“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

HS: Bir insan neden yazar, neden yazarlığa soyunur?

TD: Kanımca zaruretten; en azından benin için böyle bu!

“Neden” mi?

“Bir kimse ‘okuduğu’, incelediği bu teorik, politik ve tarihi nitelikte yapıtları gerçekten anlayabilmek için, onları her yönüyle belirleyen iki gerçeği yaşantısına doğrudan doğruya sokmalıdır: 1. Teorik pratiğin (bilim ve felsefenin) somut hayata bağlığı; 2. Sınıf kavgasının devrimci pratiğinin halk yığınlarına yakından bağlılığı. Çünkü Marksist teori bize tarihin yasalarını öğrettiyse, ne aydınlar ne de teorisyenlerdir tarihi yapan; kitlelerdir. Teoriyi anlamak şarttır, ama aynı önemi taşıyan bir başka şey de kitleleri anlamaktır.”[2]

HS: Yazarlıkla eğitim, bilgi birikimi arasında nasıl bir ilişki vardır?

TD: Organik, felsefi bir ilişki. Malum: “Felsefede soru(n)lar ve yanıtlar vardır.”[3]

Yazmak, soru(n)lara yanıtlar üretmek; yani egemen ideoloji karşısında ya bir yol bulmak ya da ya bir yol açmak içindir…

“Egemen ideolojilerinize bakın: O bütün kapıları kilitliyor ve her şey yerli yerinde kalsın diye.”[4]

Tam da bu ufukta tarihsel birikimi özümseyerek, bugünlerde geleceği biçimlendirmektir yazarlık.

HS: Bir yazar kendini nerelerden, nasıl beslemelidir?

TD: Aşktan, hayattan ve V. İ. Lenin’in, “İnandığımız tek kutsallık emeğin gücüdür,” vurgusuyla ifade ettiği sınıf mücadelelerinden.

HS: Ülkemizde mevcut okur-yazar ilişkileri nasıldır; nasıl olmalıdır?

TD: “Coğrafyamızda okur-yazar ilişkileri nasıl olmalıdır”ın olumlu yanıtı Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif, Yaşar Kemal ise, “Ne olmamalıdır” somutu da Orhan Pamuk’tur!

“Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda, egemen düşünceler olarak varlığını korumuştur,” diyen Friedrich Engels’in eklediği üzere: “İnsanlar yaşadıkları gibi düşünürler”!

Evet, yazarlar da yaşadıkları gibi düşünüp/ davranırlar.

HS: Bir yazar okurların(ın) eğitim durumunu, beklentilerini, dikkate almalı mıdır?

TD: Kanımca söylenmesi/ yazılması gerekenleri, eğilip/ bükülmeden, “Ama”sız/ “Fakat”sızca ifade etmeli ve dikkate alınması gereken tek şeyin ezilenlerin hakikâti olduğunu bir an dahi unutmamalıdır…

Bir şey daha: Karl Marx, ‘Kapital’i işçiler için yazdığını söyler.

HS: Yeterince okunup okunmama/ ilgi görüp görmeme bir yazarın motivasyonunu etkiler mi; etkilemeli midir, etkilememeli midir?

TD: Yazmak yapılması gereken bir şey ise, etkilememelidir; ki beni de etkilemez! Kaldı ki yazmak eylemi motivasyonla ilgili bir popülerlik/ piyasa ile asla ilişkilendirilmemelidir.

Yazmak alkışlanmak, çok satmak için değil; yaşama tercüman olmak içindir; “Bir insan bir birey olarak sadece kendi kişisel hayatını yaşamaz. Aynı zamanda, bilinçli ya da bilinçsiz, kendi dönemi ve çağdaşlarının hayatını da yaşar,” saptamasındaki üzere Thomas Mann’ın.

HS: Yazmak/ yazarlık zor, zahmetli bir iş; sizi yazmaya iten motivasyon, sorumluluk bilinci nedir?

TD: Çok basit: “Tüm devlet aygıtları hem ideoloji, hem de baskı kullanarak işler”ken;[5] her türlü riske/ bedele rağmen insan olmak, insan kalmak ısrarı.

Bir de Hikmet Kıvılcımlı’nın “İnsanın her davranışı ve düşüncesi toplum içinde, toplumla birlikte, toplum için ve toplum olarak yaşamaktır.” “Tarafsızlık bizim harcımız değil. İşçi çocuğuyuz,” saptamasının bilinci.

HS: Sizin kitaplarınız, yazılarınız bilgiye, araştırmaya dayalı. Araştırma ve yazma zamanınızın ne kadarını alıyor? Çalışmalarınızı nasıl bir plan-program dahilinde yapıyorsunuz?

TD: Maximillien Robespierre’in, “Yöneldiğimiz amaç nedir? Eşitlik ve özgürlükten barış içinde faydalanmaktır,” ifadesi güzergâhında öğrenmek de dahil tüm zamanımı. Lakin ne kadar disiplinli, programlı olursa olsun yine de zaman yetmiyor. Hep bir şeyler eksik kalıyor.

