ALMANYA

"Muhalefeti felç eden savcıya çifte jest: Boğaz’da villa, Saray’dan ikinci maaş"

Yazar Bülent Mumay, Almanya'nın köklü gazetelerinden Frankfurtter Allgemeine'de dikkat çeken bir değerlendirmede bulundu. Mumay, "Muhalefeti felç eden savcıya çifte jest: Boğaz’da villa, Saray’dan ikinci maaş' başlıklı yazıda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in giderek daha fazla tartışmanın odağına yerleşen rölüne dikkat çekiyor.

İşte Mumay'ın "Muhalefeti felç eden savcıya çifte jest: Boğaz’da villa, Saray’dan ikinci maaş" başlıklı o makalesi:

"8 Ekim 2024’ten bu yana Türkiye’nin gündemini, kaderini en az Erdoğan kadar etkileyen bir isim daha var: İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek. Erdoğan, 42 yaşındaki bu ismi ülkenin en büyük kentine başsavcı olarak atadığında, bir fırtınanın yaklaşmakta olduğunun herkes farkındaydı. Erdoğan bu atamadan altı ay önce yapılan yerel seçimlerde kendi siyasi tarihinin en büyük hezimetini yaşamış; partisi ilk kez ana muhalefetin gerisinde kalmıştı. Başsavcı olarak atadığı Akın Gürlek ise İstanbul’daki bir önceki görevinde; Erdoğan’ın karşısındaki muhalefete, medyaya ve sivil topluma onlarca yıllık cezalar yağdırmıştı. Bu sicilin ödülünü de kısa sürede almıştı elbette, Ankara’ya Adalet Bakan Yardımcısı olarak terfi etmişti. Hâkimlik yaptığı dönemde muhalefete savaş açan bir ismin 8 Ekim 2024’te İstanbul’da yargının 1 numaralı koltuğuna oturması, sicilini hatırlayanlarda büyük bir operasyonun hazırlandığı endişesini uyandırmıştı.

Alman okurlar için çevrilip düzenlenmiş versiyonu için tıklayın

Gerçeği öğrenmek çok zaman almadı. Gürlek’in göreve gelmesinden birkaç hafta sonra, ana muhalefet partisi CHP’nin İstanbul’da yönettiği bir ilçe belediyesine baskın yapıldı. Bu Erdoğan’ın yerel seçimlerden birinci çıkan CHP’ye yargı eliyle sıktığı ilk kurşun oldu. Gürlek’in başında bulunduğu İstanbul Adliyesi’nin operasyonları hızlanarak devam etti. Muhalefete en büyük yargı darbesini, bu yılın 19 Mart’ında vurdular. Ana muhalefetin cumhurbaşkanı adayı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu; yolsuzluk gerekçesiyle sabaha karşı evi basılarak gözaltına alındı. Onlarca çalışma arkadaşı ile birlikte 6 aydan uzun süredir hapiste tutuluyor. İstanbul Başsavcısı’nın darbeleri, İstanbul ile de sınırlı kalmadı. Olmayan yetkileriyle başka kentlerde yaşayanlar, başka kentlerde işlendiği iddia edilen suçlar için soruşturmalar yürüttü. Anadolu’daki birçok kentte seçimden zaferle çıkan CHP’li belediye başkanlarını tutuklattı.

Akın Gürlek’in yönettiği operasyonlar kamuoyunu pek ikna etmiyordu. Halkın yüzde 70’i hiçbir somut kanıt ortaya konmadığı için muhalefete yargı darbesinin hukuki değil siyasi olduğuna inanıyordu. Ama yine de Erdoğan, Gürlek’in performansından memnundu. Kendisini yenmesi neredeyse kesin olan bir adayı hapiste tutmak bile Erdoğan için başlı başına zafer sayılırdı. Bu nedenle Gürlek’i motivasyonunu artırmak için bazı hamleler yaptı. Gürlek öncesi başsavcılar, küçük bir lojman dairesinde oturuyordu. Gürlek’e ise İstanbul Boğazı’na nazır, devlete ait bir villa tahsis edildi. Üstelik Gürlek’in bu villaya taşınmasından önce dekorasyon ve tadilat için yaklaşık 60 milyon lira (1,3 milyon Euro) harcandığı ortaya çıktı. Gürlek’i İstanbul’a atayanlar, villa tahsis edenler; eşini de ödüllendirmeyi ihmal etmemişlerdi. Eşi gibi hâkim olan Bayan Gürlek, ne eğitimi ne de kariyeriyle ilgisi olan bir kuruma yönetim kurulu üyesi olarak atandı. Sermaye Piyasası Kurulu’nda, Türkiye’nin finans piyasaları ve borsasını denetlemeye başladı.

Erdoğan’ın Gürlek ailesine yaptığı bu “jestler”, -teamüllere aykırı olduğu için eleştiri konusu olsa da- yasal sınırları aşmıyordu. Ancak CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in birkaç gün önce ortaya çıkardığı belgeler, kelimenin tam anlamıyla bir skandala işaret ediyordu. Erdoğan’ın; siyasi ömrünü uzatmak, kendisini sandıkta devirecek muhalefeti bastırmak için atadığı başsavcıya ikinci bir maaş bağladığı ortaya çıktı. Hem de yurt dışındaki bir kamu şirketi üzerinden! Gürlek, İstanbul’a başsavcı olarak atanmasından bir ay sonra devlete bağlı Eti Maden şirketinin Lüksemburg’daki ortaklığına yönetim kurulu üyesi olarak atanmış. Türkiye’deki yasalara göre, hakim ve savcıların mevcut görevleri dışında resmi veya özel sektördeki bir işten para kazanmaları suç. Sıkıntılı olan sadece bu da değil, söz konusu maden şirketi, Erdoğan’ın yönettiği Türkiye Varlık Fonu’na bağlı. Yani yürütmenin başındaki isim, anayasaya göre bağımsız olması gereken bir yargı üyesine ikinci bir maaş ödüyordu. Hem de siyasi ömrünü uzatmak için rakiplerini hapse atan birine!

Birkaç gün önce Lüksemburg Ticaret Odası’nın resmi belgeleriyle kanıtlanan, yasal olarak suç olan bu ikinci maaş skandalından sonra ne beklersiniz? Adalet Bakanlığı’nın başlatacağı başsavcı hakkında bir soruşturma, geçici olarak görevden el çektirme kararı ya da en azından bir “inceleme başlatıldı” açıklaması, değil mi? Bunların hiçbiri olmadı. Aksine, skandalın patladığı gün; Ekrem İmamoğlu’nun oğlu ile 85 yaşındaki babası Emniyet’te ifade vermeye davet edildi. İmamoğlu’nun oğlu, banka havaleleriyle ispatlı şekilde anne ve dedesinden para alarak iş kurduğu için sorgulandı. İmamoğlu ailesine savaş açan başsavcı ise suç olmasına rağmen Erdoğan’dan aldığı ikinci maaşla ilgili tek satır açıklama yapmadı. Bunun yerine İmamoğlu’nun babasının 65 yıllık şirketine el koymanın yanı sıra, emekli maaşını bile bloke ettirmekle meşguldü. Saray yargısının kötülüklerinden, İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu da nasibini aldı. Berlin Belediye Başkanı’nın eşi Ekrem İmamoğlu’na vereceği ödülü almak için Almanya’ya gitmeye hazırlanırken pasaportunun iptal edildiğini öğrendi! Organize kötülükler bununla da bitmedi. Bir gün sonra, muhalif 5 gazeteci “İmamoğlu suç örgütüne yardım” suçlamasıyla evlerine yapılan şafak baskınlarıyla gözaltına alındı!

Saray’ın Boğaz’da bir villa ve Saray fonundan ikinci maaşla ödüllendirdiği Başsavcı, Erdoğan’ın bu “ikramlarını” karşılıksız bırakmadı. Erdoğan’ın tam da istediği gibi, en büyük rakibi Ekrem İmamoğlu’nu ölene dek, hatta 24 asır hapiste tutacak bir iddianame hazırladı! İmamoğlu’nun tutuklanmasından tam 8 ay sonra açıklanan iddianame, Salı günü kamuoyuyla paylaşıldı. Ekrem İmamoğlu, yolsuzluk içeren 142 eyleme karıştığı iddiasıyla 2 bin 430 yıl hapis istemiyle yargılanacak! İmamoğlu’nu suç örgütü lideri olarak tanımlayan iddianame, hukuki bir iddianameden çok siyasi bir metin havasında. Öyle ki, Erdoğan’ın muhalefetin yolsuzluk ağı kurduğunu iddia ederken kullandığı “ahtapotun kolları” benzetmesi iddianamede tam 4 kez geçiyor! (2019’dan bu yana İstanbul’u yöneten İmamoğlu’nun, cumhurbaşkanı adaylığını resmen açıkladığı mart ayında diplomasının iptal edilmesi, ertesi gün evi basılarak gözaltına alınması elbette büyük bir tesadüf. Savcılığın 142 yolsuzluk suçunu o sırada fark etmesinde art niyet arayanlar, kendilerine İmamoğlu’nun kaldığı Silivri Cezaevi’nde hücre seçsin!)

Böyle bir ülkenin hukukun üstünlüğü endeksinde, 10 yılda 38 sıra gerilemesine, 143 ülke arasında 118. sırada yer almasına şaşırabilir misiniz? NATO ve Avrupa Konseyi üyesi, bir asırdan uzun bir demokrasi tarihi olan Türkiye’nin, mesele hukuka gelince Çin ve Rusya’nın bile gerisinde kalması şaşırtıcı değil. Bu tablonun mimarı Erdoğan’ın son günlerde yaptığı konuşmalarda, hukuk devleti yerine yargı devleti demesi de tesadüf değil. Çünkü Türkiye’nin kaderi artık hukukun üstünlüğüyle değil, Erdoğan’ın şekillendirdiği yargıyla çiziliyor. Sadece politik zemin değil, gündelik ve sosyal hayat da oldukça katı yargı hamleleriyle bastırılıyor. Erdoğan’ın konvoyu için yolun bariyerlere kesilmesine itiraz eden akademisyen, Cumhurbaşkanına hakaret suçundan tutuklanıp hapse atılıyor. Okula asılan dev Erdoğan fotoğrafını indiren 14 yaşındaki öğrenciler gece yarılarına kadar sorgulanıp okullarından atılıyor. Cadılar Bayramı’nda bira kasalarından haç yapıp fotoğraf çeken, kostüm partisine imam cübbesiyle katılan gençler gözaltına alınıyor. Amaç, baskıyla toplumu tek tipleştirip Erdoğan’ın mutlak egemenliğini sağlamak…

İstanbul’dan yazdığım mektuplara aşina olanlar; yıllar içinde Erdoğan ile yakın dostu Putin arasındaki benzerliklerden, baskı rejimi kurmak için çıkardıkları yasalarda birbirlerine ilham vermelerinden söz ettiğimi anımsayacaktır. Ama o fasıl geride kaldı. Erdoğan, hamleleriyle dünyadaki tüm popülist ve otoriter liderlerin öğretici ustasına dönüştü. ABD Başkanı Trump’ın bile… New York Times’ın geçen haftaki başyazılarından biri, “Demokrasimizi kaybediyor muyuz?” başlığını taşıyordu. Trump’ın attığı 12 adımdan endişe etmişti Amerikalı meslektaşlarımız. Bazıları şunlardı: “Muhalefeti ve ifade özgürlüğünü bastırma, siyasal rakipleri kolluk/yargıyla hedef alma, bilgi ve medyayı kontrol etme, bağımsız basının sesini kısma, devlet gücünü kişisel/ailesel zenginleşme için kullanma, iktidarı sürdürmek için seçim kurallarını ve yasaları manipüle etme…” Başyazıyı okuyunca, Trump’ın endişe edilen tüm adımlarını Erdoğan’ın 23. yılını dolduran iktidarında tek tek attığını anımsadım. New York Times editörlerinin kaybetme korkusu yaşadığı demokrasi bizde çoktan tarih oldu. Ama merak etmesinler, Erdoğan’ın İmamoğlu’na yaptığı gibi Trump’ın New York’un yeni belediye başkanı Mamdani’yi tutuklatma ihtimali yok. ABD’de doğmadığı için başkan adayı olamıyor. İmamoğlu gibi Saray’a talip olsaydı, hikayenin sonu tam olarak Türkiye’ye benzeyebilirdi."

Kaynak: F.A.Z.