Emperylist güçlerin/devletlerin '90'ların başlarında Ortadoğu'yu merkez alarak başlatıkları haksız ve gayrı meşru savaş, hala farklı yoğunluklar ile kesintisiz sürdürülmektedir.

Bu savaş hakkında, basında/medyada pek çok haber okuyor ve duyuyoruz. Başlangıç da kıta Avrupa'sında, yüzbinler ile ifade edilen, barışdan yana kitlesel protestolar, savaşın hala aynı yoğunlukta sürdüğü bugünkü koşullarda, savaşa karşı çıkan ve savaşı protesto eden barış için eylemlilikler göremiyoruz.

ABD ve İngiltere'nin ortak koalisyonu ile 20 Mart 2003 de Irak'a karşı başlatılan savaş ve askeri işgal ile Bağdat'i havadan bombalayarak, Irak'ı kısa bir süre içinde işgal ederek, kontrolü ve denetimi ele geçirmekti. 
Bu savaş ile amaçlanan hakimiyet alanını genişletmek, Irak da denetimi sağlayarak hegomonyasını sürdürmek için baş vurulan bu askeri yöntemi kalıcı kılmaktı. Bu askeri yöntem çeşitli farklılıkarına karşın hala farklı güç ve kuvvet gösterileri ile devam etmektedir.

Bu savaşın resmi rakamlara göre işgali bitirme/sonlandırma tarihi olan 2011 yılı itibarıyla, kısaca geri çekilme, 600 bin Iraklı yaşamını yitirdi. Bu sayının içinde ne kadar sivil yaralandı ve bu yaralılardan 
ne kadarı tedavi olabildi; ne kadarı yaşama geri dönebildi vs. gibi soruları yanıtsız kalıyor. Bu savaş, Irak ordusunda 37 bin askerin yaşamına mal oldu. Aynı zamanda 2003 – 2010 yılları arasında 230 gazeteci öldürüldü. Yaşamını yitiren gazetecilerden 172 ise Iraklı gazeteci ve muhabirlerden oluşuyor.

ABD'nin bu askeri işgal sürecinde, ABD askerlerinin Ebu Gurayib de Iraklı rehine ve tutuklulara uyguladıkalrı insanlık dışı işkence yöntemeleri ve işkence sahnelerinin dünya kamuoyuna ulaşmasıyla, söylendiği gibi ABD'nin işgali, Irak'a "özgürlük ve demokrasi“getirmedi. Irak halkı, CiA'nın işkence ve terörüyle tanıştı.

İşgale karşı tavır alan, yurtsever-demokratlar, Blackwater, özel güvenlik şirketinin paramiliter elemanları tarafından takip edilmeleri ve bu takibat sırasında silahlı saldırılara maruz kalmışlardır. Irak halkı üzerinde yürütülen bu keyfi zorbalık ve işgal ve bu işgale karşı tepki gösteren, sesini yükselten yurtsever ve demokratlar göçe zorlanmış, ülkeyi terk etmeler yönünde
yoğun baskılar uygulanmıştır.

Bu işgal sürecinde parçalanan aileler, tecavüze uğrayan kadınlar, kaybolan ve akibeti belli olmayan çocuklar hakkında kesin bilgilere ulaşmak hiç de kolay değildir. Savaşın günümüzde, son derece yeni ve modern askeri teknolojiler ile sürdürülmesi, kitlesel katliamlara yeni bir nitelik kazandırdığı ve insanlığa yaşattığı acılar, yarattığı çaresizlik, savaşın bu soğuk ve yıkıcı çehresine karşı aslolan, insanın scaklığına, dayanışmasına ve paylaşımcı etkinliğini ortaya çıkarmaktır.

Ne var ki, engellenmeyen savaş/savaşlar insan ufkunu ölümlerle çevreliyor. Böylesine haksız ve gayri meşru savaşı seyredenler, bir müddet sonra bu savaşın araçları haline geliyorlar. Zira, günümüzde savaşların asli görevi ekonomik ve politik çıkarları korumak için başvurulan bir askeri zor yöntemi olması nedeniyle, yeni pazar alanlarının elde edilmesini amaçlıyor.

İşte bu yüzden, Irak askeri olarak işgal edilmiştir. Ve ülkeinin tüm zeginliklerine el konulmuştur. Dolaysıyla Irak, uzun yıllar bir daha onarılamaz büyük bir tahribata ve yıkıma uğramışıir. Sosyal yaşam alt üst olmuştur. Üretim yapılamaz, tüketim mallarının çöplüğüne dönüşmüştür.

