"İŞÇİ, MEMUR, ÇİFTÇİ, ESNAF, SANAYİCİ, TÜCCAR KAN AĞLIYOR"


Erdoğan, 2012 yılı ihracatının Aralık ayı hariç 139 milyar dolara ulaştığını aktararak, "10 Aralık'ta TBMM'de 2013 yılı bütçe müzakereleri başladı ve 20 Aralık'ta bütenin tümü üzerindeki görüşmelerin ardından oylama yapıldı. 2013 yılı bütçesi 319 kabul, 136 ret ile geçti. Bu çok enteresandır, muhalefetin toplam oyuna baktığınız zaman yaklaşık 235 civarında. Ama böyle olmasına rağmen ortaya koydukları performans ortada. Olaya ciddi yaklaşmıyorlar. Bu ülkede demokrasinin ne denli, kimler tarafından hazmedilebildiğini, kimler tarafından yaşanabildiğini bu bütçe müzakereleri bu kadar güzel bir şekilde ortaya koydu. TBMM Genel Kurulu'nda 10 gün boyunca ekonomi konuşuldu. 10 Aralık'ta muhalefet partilerinin 3 genel başkanı birer saat boyunca Türkiye ekonomisini eleştirdiler. Karamsar bir tablo çizdiler, aynı zamanda son derece umutsuz bir tablo çizdiler. Ama aynı gün IMKB tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı ve 76 bin 954 puanla rekor kırdı" diye konuştu. Ekonomi politikalarının, 10 yıl içinde defalarca test edildiğini söyleyen Erdoğan, "Muhalefete bakarsanız, işçi, memur, çiftçi, esnaf, sanayici, tüccar hepsi kan ağlıyor, hepsinin durumu çok kötü" dedi.


Erdoğan, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına da değinerek, "Geçenlerde komşumuzla ilgili bir kredi kuruluşunun yaptığı değerlendirme var. Bunların derecelendirme anlayışları da çok terstir. Bir de baktık ki, 6 basamak birden tırmandırdılar. Bu nasıl oluyormuş, hangi bilimsel bir altyapıya uyuyor. Bu bizim Temel'in fıkralarına benziyor, 'Ha bu gördüğün rüya değilse' diyor. Bir anda 6 basamak. Bir kaç yıl önce İstanbul'da kredi derecelendirme kuruluşlarının bir toplantısına katılmıştım. Orada 'İdeolojik davranıyorsunuz' demiştim. 'Türkiye tırmanıyor, siz batanları hala derece vermek suret,yle büyütüyorsunuz. Fakat bununla dünyayı aldatamazsınız. Batmaya aday ülkeler var' dedik. Nitekim, bu konuşmalarımıza kulak asmayanlar arkasından Batı'daki AB üyesi ülkeler dökülmeye başlayınca ister istemez geldiler, bize de şöyle bir dokunuverdiler, derecelerimiz arttırmaya başladılar" diye konuştu.


"O HOCALARA DA YAZIKLAR OLSUN"


Dört gün önce yüzde 80 oranında yerli üretim olan gözlem uydusunun uzaya fırlatıldığını hatırlatan Erdoğan, şunları söyledi: "Göktürk 2 adını verdiğimiz uydu başarıyla yörüngeye oturdu, ilk sinyalleri gönderdi ve inşallah Ocak ayı içinde de ilk görüntüyü almaya başlayacağız. Biz Ankara'da, bir üniversite içinde bulunan Tübitak Uzay Merkezi'nden bu organizasyon yapıldı, Türkiye için, milletimiz için böyle tarihi bir anı büyük bir coşkuyla, büyük bir iftiharla izlerken, orada da, yerleşke içinde ne yazık ki, işte o malum muhalefet tarzı, o malum statüko kendisini gösterdi. Ne yazık ki, bizim oraya geleceğimizi bilen, duyan maalesef oradaki bir kısmı o üniversitenin öğrencisi, ama büyük çoğunluğu farklı üniversitelerden gelen, bazılarının öğrencilikle de alakası yok, terör grupları içinde dolaşan takımlar ve geliyorlar üniversite kampüsü içerisinde sırtlarındaki çantaların içerisinde molotoflardan tutunuz, taşlara varıncaya kadar ve bu arada üniversite kampüsü içerisinde araba lastikleri yakılmaya başlanıyor. Tabii bu tablo karşısında polisle çatışmaya başlıyorlar. Şiddete dayalı bir protesto gerçekleştiriliyor. Medyada, Göktürk 2 uydusundan çok daha fazla bu öğrecilerin şiddete dayalı protestoları yer alıyor. Hiç kimsenin bu öğrencilerin tarzını eleştirdiğini göremezsiniz. Hiç kimsenin, 'Yahu böyle bir öğrenci olur mu', 'Bu nasıl öğrenci, bu nasıl bir rektör, nasıl bir yönetim' demiyor. Niye? Kardeşim burası bir üniversite ve Türkiye ilk defa uzaya bir uydusunu gönderiyor. Eğer sen burada gerçekten kalite öğrenciler yetiştirdiyse burada olması gereken nedir? Biz ekranlardan bu heyecanı yaşamak istiyoruz. Onlar böyle bir heyecanı yaşamak yerine ülkenin en üst düzey yöneticileri orada toplanıyor. Onlar orada araba lastiği yakmak, taş, sopa, molotoflarla filan, neymiş, eleştiriymiş bu, protestoymuş bu, biz böyle protesto hakkına engel olamayız. Kusura bakmayın, biz de öğrencilik yaptık, ama biz taşla, sopayla öğrencilik yapmadık. Biz, bu ülkede atılan her hayırlı adıma destek olan bir gençlik olarak yetiştik. Bu ülke bugüne kadar yaşamadıklarını yaşarken kalkıp da, bunu bir protesto olarak nitelendirmek bana göre ilimden de nasibini almamaktır. Eğer bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorsa, onlara da yazıklar olsun, bize böyle bir hoca lazım değil. Bir hocanın öğrencisine, ilme, ilmin ortaya koyduğu esere saygılı olmayı öğretmesi lazım. Sen ideolojik olarak bunu yapan ekibi veya iktidarı kabul etmeyebilirsin ama gerçeğe de teslim olacaksın, kabul edeceksin. Bu protestoları şirin göstermek, polisi şiddet yanlısı göstermek, bu protestocuları da masum göstermek demokrastik, vicdanlı bir tavır değildir. Biz, herkesin bizim gibi düşünmesini istemiyoruz ve böyle bir dayatmada asla bulunamayız. İnsanların düşünceleri, yaşam tarzları farklı olabilir. Biz, herkesin yaşam tarzına saygılıyız. Ama hiç kimsenin haklı dahi olsa şiddete başvurma hakkı yoktur. Biz, daha ilk gençlik yıllarımızda, siyasetle ilgilenmeye başladığımız andan itibaren her türlü haksızlığa, her türlü haksız ve insanlık dışı muameleye maruz kaldık, okullarımıza gidemedik. Her aşamada önümüze engeller çıkarıldı, her aşamada engellenmek istendik. Ama hiçbir zaman, şiddeti, anarşiyi, terörü bir metot olarak benimsemedik, bunu hiçbir zaman onaylamadık, meşru görmedik ve göstermedik. Uzun bir mücadele verdik, sabırlı bir mücadele verdik, Anayasa'nın, yasaların çerçevesi içinde kaldık ve bu şekilde milletten teveccüh gördük, milletin takdirini kazandık. Milletten aldığımız yetkiyle, milletten aldığımız güçle de, bize yaşatılanların başkalarına yaşatılmaması için cesaretle adımlar attık ve atıyoruz."


KUVVETLER AYRILIĞINDAN, HAVA KUVVETLERİNİ, KARA KUVVETLERİNİ, DENİZ KUVVETLERİNİ ANLIYORLAR


Başbakan Erdoğan, kuvvetler ayrılığı konusuna da değienerek, "Son günlerde tartışma konusu olan bir ifademe bir kez de buradan açıklık getirmek istiyorum. Konya'da 10 yıllık süreç içinde bürokratik oligarşinin bizi nasıl engellediğini, sizleri de nasıl engellediğini örneklerle anlattım ve aynen şu ifadeyi kullandım, 'Bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya, işte o geliyor sizin önünüzde bir engel olarak dikiliyor, duruyor'. Bizim bu ifadelerimizi aldılar, önüne, arkasına bakmadan, hangi bağlamda, nasıl kullandığımı görmeden bir haftadır bunun üzerinde bir fırtına kopardılar. İşte bakın, bu da muhalefetin ve medyanın eski hastalıklarından biridir. Geçmişte bunu hemen her siyasetçiye yaptılar. Bir konuşmanın, bir cümlenin içinden cımbızla çektikleri ifadeyi aldılar, son derece art niyetli şekilde bu ifadeler üzerinden senaryolar ürettiler. Şimdi Ana Muhalefet Partisi'nin Genel Başkanı çıkıyor, kendince bize siyasete giriş dersi vermeye kalkıyor. Malum kendisi sürekli o derste takılıp kaldı, sürekli bütünlemeye kalıyor, siyasete giriş dersinden bir türlü geçerli not alamıyor. Ama biz, 40 yıldır bu siyasetin içindeyiz, 40 yıl hem teorik olarak içindeyiz, hem pratik olarak içindeyiz. Biz kuvvetler ayrılığını çok çok iyi biliriz. Üstelik biz, kuvvetler ayrılığını, onların bildiği gibi değil, bir demokraside olması gerektiği şekilde biliriz. Zira Ana Muhalefet'in zihniyet itibariyle geçmişini karıştırdığınızda onlar kuvvetler ayrılığını savunan bir zihniyet değil. Geçmişe baktığınız zaman onlar kuvvetler birliğini savunmuşlardır bu ülkede. Geçenlerde genel başkan yardımcılarımdan biri güzel bir tespit yaptı. Onlar, 1960 askeri müdahalesinden beri, kuvvetler ayrılığı denildiğinde, bir şey anlıyor. Hava kuvvetlerini, kara kuvvetlerini, deniz kuvvetleri anlarlar" dedi.