Burada konuşan Çiçek, yeteri kadar bilinse de bilinmese de yüzleşilse de yüzleşilmese de herkesin ortak acıları olduğunu ifade ederek, "Ortak acılarımız var, evvela bunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu acıları azaltmanın yolu, bunu paylaşmaktan geçiyor. Bu da güzel bir sözdür, acılar paylaşılırsa azalır. Belki tümüyle ortadan kalkmaz ama azalır. Bu konuları belki daha evvel konuşmamız gerekiyor olabilirdi. Ama zararın neresinden dönülürse kardır. Herşeyi, her zaman konuşma imkanı da yok. Nitekim 10 sene evvel konuşamadıklarımızı bugün konuşuyoruz, bugün sıkıntısı olan konular da belki 10 sene sonra konuşulacak. Yapmamız gereken iş bu ortamı bir an evvel hazırlamak. Bunun da yolu yeni bir anayasadan geçiyor" diye konuştu.


BU TÜR TOPLANTILARA KATILMAK DA KOLAY DEĞİL


Acıları paylaşmak ve yaraları sarmak için bir adım atılması gerektiğine işaret eden Çiçek, "Bunu kim, ne zaman atarsa, buna destek vermek gerekecek. Ama bunun çok da kolay olmadığını biliyoruz. Bunca acıların egemen olduğu, insanların olaylara ideolojik körlük içerisinde baktığı bir dönemde, süreçte bu işleri konuşmak çok da kolay değil. Hatta bu tür toplantılara katılmak da kolay değil. Bu işleri tasvip edenler olduğu gibi, 'Orada ne işi vardır' diyenler de çıkar. Ama bunları sabırla, tahammülle göğüslemek ve olabildiğinde bu adımların sayısının çoğaltılmasında fayda var" dedi.


"HOCALI KATLİAMI" HATIRLATMASI


Çiçek, geçmişte yaşanan savaş, çatışma ve şiddet olaylarının günümüzün sorununa dönüştüğü bir süreçten geçtiğimizi söyleyerek, "Bu artık olay olmaktan çıkmış, toplumsal hatta evrensel bir sorun haline gelmiş. Bu sorun, birlikte yaşamak, beraber gelecek hayali kurmak kültürümüzü de örseliyor. Dün dünde kaldı. Ondan gerekli dersi çıkarmamız lazım. Bugünün geri kalan kısmını ve geleceği sağlam inşaa edebilmek, huzurlu bir toplum meydana getirebilmek bakımından konuyu sağduyuyla tartışmamız, müzakere etmemiz icap eder. İnsanlık tarihi savaşın ve şiddetin tarihidir. Eğer okuduklarım doğruysa, ama en azından bir bölümü doğrudur, insan biliminin yazılma tarihi 5 bin yıla kadar uzanmaktadır. Bu 5 bin yıllık tarihin sadece 292 yılı savaşsız geçmiştir. Üstelik son yüzyılda savaşlar yerellikten çıkmış ve küreselleşmiştir" diye konuştu.


Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, yılda ortalama 1 milyon 600 bin kişinin şiddet nedeniyle yaşamını yitirdiğini, bunların 5'te 1'inin savaş ve çatışmalar sonucu öldüğünü aktaran Cemil Çiçek, 20. yüzyılın en yıkıcı savaşının 2. Dünya Savaşı olduğunu, yaklaşık 6 yıl süren savaş sürecinde 10 milyonlarca insanın yaşamını yitirdiğini, Avrupa'da yaşanan son savaşın Yugoslavya'nın dağılma sürecinde olduğunu, 200 binden fazla Müslüman Boşnak'ın burada hayatını kaybettiğini hatırlattı. Çiçek, 90'lı yılların Sovyet Birliği'nin dağıldığı yıllar olduğunu anımsatarak, "Bu dağılma nedeniyle bazı cumhuriyetler sorunsuz bir şekilde bağımsızlıklarını ilan ederken, Azerbaycan için acılar da beraberinde gelmiştir. Topraklarının 5'te 1'i Ermeni kuvvetleri tarafından işgal edilirken, 1 milyon Azeri yerini yurdunu terk edip, sıkıntılar içerisinde yaşamaktadır. İşgal sırasında Dağlık Karabağ'ın Hocalı Kasabası'nda 613 Azeri Türk'ü anlatırken bile insanın içini burkan yöntemlerle katletmiştir" dedi.


ANADOLU BÜYÜK DRAMLARA SAHNE OLMUŞTUR


Çiçek, dünyanın sistematik anlamda değişim geçirdiği 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyıl başında dünyada büyük acılar yaşandığını belirterek, şunları söyledi:

