Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ilk yarım yüzyıllık dönemde, ülke içinde Kürt ulusuna ve Sol harekete karşı en kahredici yöntemlerle aralıksız operasyon sürdüren Türk Silahlı Kuvvetleri, yurt dışı operasyonlara ikinci yarım yüzyıllık dönemin başına denk gelen 1974 yılında Kıbrıs adasının kuzeyini işgal ederek başlamıştı.

Aslında Türk askerinin sınır ötesine ilk çıkartılışı 1950’de Kore’ye bir tugay gönderilmesiyle başlamışsa da, bu karar 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren ABD emperyalizmine teslimiyetin yeni bir aşaması olarak sırf NATO’ya katılımı garantilemek için alındığı, toplam 23 bin asker doğrudan ABD komutanlarının emrine tabi kılındığı için farklı bir özellik taşıyordu.

1974 Kıbrıs operasyonu ise, Türk generallerin komutası altında bir komşu ülke topraklarının yarısının işgaliyle sonuçlandığı ve bu askeri işgal 48 yıldır da aralıksız sürdürüldüğü için bir ilkti… 

Türk silahlı kuvvetlerinin doğrudan Kürt halkını hedef alan ilk tatbikatı 12 Mart darbesine bir yıl kala yapılmıştı… Jandarma ve komando birliklerinden 4 bine yakın asker, 200 motorlu araç, 6 helikopter ve keşif uçaklarıyla 8 Nisan 1970’te, sabahın saat 3’ünden itibaren Diyarbakır, Mardin ve Siirt illerinin köylerinde yapılan operasyonda Kürt köylülerine uygulanan işkence ve aşağılatıcı muameleleri tüm ayrıntılarıyla belgeleyen “Bir Utanç Raporu”nu Ant’ın Haziran 1970 tarihli sayısında kamuoyuna duyurmuştuk.

Kürt halkını hedef alan ikinci tatbikat ise, 12 Eylül darbesine iki yıl kala, 13 Eylül 1978’de jandarma birliklerinin Yüksekova’da “muhtemel bir Kürt ayaklanmasını bastırma hazırlığı” olarak yaptıkları, Kürt yurttaşları düşman olarak gösteren Kanatlı J-78 Tatbikatı’dır. Bu tatbikatın çirkin yüzünü de çeşitli dillerdeki İnfo-Türk bültenleriyle uluslararası kamuoyuna duyurmuştuk.

1980 darbesinden sonra, faşist askeri rejime karşı demokratik mücadele olanakları yok edildiği için PKK militanlarının silahlı direniş başlatması üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri ilk kez 27 Mayıs 1984’te “Sıcak Takip Operasyonu” bahanesiyle Irak topraklarına girecekti.

1984’ten 2018’e kadar 34 yıllık sürede Kuzey Irak toprakları üzerinde çeşitli kod adlarıyla tam 18 silahlı operasyon yapıldı. Ne hikmetse, Irak’taki operasyonlar 2019’dan itibaren “Pençe” adı altında yürütülmeye başlandı. 2019’daki üç operasyon Pençe-1, Pençe-2 ve Pençe-3, 2020’den bugüne kadar olanlar ise Pençe-Kartal, Pençe-Kaplan, Pençe-Şimşek, Pençe-Yıldırım adı taşıyor.

Bunlara paralel olarak, Kürt direnişçilerinin Işid teröristlerini kesin yenilgiye uğratarak Rojava özerk bölgesini oluşturmalarından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri 22 Şubat 2015’den itibaren Suriye’ye de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı adı altında bir dizi operasyon düzenledi. 

İstanbul katliamı bahane edilerek Suriye’deki Kürt özerk bölgesine karşı başlatılan son operasyon da Pençe-Kılıç olarak adlandırılmış.

