Avrupa Parlamentosu seçimlerinde faşist ve sağcı popülist partilerin başarı kazanması, kimilerinde ciddi kaygılara, kimilerinde de gizli bir sevinci dışa vuran böbürlenmelere vesile oldu.

İsrail basının konuyu nasıl bir panik havası içinde verdiğini, Haaretz gazetesi yazarlarından Zwi Bar’el’in makalesinden öğreniyoruz. Sadece bunu değil, daha başka gerçekleri de...

Bar’el şöyle yazıyor:

“İsrail’in yüz yüze kaldığı ikilem açıktır. Aşırı sağın yükselişini mahkum edip Avrupa’yı anti-semitizmle malul bir kıta diye mi açıklasın, yoksa bu ırkçı partilerin temsilcilerini –ki bunların bazıları İsrail yönelik boykotlara karşı sesi çıkarmış ve hatta burada yerleşimciler hareketi liderleriyle sıkı dostluklar kurmuş kimselerdir- burada misafir etmeye devam mı etsin? İsrail’in bu ikilimden çıkışı, karmaşık değildir. İsrail anti-semitizmi reddediyor, ama ırkçılığı kucaklıyor. Dazlaklara ve onların gamalı haçlı dövmelerine samimi bir kaygıyla bakıyor, ama öte yandan onların görüşlerini paylaşıyor, yabancılara karşı davranışını anlayışla karşılıyor.”

Bar’el’den öğreniyoruz ki, daha doğrusu ondan zaten bildiğimiz bir gerçekliğin doğrulanmasını duyuyoruz ki, başka yerlerdeki ırkçılık, yabancı düşmanlığı, faşizm tehdidi karşısında ah vah edenlerin hiç de azımsanmayacak bir çoğunluğu, kendi ırkçılıkları, yabancı düşmanı, faşizan düşünce ve eylemleri hakkında düşünmeyi bile akıllarına getirmiyorlar. Örneğin Avrupa’daki anti-semitik, yahudi düşmanı söylemden irkilen bir İsrail’li gönül ve huzur rahatlığıyla duvarlara “Araplara ölüm” yazabiliyor veya bu sloganda bir yanlışlık görmüyor.

Avrupa’daki gelişmelerden kaygı duyanlara da bir çift sözü var yazarın:

“Eğer İsrail kendi dokusunda varolan ırkçı kavrayışların kökünü kazımak için gerçek bir kararlılık göstermiş olsaydı,  eğer ırka dayalı ayrımcı yasalar Knesset’in gündeminde yer almasaydı, eğer azınlığın dili İsrail’in resmi dili için tehdit muamelesi görmeseydi, Araplara kiraya vermeyen ev sahipleri yasal olarak kovuşturulsaydı ve eğer lastikleri patlatan ve duvarlara “Araplara Ölüm” sloganı yazanlar, tıpkı taş atan Araplar gibi terörist olarak görülseydi, işte o zaman Avrupa’da sağa keskin bir dönüşe ilişkin yerel kaygı ifadeleri ve uyarılar daha ciddiye alınabilirdi.”

Bu arada Türkiye’de de Avrupa Seçimleri uyarıların konusu oldu. Yükselen ırkçılık karşısında resmi makamlarca dillendirilen “panzehir Türkiye” önerisinin en azından Avrupa’da tebessümle karşılandığını söyleyebiliriz.

Daha düne kadar Kürt yok kart-kurt var diyenlerin bugün “Kürt kardeşlerinden” söz ederken onların en temel kimlik haklarını tanımamak için binbir dereden su getirmeleri ortadayken, Alevi toplumunun bırakalım hakkını hukukunu, kimin ve nasıl Alevi olup olmayacağını tayin eden resmi diyanet ve hükümet politikası yürürlükteyken, bir parti başkanının “biliyorsunuz kendisi Alevidir” diye yuhatılması normal bir hal iken, Yahudilere düşmanlık, Ermenilere nefret günlük hayatın ve kültürün sıradan egemen bir unsuru iken, ve daha sayısız ötekileştirici, kendisinden olmayanı nefret ve düşmanlık nesnesi haline getirici bir örgün ve yaygın eğitim mekanizması yürürlükteyken, Avrupa’daki faşist ve ırkçılığın panzehirinin Türkiye olduğunu ileri sürmek herhalde bizimle aklımızla dalga geçmektir. İslamofobinin panzehiri, hristiyan ve yahudi düşmanlığı değildir, Ermeni düşmanlığı, Kürt ve Alevi düşmanlığı değildir. Bir milliyetçiliğin, bir diğer milliyetçiğin panzehiri olduğu görülmemiştir, ama bunların birbirlerini karşılıklı besleyen melanet kaynakları oldukları defalarca kanıtlanmıştır.

(Zwi Bar’el’in makalesi için bkz.: www.cüre.com )