zorluk çekmemiş ve kültür sanat alanında tam bir çöl iklimi yaratmıştır.

Bu yazı daha çok bir durum tespiti yapmak için kaleme alınmıştır. Konuyla ilgili çözüm önerilerinin tartışılması ayrıca etraflı bir yazı konusu olmakla birlikte, acil olan ve kısa vadede yapılabilecekler şeyler hakkında da bir kaç öneride bulunmakta fayda var. Öncelikle AKP iktidarının hedef haline getirdiği sanatçılara sahip çıkmak, oların yapıtlarının sunulduğu tiyatro, sinema ve konser salonlarını boş bırakmamak dayanışma adına oldukça önemlidir. Bunun yanısıra sanatın ve sanatçının yaratıcı gücünü kullanarak, sansür ve yasak perdesini yırtıp atacak, yeni yapıtların üretilmesi ve bunların halka ulaştırılabilmesi konularında birlikte hareket edebilecek sanat yapılanmaların oluştulması üzerine tartışımalar yürütülmesi da son derece elzemdir.

Ümmet Suna kimdir?

1963 yılında Ceyhan'da doğdu. Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesini bitirdi. Türkiye'de beş yıl süren öğretmenlik döneminden sonra, yaşamını halen Almanya'da sürdürmektedir. 'Çingene Pembesi' adlı yayımlanmış bir şiir kitabı bulunmaktadır.