"19. yüzyılın son çeyreğinde yapılan Osmanlı-Rus Savaşı sırasında ve 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki Balkan Savaşları sırasında Rumeli'den milyonu aşan insan, yerini yurdunu terk etmeye zorlandı. Bu yıl 100. yılını andığımız bu facia üzerine tarihçilerimiz pek de eğilmiş değildir ve kimse de halen buna yeteri kadar kulak kabartmış da değildir. Dünya savaşının en şiddetli olduğu dönemde, Anadolu büyük dramlara sahne olmuştur. İç güvenlik endişesinin baskın hale geldiği bu dönemde, Anadolu'dan bir göç ettirme hadisesi yaşanmıştır. Bu hadise nedeniyle yüzyıllarca birlikte yaşadığımız Ermeniler'in yerlerini, yurtlarını terk etmeye zorlanmaları gerçekten üzerinde durulması gereken bir husustur. 19. yüzyılda Batı'da başlayan uluslaşma sürecinden kaçınılmaz şekilde Osmanlı da etkilenmiştir. Bu süreç, beraberinde imparatorluktaki çoğulcu yapıyı bozmuştur. Daha önce yan yana yaşayan farklılıklar, ayrışarak varlığını devam ettirmeyi tercih etmiştir. Osmanlı devletindeki çözülmeden, sadece devletin asli unsuru olanlar değil, bu toplumdaki herkes etkilenmiş, doğal olarak herkes kendi istikbalini tayin telaşına düşmüş, bu da beraberinde pek çok acıyı getirmiştir."


HER DÖNEMİ KENDİ ŞARTLARI İÇİNDE DEĞERLENDİRMEK GEREKİYOR


"Biz acıları unutmayı tercih eden bir halkız" diyen TBMM Başkanı Çiçek, "İmparatorluk kültüründen gelen bir halk olmamızdan olsa gerek, başkalarının acılarını hatırlıyoruz. Buna biraz da 'ev sahipliği duygusu' diyorlar. İçin kan ağlasa da gözyaşını belli etmeme gururu gibi bir şey" dedi. Çiçek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Yeni bir başlangıç için eskiye takılıp kalmamak en pragmatik tercihtir. Bundan ötürü, kurduğumuz yeni devletle birlikte eskiye dair ne varsa unutmak isteğimizi fazla yadırgamıyorum. Çünkü acılar öfkeye, öfke nefrete, nefret kine dönüşebiliyor. Bu duygular, yarına ait duygular değil, dünün yaşanmışlıklarına ait duygulardır. Acıları kaşımak kimseye bir yarar getirmez. Acılardan ders çıkarmak ve tekrar yaşanmaması için tedbir almak hepimizin menfaatinedir. Unutulmaması gerekir ki, acıları kışkırtmanın arkasında bir kısım uluslararası çıkarların olduğunu da biliyoruz. Her dönemi kendi şartları içinde değerlendirmek gerekiyor. Bugün yapmamız gereken 19. yüzyılın son çeyreğinde ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ve 20. yüzyılda yaşanan hadiselerin tekerrür etmemesi için çalışmak. İnsanların birbiriyle boğazlaşmasından başlayarak, toplumların birbirleriyle çatışmasına meydan vermeyecek bir dünya ve toplum düzenini hep birlikte kurmak zorundayız. Birbirini ötekileştirmeyerek, farklılıklardan beslenip kendini zenginleştiren bir kültürel algıyı birlikte yaratmak zorundayız. Kişisel hak ve özgürlükleri teminat altına almak gibi bir sorumluluğumuz var. Mensup olduğumuz toplumun eşit bireyi olmayı hepimiz hak ediyoruz. Temel hak ve özgürlüklerden herkes kadar kendimizin de yararlanmak hakkı olduğunu bilmeliyiz. Eşitlik talebi, imtiyaz talebine dönüşmemeli, elde edilen haklar, gönül bağlarını koparıcı mahiyette olmamalı, mensubiyet hislerini örselememeli. Bireysel hak ve özgürlük talepleri, farklılaşma taleplerini meşrulaştırıcı mahiyette olmamalı, birlikte yaşama kültürümüz zedelenmemeli. Bugüne kadar varılmaya çalışılan hedef budur. Zorunlu beraberlik yerine gönüllü beraberlik en güçlü beraberliktir diye düşünüyorum. Yürüttüğümüz çalışmaların hedefi de budur. Bu hedefe ulaşmak için, toplumun tüm kesimlerinin yürüttüğümüz çalışmaya destek vermesini diliyorum. Siyasi bir belirsizliğe meydan vermeden, Türkiye'yi istikrarlı bir şekilde yarınlara taşıyabildiğimiz takdirde, hukukun üstünlüğü ilkesinin Türkiye'de egemen olacağına inanıyorum."


HÜKÜMET İNSAN GÖZÜNDEN, DEVLET GÖZÜNE KAYDI


SODEP Genel Başkanı Hüseyin Ergün de "Son 10 yılda AK Parti, yoluna insan gözüyle bakarak başladı ama devlet gözüyle bakarak devam ediyor. Ne Alevilerin, ne gayrimüslimlerin, ne Kürtlerin, ne de hatta sünni Türklerin sorunları çözüldü. Düşünce ve ifade özgürlüğünde iyileşme durdu, hatta tersine gidiş işaretleri var. Niye? Çünkü bu iktidar da herkes için değil, kendisi için özgürlükçü. Kendisine artık hürriyet gerekmediği için insan gözünden devlet gözüne kaydı. Yürek yanacak ki, gözden yaş çıka" diye konuştu.


Sempozyumda, öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in "Su Çatlağını Buldu" başlıklı röportajdaki konuşması da dinletildi. Sempozyuma ayrıca Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Alevi Federasyonu Başkanı Doğan Bermek, Süryani Katolik Patriği Yusuf Sağ, işadamı İshak Alaton katıldı.


(BB)