Savaş, Irak da insan yaşamında tedavisi mümkün olmayan derin yaralar açarken, aynı derin tahribatı ve yıkımın bir benzeri de şu günlerde Türkiye Kürdistanında yaşanmaktadır. Türkiye Kürdistan'ın da yürütülen bu kirli savaşın, kirli bir savaştan ibaret olmadığı kısa bir süre sonra bir çok vehçesilye otraya çıktı. Oligarşi, sermaye güçleri bir kere daha kazanamayacağı bu kirli savaşı başlatarak, sermaye akışını hızlandırmak, ceperindeki bezirgancıların sermayeye kavuşmalarını sağlayarak, iç birkim modeline uygun olarak sermaye birikimini develt ile bütünleştirmektir. 

Bu birleşimde, Ordunun görevi ve işlevi ise sermayenin muhafızlığını yapmaktır. Kürdistan da demografik yapının değiştirilmesiyle, yakılan yıkılan ve yerle bir edilen ilçelerde halkı zoraki göçe zorlamak, asker-polis denetimini sağlayacak merkezi kompleksler inşa edilecek ve bu merkezler, talana ve soyguna açılacaktır. Yerleşim birimlerinde, halkı uzaklaştırmak, halkın kendisiyle kurduğu tarihi ve kültürel bağ ve dokuyla soyutlayan hatta sosyal yaşamda dışlayarak, siyasi mücadeleyi pasifize etmek üzerine kurulu bir saldırıdır. Bu yalnızca halkın mücadelesini pasifize etmek, halkı göçe zorlamakla sınırlı değildir. Aynı zamanda göçe zorlanan halkın mülkiyetine el koyarak gaspetmektir, gaspedilen bu mülkiyeti ranta açmaktır.

Bu yüzden Sur, Cizre, Nusaybin ve Gever/Yüksekova tankla, topla kuşatılarak yakılıp yıkıldı. Yüzbinlerce insan bu yüzden yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Kürdistan kentlerinde bu özel kirli savaş tam bir vahşete dönüştü.

Cizre yerle bir edildi, harbeye çevrildi. Ve yüzlerce yurtsever devrimci kaltedildi. Mazlum-Der'in Silopi raporunda verilen rakamlara göre katledilen 50'nin üzerinde insanın yaşları 55 ile 75 arasında değişiyor. Bunlardan, Taybet ananın/Taybet İnan ( 57), canzesi günlerce sokak ortasında kalmış, cenazesinin kaldırılması engellenmiştir. `93 kirli savaşı dikkate alındığında, 2015 Haziran ayında başlatılan topyükün savaş konsepti, devletin toptan kitlesel katliama yönelmesi ve ardında yakıp yıktığı kentleri yeniden“imar projeleri“ ile inşa edeceklerini vaadetmesidir. Merak edilen, gerçekten bu yalanın ve çarpıtmanın alıcısı var mıdır ?

Kürdistan da savaş böylesine acımasız ve vahşice cereyan ederken, Türkiye de bu kirli savaşın girdabına girmiş kitleler duyarsız ve umursamazlık içinde. Sığınmacilar, insan tacirlerinin, şebekelerin insafına terkedildi. Kamplarda korkunç hak ihlaleri yaşanıyor. Çocuklara, kadınlara yönelik cinsel taciz, tecavuz önlenemez sınıra dayandı. Suriye'ye sınır kentlerde, mesela Hatay, Antep vs. fuhuş merkezleri haline getirildi. Milliyetçilik ve dincilik azdırıldı.

Resmi ideoloji bu konuda kendini oldukça başarılı görüyor. Tepki göstermeyen, itiraz etmeyen ve yaşanan acıları paylaşmayan duyarsız bir toplum yaratıldı. Gelişmeler hiç de iyi görünmüyor. Erdoğan ve AKP, 12 Eylül askeri faşist rejiminin de gerisine düşerek, icraatını fütursuzca uyguluyor. Kapalı kapılar ardında alınan kararlar ile hiç bir kural ve hukuk tanımayan siyasi gericilik her türlü baskıya baş vurarak, barış isteyen akademisyenlerin tutuklanmaları için talimat veriyor.

İsrail'in Filistin halkına karşı sürdürdüğü siyonist saldırganlığı, devlet terörü olarak lanse eden, Suriye'de Esad'ın halkına karşı katliamlar uygulayan bir diktatör olduğunu söyleyen Erdogan 2015 yılından bu yana ne İsrail'in devlet teröründen, ne de Esad'ın diktatörlüğünden söz eder oldu. Çünkü Erdoğan oluşturduğu ittifak ile bahsettiği devlet terörünü ve Suriye'de ki katliamları kat be kat aşan katliamlara baş vurmaktadır.

Erdoğan ve AKP, TSK ile yaptığı ittifakla, savaşı kentlere kaydırarak, bu kent ve ilçelerden yaşamı çekilmez hale getirdi. Bu durum ülkenin her yerine yansıdı. 2015 yılında 733 çocuk yaşamını yitirdi. 183 çocuk ise işkence ve kötü muameleye maruz kalıyor (İHD, 23.04.2016) Ülkeimizde görülmemiş ölçülerde yaşanan ekonomik sömürü ve ekonomik bunalım sonucu sürdürülen açık ve sistematik hak gaspları ile yüzlece isçi, önlemleri alınmayan, çalışanların yaşamını hiçe sayan iş kazalarıyla yaşamını yitirmektedir. ISIG'in verilerine göre yılın ilk dört ayında 586 işçi, iş kazalarında yaşamlarını yitirdi.

Nisan ayında iş kazası nedeniyle yaşamını kaybeden işçi sayısı ise 168. Bu baskıcı, işbirlikçi rejimi zorlayacak, hatta onu sarsacak kitlesel muhalefet gelişmediği için bir bütün olarak içten içe çürüyen toplum, yeniden üretilen gericilikten nasibine düşeni almakla kalmıyor, aynı zamanda, çılgınca cinnet hali yaşıyor. Eşleri tarafından şiddete maruz kalan, katledilen kadınlar, çocuklara, İmam hatiplerde ve benzeri yurtlarda utanç verici ilişkilerde bulunan ve bu çocuklara toplu tacizlerin odağında yer alan islami kökenli/eğitimli öğretmen vb. 

İslamın da ne kadar yozlaştığı, dumura uğratılğının bir örneği olarak din, iman pazarlayan, cami'yi kullanan bu aşağılık gürüh, İmam hatiplere toz kondurmuyor. Bu çürümüşlüğün yarattığı utanmazlık 
ve ahlaksızlık dibe vurduğu, siyasi islamin, siyasi gerciliğe terfi ettiği bir dönemi ve süreci yaşıyor. Böylesi bir rejimin ve iktidarın yükünü, düzenin ana muhalefet partisi CHP yürüttüğü siyaset ile üstlenerek, kar makinası tarzı AKP'nin önünü açıyor.

Güney'in, Kuzey'de yaşanan ve hala devam eden barbarlığa karşı duyarsız kalması, Erdoğan –AKP'nin yürüttüğü kirli savaşa sessizlikle geçirmesi, topraklarının altı aydır havadan bombalaniyor olması, Güney'in demokratik özgür bir Kürdistan yanlısı olmamasından kaynaklanıyor. Bir başka deyişle, parça, bütün için sorun olmayı sürdürüyor. Bu durum elbeteki yeni değil. Bu duyarsız, sessizliğin bir benzeri de Kuzey Kürdistan da yaşanıyor. Erdoğan, Ordu ile kurduğu ittifakla tüm yerleşim alanlarını harabeye çevirmesi, hatta “gerekise binaları uzakta bombalayarak, toptan yıkın“ dediği sırada Hak-Par kongresini Ankara da yapmayı tecih ediyor. Kongre salonunun ön sıralarında Orhan Miroğlu'nu oturttuyor. Savaş suçu işleyen Erdoğan, sanki AKP çömezlerinin bu sürdürülen savaşta hiç katkısı ve desteği yokmuş gibi masum gösteriyor.

Buna karşılık, psikolojik kirli savaş ortamında, karartılmak istenen bilinç, yaratılan korku ile Kürt halkının iradesi teslim alınmak istenmektedir. Devrimci-yurtseverler, askeri işgale karşı ölümü göze alarak, faşizme boyun eğmeden yiğitçe direnmektedirler. Tarihe geçecek olan da, tarihde yer alacak olan da bu kararlılık, direniş ve devrimci irade olacaktır.