Güllük gülistanlık bir ülke

Bahar geldi

Seçim tantanası şöyle yada böyle bitti

Diktatör kazığı dikti

O kazık yeşillenecek

Diktatör Başkan olacak

Domates ucuzlayacak

Ayakkabı kutuları, kasalar dolacak

Milletvekilleri hıyarın (Siz halk anlayın) kabuğunu soyacak

Kuşlar ötecek

Artık kasetler, videolar, tapeler mapeler olmayacak

Sarımsak "Cinsel gücü artırıyor, terbiyesiz" (Var mı öyle bir şey) denilerek Din-Ayet tarafından yasaklanacak

Tüm kıllar türban altında toplanacak, yemeklere kıl düşmeyecek

Köprüler çökecek ama yollar yürümekle aşınmayacak

Youtube, Twitter mwitter Anayasa Mahkemesi kararına karşın kapalı kalacak

Arada mezarlıklardan, cezaevlerinden "İyi de abiler ve ablalar, biz niye öldük" diyen bozguncu sesler gelecek

Ama olacak o kadar

Heyyyt bre

Mutluluk gelecek mutluluk...

xxx

İnanmayanlar olabilir, ama ben o sözleri kulaklarımla duydum. Yıllar önceydi, Taksim’de bir kokoreççi bağırıyordu:

“Gel abi gel, paranla bok ye!”

Önce inanamadım kulaklarıma. Ama adam bir değil, belki beş kez söyledi aynı sözleri.

İnsanlar kuyruğa girmişlerdi. Bekledim biraz, sonra “Niye böyle bağırıyorsun” diye sordum adama, güldü, “Abi bu kokoreç dediğin bağırsak, ne kadar yıkarsan yıka, bir köşesinde kalır o bok” dedi.

Gerçeği söylüyordu. Gerçeği söylediği için de bile bile “Bok” yemek isteyenler onun tezgahının önünde kuyruğa giriyorlardı.

Mahmutpaşa pazarında bir adam entari giyinmiş, tezgahın üzerine çıkmış, “Gel abla gel, allı verelim, güllü verelim, SARILIVERELİM” diye bağırıyordu. Kadınlar üşüşmüştü tezgahtaki rengarenk entarilerin başına. Gülüşüyorlardı.

Sarılıverelim!

Topkapı’da bir işçiyle tartışıyordum. Kendine göre acayip bir “Devrim yolu” çizmişti. “Abi ben Demirel’i destekliyorum, ama devrim olacak, biliyorum” dedi, biraz açıklamasını istedim.

“Şimdi abi bir zalimin zulmü ne kadar artarsa halk o kadar bilinçlenir ve devrime gider. Demirel’i bir değil, on kez seçeceksin, iyice cılkı çıkacak, iyice zalimleşecek, halk da anlayacak ne halt yediğini, ondan sonra al sana devrim” dedi.

Ağaç İşçileri Sendikası Kurtköy’de greve gitmişlerdi, işçiler çadırlarında kar kış demeden direniyorlardı. Onları örgütlemeye giden devrimciler durmadan faşizmi anlatıyorlardı onlara. Bir gün işçilerden biri “En büyük faşizm bizim Hatice” dedi. “Patrona karşı direniyoruz, belki haklarımızı alacağız, belki işimizden olacağız. Ama sıkıyorsa gel evde Hatice’ye karşı diren. Kadın resmen grev kırıcı. Efendim aylardır açlarmış da, eve patates soğan girmiyormuş da.. Ben hep derim, köylüden devrimci olmaz, gözü hep toprakta olur köylülerin..”

Tuhaf ama benzeri bir değerlendirmeyi de Eltek Fabrikası’nda işçi olarak çalıştığımda bir işçiden duymuştum: “Abi, evlilikler devrimde çok önemli” demişti. “İşçiyi işçiyle köylüyü köylüyle evlendireceksin. İşçiyi köylüyle evlendirirsen bir ayağı hep köyde olacağından sınıf bilincine bir türlü ulaşamaz!”

12 eylüllü günlerde Diyarbakır zindanında siyasiler işkencelerden sonra zaman buldukça faşizmi tartışıyorlarmış. “Faşizm şöyle, faşizm böyle, faşizm şöyle tırmanır, şöyle gelir…Dimitrow demiştir ki…”

“Yardım-Yataklıktan” yatan bir köylü işkencesiz bir günde, havalandırma bahçesinde koğuş sorumlusunun yanına gitmiş, “Heval” demiş, “Biliyorsun ben yarın tahliye oluyorum. Senden bir isteğim var. Şu faşizmin adresini ver bana, çıkınca onun anasını bir belleyeyim, az çekmedik onun elinden!”

Bu olayın gerçek olduğunu söylersem bana inanır mısınız?

Bir ilk okul öğretmeni yaşamımın en güzel derslerinden birini vermişti bana.

“Sizi bir türlü anlayamıyorum” demişti. “Şimdi siz diyorsunuz ki proletarya diktatörlüğünü kuracağız. Bunu yapabilmek için de köylülüğü yanımıza alacağız, ama köylüler proleter değiller, kaypak olurlar. Küçük burjuvaları- yani benim gibi memur, esnaf olanları-da yanımıza alacağız, ama onlar da kaypak olurlar. Öğrencileri de yanımıza alacağız, ama devrimin asıl gücü proletarya olacak. Söyle bakalım şimdi, siz bu güvenmediğiniz, kaypak dediğiniz insanlarla yola çıkacak, devrim yapacak, sonra da onlara ‘Nah size iktidarda pay’ diyeceksiniz. Hangisi gelir sizinle, insanlar aptal mı?”

Urfa’nın Birecik Kazası’nın Mezra Köyü’nde Arap kökenli bir köylü “Abi ben bu devrimi destekleyeceğim de şu diktatörlük yanı hoşuma gitmiyor, niye diktatörlük kuruyorsunuz, başımızdakiler yetmedi mi” diye sorunca gülememiştim.

Bunları neden yazdım biliyor musunuz?

Gece rüyamda yaşlı bir adam, yaşlı bir kadın, bir de delikanlı gördüm. Sırtlarında çuvallar, ıhlaya tıslaya göbekli bir adamın arkasından gidiyorlardı. ‘Nereye gidiyorsunuz’ diye sordum. Adam “Önümüzdeki hergeleyi bir çukura devirebilirsek önce köye gideceğiz, bu karıyı köye, koyunların yanına bırakacağız, oğlanı okuluna göndereceğiz, ben de fabrikanın anasını belleyip proletarya diktatörü olacağım” dedi. Kahkahayla uyandım.

Biliyorum şimdi bazıları kızacak bana.

Marks’ı, Lenin’i, Stalin’i, Mao’yu bir peygamber, onların kitaplarını Kur’an, sözlerini ayet sayanlar, onları gerçek bilimselliklerinden ve tarihsel özelliklerinden ayıranlar, yaşanılan tüm gerçeklere karşın eski türküleri söylemekten zevk alıyorlar.

Yüz yıl önce söylenmiş sözleri bu güne uyarlamaya çalışanlar, proletarya dedikleri kitlenin yüz yıl önceki halinde durmadığını, artık sadece “Kaybedecek bir tek zincirleri” olan bir sınıf olmadıklarını, banka kartları, kredi kartları, cep telefonları, televizyonları, evlerinde beyaz eşyaları olan, birbirlerini kazıklamaktan zevk alan, bireyci, egoist, çıkarcı bir sınıfa dönüştüklerini anlamak istemiyorlar.

Son seçimlerde proletaryanın kimi desteklediğini bile kabullenemiyorlar.

Kim bilir belki de “Zalimi destekleyelim, zulmü artsın, sonra devrim olur” diyen işçinin teorisini uyguluyorlar.:

“İşçi sınıfı uyanacak, birleşecek, köylülüğü, küçük burjuvaları, gençliği müttefik olarak yanına alacak, kırlardan şehirlere veya şehirlerden kırlara esen isyan rüzgarıyla devrime gidilecek, proletarya diktatör olacak!”

Ama öncelikle bu uyuyan kitlenin kıçına çuvaldız sokup uyandıracak birileri gerek. Onun için onlar çuvaldız rolü oynayacak, sonra da uyananlar harıl harıl onların örgütlerine gelecek. O güne kadar pekala CHP+MHP+Perinçek, daha olmadı Tayyip politikası bile desteklenebilecek.

Çünkü “Diktatörün zulmü artarsa devrim olur!”

Ne demiş yılların iğrenç adamı Perinçek?

“Paralel yapıya karşı Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğiz!”

Kokoreç, sarılıverelim..

Peki bizim cephede durum nasıl?

Kestirmeden yanıt: Terane hep aynı:

Halk uyuyor muş…

Bilinçli değil miş…

Korkuyorlar mış…

Haklarının bilincinde değiller miş…

Onları bilinçlendirmek gerekliymiş…

Tarlasına giren eşeğe kurşun sıkan özel mülkiyetçi halk…

Bahçesinden bir erik çalan çocuğu tokatlayan halk…

Bahçesine giren tavuk yüzünden komşusunu öldüren halk…

Ayyuka çıkan tüm hırsızlıklara, yolsuzluklara, cinayetlere karşın diktatörü seçen halk…

O ülkede üç kez CUNTA gelmiş, 30 yıl savaş sürmüş, on binlerce insan öldürülmüş, 4 bin köy yakılıp yıkılmış, zindanlar siyasi insanlarla doldurulmuş, ama ne olup bittiğinin ayrımına bir türlü varamamış (!) bir halk..

Hele gidin birinin masasından sigara paketini alın bakalım, başınıza neler geliyor.

Şimdi oturmuş seçtiklerini kokluyor o halk.

Ama şarkı aynı şarkı:

“Bir gün uyanacaklar!”

Gerçekte uyuyan, uyanması gereken kim acaba?