Saray rejiminin sistematik olarak geliştirdiği tahrik edici kışkırtmalar, toplumda öylesine bir tepkiye yol açıyor ki, toplumun her kesiminde karşı bir refleksin geliştiği ve itirazların yükseldiği bir dönemin içindeyiz. Saray rejiminin bu gerici,bağnaz ve ayrıştırıcı dili yandaşlarını her ne kadar memnun etse de kendi karşıtlığının yaratılmasına da hizmet etmektedir.

Cumhuriyetin yumuşak karnını oldukça lümpen sokak ağızyla hedeflemesi, kendi zihniyet dünyası açısında epeyce bir ilerieme sağladığını göstermektedir. Pek gelişigüzel sayılmayacak bu salvolar, AKP'nin takip ettiği ve sürdürdüğü “dava” adına yapılmaktadır.

“Yeni bir devlet kuruyoruz, bu devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan'dır” diyen AKP'li Ayhan Oğan ve bir başka parti yöneticisinin de “dünya düzdür” demesi tesadüf değildir. Bu ifadelerin ideolojik bir amaçla söylendiği tartışma götürmez bir gerçekliktir.

Bu topluluk yakın bir tarihe kadar çok daha farklı manipülatif bir dil kullanıyordu. ”Demokraside, Yeni Türkiye'de “ bahsediyor,”vaseyet rejimine” son verildiğinden söz ediyordu. Açıkça söylemek gerekirse, Saray rejiminin geliştirdiği bu saldırgan dil karşısında, solun daha sistemli bir ideolojik mücadele vermesi, kendi kitlesine yönelik propaganda ile yetinmesinin ötesine geçerek, bu gerici saldırgan söyleme tepkisi ve itirazı olan kitleleri örgütlemelidir.

Böylesi bir örgütleme gerçekleşmediği/yapılamdığı için yaşanan bu kısır döngü uzun zamandır böyle devam etmektedir. İdeolojik mücadeleden amaç, ön açıcı, yol gösterici ve olumlu pozitif önermelerde bulunmaktır.

Bilinen genel geçer tarzın ötesine geçilmelidir. İnsanların çok sık söyledikleri “ ne hallere düştük” “başımıza daha neler gelecek” türündeki çaresiz yakınma ve yakarmalar bilimelidir ki AKP siyasetine güç kazandırır. AKP'nin dozunu kaçırdığı saldırılar ve baskılar Türkiye'de AKP iktidarı öncesi de yaşanmaktaydı. Dolaysıyla AKP'nin panzehiri ısrarla yürütülecek ideolojik mücadele olacaktır.

Türkiye bugün tarihinin en karanlık dönemlerinde birini yaşıyorsa, bu karanlık günlerin bir de geçmişi var. Bu karanlık geçmişi dikkate almadan, sağlıklı bir ideolojik mücadele verilemez. İdeolojik mücadelenin bir diğer amacıda,”kötü ve olumsuz gidişatın” değişebileceğine dair verilecek mücadelenin cesaretle sürdürülmesi ve istikrarlı bir çizginin tutturulmasıyla yeni açılımlar yapılmasıdır. Karamsarlık üzerine geliştirilen söylem “kötü gidişatın” değiştirileyemeceği kanısını güçlendirir ki, bir müddet sonra insanlar kendisini güçsüz ve çaresiz görmeye başlar.Bu saplatıya kendisini kaptırmış insanlar, aynı zamanda yanı başındaki güzelikleri görmezlikten gelir.

Saray rejiminin yaptığı gerici faşist saldırgan politikanın teşhiri ancak yeni bir siyasi bilinçin ve motivasıyonun yaratılmasıyla sağlanır; ”değişmezlik” inancın kırılmasıyla kitlelerde yeni düşüncelerin filizlenmesi ve boy vermesi ile gerçekleşir.

Gezi direnişini yaşamış, 7 Haziran da AKP'yi yenilgiye uğratmış ve Referandumda önemli bir başarı elde etmiş Türkiye – Kürdistan halkı, Sarayın yürüttüğü demagojik propagandaya teslim olmaz, faşist Saray rejiminin saldırılarına boyun eğmez. Bu mücadelenin öznesi olma misyonuna yükselmiş insalar, sergiledikleri direnişle ve elde ettikleri tecrübeyle, istendiğinde bu gidişatı tersine çevirebileceği gibi değiştireceğinide hatırlatmak gerekir.

15 Temmuz başarısız darbe teşebbüsünü kullanmaya çalışan Erdoğan, olup-bitenden azade olmadığını Türkiye- Kürdistan halkı kesin ve net bir kanıya sahiptir. Bütün tepkiler bu kanı üzerinde şekillenmekte ve yeni bir bilinç oluşmaktadır. 16 yıl önce “Demokrasi” iddiasıyla bir araya gelmiş, güya Türkiye için “ yeni bir çıkış” arayışı içinde olan bu topluluk giderek zenginleşen bir topluluğa doğru bir evrim geçirdi. AKP, Türkiye'yi kendi dünya görüşü/ideolojisi çerçevesinde “yenilemeye” çalışırken, kendisi de eski statükoya sıkı sıkıya bağlı kaldı.

Oluşturulan bu baskı ortamında elde ettiği sermaye ile Türkiye – Kürdistan da yoksullaşma trendi hissedilir bir düzeye ulaştı. Batı da işsizlik oranı yüzde 11 civarında seyrederken, Doğu da bu oran yüzde 17,2 olarak kaydedildi.15 Temmuz sonrası gerçekleşen başarısız darbe girişiminin ardından Olağanüstü Hal ve çıkarılan Kanun Hükmündeki Kararnamelerle hem merkez hemde yerel yönetimlerdeki çalışanların tutuklanması ve işten çıkarmalar bu işsizlik oranın artmasında önemli derecede etkili oldu.

3 Y'den geriye gerçekten ne kaldı ? Bilindiği gibi daha fazla yasak, daha fazla yolsuzluk ve daha fazla artan oranda bir yoksulluk. Bu durumu dini referanslar ile örtmeye çalışan Saray rejimi, faşizmi tipik burjuva düzen partilerinin devlet politikası olarak sürdürmektedir.12 Eylül öncesi ve sonrası burjuva partilerin bir prototipi olan AKP, açık ki klasik devlet politikasının bir başka versiyonun pratikleştirmektedir. Neyse ki, bu politikanın çözümsüzlüğü uzun sürmedi. AKP, her halükarda taşıyamıyacağı bir yükün altına girmiş oldu. Toplumdaki ahlaki çürüme ve yozlaşma kendisini öylesine bir iğrençlikle dışa vurdu ki, bu kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlerden tutun, çocuklara yurtlarda cinsel istismar ve tecavüzler varan saldırılar camilere kadar uzandı.

Saray rejmi elindeki tüm olanaklara rağmen hala çözüme kavuşturamadığı belli başlı sorunlarla cebelleşiyor olmasıdır. Bu sorunların başında Suriye, AB ve Güney Kürdistan'daki referandum (1) gelmektedir. Saray rejimi bugüne kadar izlediği siyasetle bu üç meselede ciddi bir tıkanma yaşamaktadır. Bu üç sorun Saray ve AKP'de ciddi bir sarsılmaya yol açacaktır. Bunların başında, Suriye üzerinde yaılacak nihai görüşmelerin dışında kalması,Türkiye – AB üyelik müzakerlerinde bir ilerlemenin sağlanamaması ve Güney Kurdistan da yapılacak referandumun engellenememesidir.

Bu üç sorun Erdoğan ve AKP'nin inşa ettiği, bir başka deyişle oluşturduğu Saray rejminin baş vurduğu açık faşizmin araçlarının işlevsiz bırakacağıdır.  Bu sırada, Türkiye'nin sürüklendiği ekonomik kriz, Saray rejimine destek veren sermaye sahiplerinin karşı karşıya gertirecek, ekonomide yaşanacak üretimsizlik ve durgunluk, işsizlikte ve yoksullukta ciddi bir patlamaya yol açacaktır.

Saray faşizminin olanca gücüyle uyguladığı baskı ve terörle başaramadıkları, devrimci-demokratların ve sosyalistlerin yapabileceğine dair elbette ki özgüvenin ve cesaretin yitirilmemiş olmasıdır.

..........................................................................................................................................................................................

(1) KDP oldukça fazla AKP politikalarına angaje olmuş bir partidir. KDP-AKP ilişkileri sıtratejik düzeyde cereyan etmektedir. KDP, AKP'nin yaptığı gibi Parlamentoyu uzun zamandan beri (2 yıldır) bypass etmiştir. Parlamento kapalı olduğu için bir fiil işlevsizdir. Parlamento başkanının Meclisi açma yetkisi elinden alınmış ve Erbil'e girişi de resmen yasaklanmıştır.

Referandum yapacak parti, yani KDP, Referandum üzerine Parlamentoda yapılacak müzakereleri engellemektedir. Referanduma ilişkin ciddi eleştiri ve itirazlar olmasına rağmen bu eleştiri ve itirazların yapılmasına müsaade edilmemektedir. Federe bölgenin ve yönetimin geleceğini tayin edecek bu ciddi meselede KDP tek başına karar vermektedir. Bundan dolayı, Referandum kendi içinde çok ciddi tehlikeler barındırmasına rağmen KDP referandunda ısrar etmektedir. Bu sırada, referanduma onay verenler veya karşı çıkanlar, referandumun sonucunun uygulanması halinde nasıl bir tavır takınacakları elbette ki merak konusudur.

ABD ve AB için bölge çıkarları söz konusu olduğuna göre kendi çıkarlarını esas alacaklarından dolayı Halkın Kendi Kaderini Tayin Hakkın'a toptan karşı tavır alacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın. Mesele yalnızca ABD ve AB'nin alacağı tavırla da ibaret değildir. İşgalcı bölge devletleri (İran ve Türkiye) Referandum sonucunu hem kendi içinde hem de kendi dışında savaş gerekçesi olarak ilan edeceklerdir. Bu nedenle, KDP'nin attığı taş, ürküttüğü kurbağaya değmeyecektir.

Bir diğer mesele de, KDP neden bu kadar Referandumda ısrar etmektedir ? KDP kendi dışındaki dığer parti, grup ve meslek kuruluşları ile ortak bir konsensus sağlamadan bölge bütünlüğünü nasıl koruyacaktır ? Bu durumun yarattığı çelişkiler bölgede başka sorunların peydahlanmasına neden olmayacak mıdır ? Halk bölgede zaten yeterinece sorun yaşamaktadır. Bir de referandum nedeniyle çok daha farklı sorunlarla yüzyüze gelecektir. Bu sorunların başında, işsizlik, maaşların ödenmemesi, demokratikleşmenin sağlanmaması, yolsuzluk, kadınların intiharı vs. gibi sorunlar yüzünden halk KDP'ye verdiği desteği çekmişken, Referandum ile elde edilecek sonuçlar KDP'yi desteklemeyecektir. Sözü edilen sorunlar açık ki referandumun yapılmadan da çözülecek sorunlardır. KDP'nin amacı elbette ki halkın sorunlarını çözmek değildir.

KDP'nin amacı yapabildiği kadar AKP'nin yaptığı gibi iktidarı elinde tutmak, ailesinin/aşiretinin imtiyazalarını korumaktır. Bu feodal mantık ile şirket yönetir gibi bölgeyi yönetnmekte ısrar etmektir. Bu mantığın ceremesini halk çekecektir. Güney'e muhtemelen yapılacak saldırı ve işgale karşı da elbetteki cephede savaşacak olan KDP ve lideri Mesut Barzani olmayacaktır. Böylesi bir saldırıda yine halk zarar görecektir. KDP ve çevresi bugüne kadar olduğu gibi bölgenin rantını-özellikle petrolü- kontrol edecektir.

Burada kesinlikle Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkına karşı oldğumuz gibi bir sonuç çıkarlmasın. Biz devrimciler olarak Halkların Kendi Kaderini belirleme hakkını her koşulda savunuruz ve böylesi bir mücadeleyi de destekleriz. Ancak referandum ile yapılmak istenen iktidarın ömrünü uzatmak, gayri meşru yönetim biçimine meşruiyet kazandırmaktır.

Rojava'daki özerkliği henüz içine sindirmeyen bölge devletleri – Türkiye ve İran – savaş hali devam ederken, işgal için teyakkuzda beklenirken neden ve niçin referandum ? KDP bu ve benzeri sorulara henüz yanıtlamamışken bu referandum kimin işine yarayacaktır ?

Bölgede henüz bu meselde bir birlik ve bütünlük sağlanmamışken, KDP tek başına üstü kapalı kimi gerici ve işgalcı devletlerden aldığı destekle referduma gitmesi, Güney'in açık ki gerçek bir bağımsızlığına kavuşması olmayacaktır.

Murad edilen gerçekten Güney Kürdistan'nın bağımsızlığı ise önce bölge de çok sayıda bulunan askeri üslerin kapatılmasından başlansa acaba nasıl olur.Tümden yabancı şirketlerin denetimine girmiş temel üretim sektörleri,halkın ihtiyaçlarına cevap verecek şekide önlemler alıp,yeniden düzenlemeden halkın çıkarı ve beklentisi bu referndumdan ne olabilir ki !?

Kuzey de çökertme planın kanlı vahşet yüzünün sonuçları orta yerde dururken, Referandumun sonucu Kandil'e ve Rojava'ya dönük daha saldırgan askeri savaşa dönüşen bir planın parçası olmasın !?