Alirıza Güler, Duisburg
1985’te Orta Almanya’nın Offenbach kentinde doğdu. Babası Türkiye kökenli bir Kürt, annesi ise Türktü. Ailesi, 1970’lerde Türkiye’den Almanya’ya göç eden kuşaktandı.
Haftbefehl / Aykut Anhan, Türk veya Kürt kökenini birkaç kez dile getirdi ama bunu hiçbir zaman çok ön plana çıkarmadı ya da politik bir kimliğe dönüştürmedi. Göç kimliğini esas aldı ve kendini “politik olmayan bir sanatçı” olarak tanımladı.
Zaman zaman konserlerinde Kürt bayrağı görülse de, Kürt medyasında “başarılı bir Kürt sanatçı” olarak anılmanın ötesine geçmedi.
Bir röportajında şöyle diyor: “Babam Kürt, annem Türk. İkisini de içimde taşıyorum. İki taraftan da hem kavga hem sevgi gördüm. Ben Aykut’um, Offenbachlıyım, Baba Haft’ım, hepsiyim.”
Kumarbaz baba, görünmez anneli bir hayatın içinden
Babası gecelerin adamıydı; bahis bürosu işletiyor, türkü kafe çalıştırıyor, profesyonel bir kumarbaz olarak yaşıyordu. Kumar bağımlısı ve otoriter biriydi. Baba tarafında intihar geçmişi vardı; babaannesi intihar etmişti.
Aykut, babasının ilk intihar girişiminde onu kurtardı. Ancak babası 1990’ların sonunda ikinci kez intihar ederek yaşamına son verdi. Bu olay, Aykut ve tüm ailede derin bir travma yarattı.
Annesi Türkiye’de (Beşiktaş’ta olduğu söyleniyor) kano sporcusuyken Almanya’ya gelmişti. Alman kulüplerinde aradığını bulamayınca Türk gazinolarında çalışmaya başladı ve orada Aykut’un babasıyla tanıştı. Belgeselde anneden —kendi isteği doğrultusunda— hiç bahsedilmiyor.
Ailesinden çocukları dışında anlatıcı olarak yalnızca eşi Nina ve kardeşleri yer alıyor. Annesi hiç görünmüyor. Yönetmenin bir röportajında açıkladığına göre bu, annenin kendi kararıydı; kamuoyundan her zaman uzak durmak istemişti. Annenin filmdeki yokluğu, oğlunun trajik hayatına dayanamayışıyla da ilişkilendiriliyor.
Getto’dan sahnelere: Bir yükseliş hikâyesi
Aykut, 13 yaşında önce esrar kullanmaya ve satmaya, sonra da kokaine başladı. Gençlik merkezlerinde amatör olarak rap söylüyordu.
2000’lerin sonunda profesyonel sahneye çıktığında, Almanya rap sahnesinde yeni bir rüzgâr estirdi. Almanca’nın yanı sıra Türkçe, Kürtçe ve Arapça ifadelerle; altta kalanların, ayrımcılığa ve ırkçılığa uğrayanların, kısacası gettoların, arka semtlerin kültürünü ana akıma taşıdı.
O yıllar, Almanya’da rap’in yükseldiği dönemlerdi. Aykut Anhan, “Haftbefehl” adıyla kısa sürede başarı kazandı. 2013’te “Blockplatin”, 2014’te “Rus Ruleti” albümleriyle geniş kitlelere ulaştı.
“Babo Kürtçe baba demek”
Belgeselin yönetmenleri Juan Moreno ve Sinan Sevinc, yapımcısı ise Elyas M’Barek. İki aşamada, uzun sürede çekilen belgeselin adını yönetmenler “Babo” koymuşlar ve “Kürtçede baba demek” diye açıklamışlar.
Belgesel, Haftbefehl’in sanatından çok hayatına odaklanıyor. Sanatçı filmde uyuşturucu bağımlılığı, sağlık sorunları, sözünü tutamaması ve psikolojik çöküşüyle yüzleşiyor.
Kamera, Haftbefehl’i kararsız, yorgun ve umutsuz bir adam olarak gösteriyor.
Sanatçı arkadaşları ve rap dünyası onun yeteneğinden övgüyle bahsederken, eşi, organizatörleri, çalışanları, stüdyo ekibi ve yapımcıları onun işi aksatan, öngörülemez hâlinden yakınıyorlar. Yine de hepsi onu anladığını söylüyor.
Onu antisemitik olmakla suçlayanların iddiaları, karıştığı bir trafik kazasından kaçtığı yönündeki haberler ve maço tavırlarına ilişkin eleştiriler belgeselde yer almıyor.
“Ben bir pisliğim”
“Babo”, Haftbefehl’in hem kendisiyle hem de hayatıyla hesaplaştığı bir film. Sanatçı, bağımlılığı ve geçmişteki hatalarıyla açıkça yüzleşiyor. Çekimler sırasında aşırı doz alarak yoğun bakıma kaldırıldığı, kendine gelince kabloları çekip hastaneden kaçtığı, daha sonra kardeşi tarafından ikna ve kandırma karışımı bir yöntemle İstanbul’daki bir kliniğe götürüldüğü anlatılıyor.
Klinik sonrası çekimlerde, ilaçların etkisiyle kilo almış, daha sakin bir Haftbefehl görüyoruz.
Kameraya karısı, çocuğu ve kendisinin olduğu bir fotoğrafı gösterip “Ben bir pisliğim” diyor.
Belgeselin sonunda ise şu sözleriyle bitiriyor: “Ben bir efsane olmak istemiyorum, sadece benim gerçeğimi bilsinler.”
Aykut, Haftbefehl, Babo… Ne derseniz deyin, bu yapım bir müzik belgeselinden çok, bir hayata tutunma hikâyesi.
Acılarla, travmalarla, şöhretle, düşüp kalkmalarla ve büyük olasılıkla iyi bir sona ulaşamayacak bir yaşam mücadelesiyle dolu.
Artık nasıl bir dünyadaysak,
ne çok tutunamıyoruz...
(Not: Yazı, belgeselde gördüklerimin yanı sıra medyada çıkan haberler ve ilgi duyanlarla yaptığım sohbetlerden edindiğim bilgilerle derlenmiştir.)