Bir şeyi daha eklemeden geçmemeliyim: Yazmak çalışmaktan öte, cüretkâr bir eylemdir, taraflılıktır.

Çünkü “Tüm argümanlarına katılmasam da, çalışmayı kutsayan geleneğin eleştiri hak ettiğini düşünüyorum. Modern toplum, çalışma edebiyatıyla, aslında insanın hayatını çalıyor. Yaşamadan ölenler diyorum ben onlara. Hayatı çalışmaya indirgeyen tüm söylemlerle mücadele etmek gerekiyor.”[6]

HS: Konularınızı nasıl seçiyor, belirliyorsunuz?

TD: Lucius Seneca’nın, “Zihinsel bir uğraşı içermeyen boş zaman ölümdür ve diri diri gömülmektir,” uyarısı eşliğinde, yazmanın eylem olduğundan şüphesi olmayan bir kalemin gündemini aşk, hayat ve sınıf mücadelesi belirler.

“Aşk” Elias Canetti’ye, “Onun kalbi gecenin içinde lamba,”[7] dedirten güçken; Hannah Arendt’e de, “Kalp, ancak kırıldığında yahut bir çatışmanın ortasına atıldığında layıkıyla atmaya başlar,”[8] satırlarını kaleme aldır(t)ır.

HS: Bugüne kadar yayınlanmış kitaplarınız hangileridir? Kitaplarınızı okumak isteyenler onlara nasıl onlar nasıl ulaşabilir?

TD: Bir hayli kitabım var. Lakin bunları buraya sıralamak yerine meraklısı varsa kitapçılara uğramasını rica edeyim. Böylesi daha pratik değil mi?

HS: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

TD: Sonuç olarak diyeceklerimi André Breton’un, “Olmuş olanın hiç önemi yoktur, göz kamaştırıcı olan bekleyiştir...” satırları ile…

Arkadaş Zekai Özger’in, “Yırtarak geçiyor kalbimizden/ hayatı da törpüleyen zaman./ Şuramızda bir şey var,/ acıya benzer umuda benzer./ Böyle günlerde her şey/ hem acıya, hem umuda benzer”; Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “kısa çöp uzun çöpten/ hakkını alır elbette,” dizeleriyle noktalarken…

Her şey için teşekkür ediyor ve içeriyi bilen birisi olarak içerideki tüm kardeşlerim ile seni sımsıkı, içtenlik ve hasretle kucaklıyorum.

N O T L A R

[*] Ümüş Eylül Kültür-Sanat Dergisi, No:47, Nisan-Mayıs-Haziran 2023…

[1] Malcolm Stevenson Forbes, Ender Haluk Derince, Kahve Kokulu Sözler, Yakamoz Yay., 2016, s.17

[2] Louis Althusser, Lenin ve Felsefe, çev: Bülent Aksoy-Erol Tulpınar-Murat Belge, İletişim Yay., 1989, s.30.

[3] Louis Althusser, Felsefede Marksist Olmak, çev. İsmet Birkan, Can Yay., 2018.

[4] Louis Althusser, Filozof Olmayanlar İçin Felsefeye Giriş, çev: İsmet Birkan, Can Yay., 2016, s.231.

[5] Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, çev. Alp Tümertekin, İthaki Yay., 2006.

[6] Paul Lafargue, Tembellik Hakkı, çev: Vedat Günyol, Telos Yay., 1991.

[7] Elias Canetti, İnsanın Taşrası, çev: Ahmet Cemal, Payel Yay., 2004, s.251.

[8] Hannah Arendt, Devrim Üzerine, çev: Onur Eylül Kara, İletişim Yay., 2017.

16 Ocak 2023 18:54:55, İstanbul.

ÖZGEÇMİŞ(İM)

11 Ocak 2004 14:32:09’de şunları yazmıştım, hâlâ geçerli:

Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm…

Ne yazacağımı kestiremedim…

Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım…

“İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil,” diyen(lerden);

dünyaya aşağıdan bakan(lardan);

kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan);

yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan);

ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden);

John Maxwell’in, “İnsanlar, onları ne kadar umursadığımızı bilmedikçe, ne kadar bildiğimizi umursamazlar…”; Bertolt Brecht’in, “Yenilgilerimiz, rezalete karşı savaşa katılanlarımızın yeterince kalabalık olmadığından başka bir anlama gelmez”; V. İ. Lenin’in, “Silah kullanmasını öğrenmeyen, silah elde etmeye çalışmayan bir ezilen sınıf, ancak köle muamelesi görmeye layıktır,” sözlerine müthiş değer veren(lerden);

sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden);

bir afet-i devrana aşık olan(lardan);

hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan);

ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim…

54 tevellütlüyüm… Kemal’den olma Necla’dan doğmayım… Çorum ili Kale mahallesi nüfusuna kayıtlıyım…

Okur yazarım…

Ve nihayet hâlen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım…