Süheyla KAPLAN 

Kobani Davasında, eski HDP liderleri Ekim 2014'te IŞİD'in Kobani’ye saldırısı nedeniyle kitlesel gösteriler düzenlenmesi çağrısında bulundukları gerekçesiyle hapis cezasına çarptırıldılar. Selahattin Demirtaş 42 yıl, Figen Yüksekdağ 32 yıl ve siz de 10 yıl hapis cezası aldınız. Kobani Davasını nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu kararlar nasıl değerlendirilmelidir?

Başta belirtmeliyim ki Kobani Davası bir kumpas davasıdır. Hukuken hiçbir karşılığı olmayan bir dava. Tüm arkadaşlarımız rehin alındı sonra da hukuk dışı bir uygulamayla onlarca yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sayın Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, şahsım ve diğer tüm arkadaşlarıma verilen cezaların hukuki hiçbir bağlayıcılığı yoktur, hem bizler için hem de halkımız için yok hükmündedir. Açık ve nettir ki bu bir siyasi karardır. Aynı zamanda bu davada verilen siyasi kararın bir diğer amacı da yıllardır demokratik zeminde hak mücadelesi veren halkımızın, iradesini kırmaya dönük bir saldırıdır.  Fakat bu karar merciinin unuttuğu bir şey var ki; bu halk ve öncüleri tarihten günümüze kadar hiçbir zaman haklı mücadelelerinden geri adım atmadı, diz çökmedi, boyun eğmedi ve dik duruşundan asla taviz vermedi. Bilinmeli ki tarihten süre gelen bu gelenek devam edecektir. 


Kobani Davasındaki kararlar daha çok AKP-MHP hükümetinin gücünün bir işareti mi? Yoksa bu cezalar iktidar ittifakının yerel seçimlerdeki kayıplarının ardından bir zayıflık işareti olarak mı okunmalı/algılanmalı?
Güçlü olan bir ülke veya iktidarda olan bir yönetim, asla korkak yol ve yöntemlere başvurmaz, kendilerinin de bağlı olduğu evrensel hukuk normlarını çiğnemez. Dolayısıyla bunu görüyoruz ki AKP-MHP hükümeti yargıya müdahale ederek, siyasi kararlar aldırarak kendilerini güçlü bir konumda göstermek istemekteler. Fakat bu Kobani Davasında açık ve net görüldü ki siyasi iktidar çok zayıf bir konumda ve anti demokratik, hukuk dışı uygulamalar ile ömrünü uzatma peşinde. Bu dava da verdirilen karar da açıkça zayıflık göstergesidir. Kaldı ki şimdiye kadar bu iktidarın seçimlerde demokratik bir başarı sağladığını söylemek çok zor.

Yargı sizi bir terör örgütünü desteklemekle mi suçluyor? Bu suçlama neye dayanıyor?

Bağımsız olmayan bir yargının, iddialarının dayanağının da çok önemi yoktur. Çünkü tüm dünya görüyor ve biliyor ki Türkiye’de yargı bağımsız değildir ve iktidarın güdümü doğrultusunda hareket etmektedir. Örnek vermek gerekirse bu ülkede nice hak savunucusu, akademisyen, iş insanı, siyasetçi vs. terörist ilan edildi ve kimisine müebbetlere kadar varan cazalar verildi. Osman Kavala örneği bahsettiğimiz durumu gayet açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Insa anketi: Yeşiller, en kötü performans sergileyen parti Insa anketi: Yeşiller, en kötü performans sergileyen parti

Demirtaş ve diğer sanıkların aksine siz hala özgürsünüz. Bazen nihai kararı beklemek yerine sürgüne gitmenin daha iyi olacağını düşündüğünüz oluyor mu?

Doğrudur, kısmen bir fiziki özgürlüğüm var ama bu tam olarak özgür olduğum anlamına gelmiyor. Belki diğer siyasi tutsaklara göre içeride değil de dışarıdayım. Ama hükümetin yargıya müdahalesiyle, keyfi karar ve uygulamalarıyla maalesef ülkenin tümü bir açık cezaevine dönüşmüştür. Dolayısıyla böylesi bir ortam ve atmosferde insanın kendisini özgür hissetme olanağı maalesef yok. Ayrıca bu yanlış giden düzene karışı mücadele geliştiren bizler ve bizim gibi insanların ülkeyi terk etme gibi bir lüksü yoktur. Mümkün olduğu kadar demokratik zeminde siyaset yapıp mücadele ederiz. Kaldı ki şahsen sürgün hayatını yaşayamam. Bu yaşıma kadar hep direnerek mücadele ettim, bu saatten sonra de aynı tutum içerisinde olacağım.

Yerel seçimlerde, HDP'nin halefi olan DEM Partisi, daha önce devlet tarafından el konulan birçok şehri yeniden ele geçirmeyi başardı. Mardin'de yeniden belediye başkanı seçildiniz. Zorla yönetildiğiniz yılların ardından belediyeyi ne durumda devraldınız?
Halkımız 31 Mart yerel seçimlerinde teveccüh gösterip bizleri seçtiler. Bizler bir yerleri ele geçirme anlayışıyla yaklaşmıyor, değerlendirmiyoruz. Çünkü belediyelerin yönetimi halkın iradesiyle belirlenir ve seçilen yönetim tarafından hizmet sağlanır. Fakat 2016’dan bu yana iktidar tarafından kayyumların atanmasıyla halkımızın iradesi de gasbedildi. Bu irade gaspı kabul edilir bir durum değil. Ne bizler ne de halkımız bu anti demokratik irade gaspını kabul etmeyerek,  bu seçimler de tekrardan göreve geldik. Fakat kayyumun yaratmış olduğu tahribatlar, talanın boyutları, bıraktığı borç tam bir enkaz! Mardin’in hiçbir yerinde gözle görünür, elle tutulur çalışma görünmezken belediyeye bırakılan borç 5 milyar TL’nin üzerinde. Dolayısıyla bu borç ile tüm çalışmalarımızı, projelerimizi ve halkımıza sunacağımız hizmetleri deyim yerindeyse imkânsız hale getirdi.

DEM tarafından yönetilen şehirlerin belediye başkanlarının bir kez daha hükümet tarafından görevden alınması ve yerlerine kayyumların atanması tehlikesi ne kadar gerçekçi?

Baştan beri iktidar tarafından anti demokratik ve hukuka sığmayan uygulamalardan bahsettik. Nasıl ki iki dönem üst üste halkın iradesi tanınmayıp gasp edildiyse şimdi de aynı yönteme başvurma durumunu niyetlenip akıllarından geçirmişlerdir. Ya da öyle bir istekleri olabilir.  Fakat son yerel seçimler aslında bizlere başka bir şey daha gösterdi ki mevcut iktidarın ciddi anlamda zayıfladığı ve artık halk bu iktidarın hiçbir anti demokratik uygulamalarına göz yummayacağıydı. Van’da yaşanan pratik bunun göstergesidir. Özellikle halkımız, bir daha bu kayyum atama politikalarına müsamaha göstermeyeceğini açık ve net bir şekilde tutumlarını ortaya koydu.

CHP yerel seçimlerde en güçlü parti oldu ve o zamandan beri Avrupa medyasında Türkiye için demokratik bir umut ışığı olarak kutlanıyor. Bu umut sizin gözünüzde haklı mı?

Şüphesiz bizler hak ve adaletin tesisi için elimizden geleni yaparız. Demokratik bir ülkede her kesin eşit ve özgür yaşayacakları bir ortamın oluşması ve bunun için çaba içerisinde olan kişi, kurum veya partilerin olmasını önemseriz. En önemlisi de umut edileni aşıp yaşam bulmasıdır.

Avrupa hükümetlerinin ve AB'nin Kobani Davasındaki kararlara tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabii ki her tepki önemlidir. Fakat sözlü tepkilerin Türkiye’ye ve iktidardaki AKP-MHP hükümeti nazarında hiçbir kıymetinin olmadığını da biliyoruz. Dolayısıyla yaptırımı olmayan hiçbir tepkinin Türkiye’de karşılığı yoktur.  Oysaki genel beklenti o ki Avrupa ülkelerinin Türkiye’de yaşanan bu hukuksuzluğa sesiz kalmamasıdır.

Sizce Alman hükümeti Türkiye'ye karşı nasıl bir tutum takınmalıdır?

Alman hükümetinin Türkiye’ye karşı geliştirebileceği birçok tutum var. Fakat maalesef işbirliği içerisinde olmalarından kaynaklı kendisinden herhangi bir tutum beklemek çok da gerçekçi olmaz. Çünkü hükümetler kendi çıkarlarını gözeterek tutum içerisinde olurlar.