Anlaşılan o ki, Tayyip başta olmak üzere Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve generalleri bu Pençe etiketini çok sevmişler. 2023 seçimlerini kaybetme endişesi içinde sağcı seçmenleri yeniden kendisine çekebilmek için art arda alçakça oyunlar düzenleyip bunların sorumluluğunu Kürt iradesini temsil eden tüm kuruluşlara yıkma, böylece de en tutarlı muhalefet partisi olan HDP’yi yasaklatma çabası içindeki iktidarın kirli hesabını Emek ve Özgürlük İttifakı çok net ortaya koymuş bulunuyor:

"AKP ve MHP iktidarı ömrünü uzatmak, kaybettiği meşruiyetini şiddetle tesis etmek için yeniden savaş politikalarına sarılmaya başlamıştır. Taksim'de sivillere yönelik gerçekleştirilen ve iktidar tarafından karartılmaya çalışılan vahşi saldırı gerekçe gösterilerek dün gece Kuzey ve Doğu Suriye'nin birçok sivil yerleşim bölgesine yönelik gerçekleştirilen hava saldırısı, Türkiye halklarının değil iktidarın beka çabalarıdır. Sıkıştığı, siyaseten iflas ettiği ve yönetemediği her dönemde Türkiye halklarına, emekçilerine, ezilenlerine yönelik şiddet yöntemlerine sarılan AKP-MHP iktidarı, aynı yıkıcı politikaları bölge halklarına da dayatmaktadır. 

"Daha önce defalarca deneyimlendiği üzere iktidarın Suriye politikası, Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik saldırıları IŞİD başta olmak üzere El Nusra ve benzeri örgütleri palazlandırmış ve Türkiye başta olmak üzere bölge halklarının geleceğini tehdit eder noktaya taşımıştır. Çeteler arası güç savaşlarına sahne olan Afrin bunun en açık örneğidir. Bütün karartma girişimlerine, gerçeği örtbas etme çabalarına rağmen ortaya çıkan ilk işaretler Taksim saldırısının da bu güçler tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. "

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın açıklamasında bir başka gerçeğe de özellikle dikkat çekiliyor:

"Dün geceki saldırı aynı zamanda uluslararası küresel ve bölgesel emperyal güçlerin onayı ve oluru ile gerçekleştirilmiştir. Bu savaş iktidarın ömrünü uzatma, iktidarını sürdürme saldırılarıdır; hiçbir meşruiyeti yoktur, Kürt sorunu başta olmak üzere bölgesel sorunları daha da derinleştirmektedir. Kürt halkının bölgede kendini yönetme hakkını, bölge halklarının demokratik bir düzen kurma mücadelesini savunuyor ve bu saldırgan politikaları reddediyoruz.”

Bugün Orta Doğu ve Doğu Avrupa coğrafyalarında sadece bölge insanlarının can güvenliğini ve özgürlüğünü değil, aynı zamanda dünya barışını da ciddi şekilde tehdit eden iki vahim süreç yaşanmaktadır.

Bu süreçlerden birisi, Doğu Avrupa’da Rusya’nın komşu Ukrayna topraklarını işgal ederek başlattığı ve halen Rus hava kuvvetlerinin Türkiye’ninkine benzer Pençe operasyonlarıyla sürdürdüğü bölgesel savaştır. Putin yönetiminin bu saldırganlığı yıllardır kış uykusunda bulunan NATO’yu harekete geçirmiş, üstelik soğuk savaş yıllarında bile tarafsızlığını korumuş olan İsveç ve Finlandiya gibi iki kuzey ülkesinin ABD’nin patronluğu altındaki bu savaş örgütüne katılma istemine yol açmıştır.

Tehditkâr ikinci süreç, islamo-faşist AKP-MHP iktidarının sadece Irak ve Suriye’deki Pençe operasyonları değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Kuzey Kıbrıs, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de bölge barışını sürekli tehdit eden bir unsur olarak kullanmaya devam ediyor olmasıdır.

Ne acıdır ki, barışın ve insan haklarının savunucusu olma iddiasındaki Avrupa kurumlarının bu iki pençeci tehdit karşısındaki tavırları tam bir ikiyüzlülük örneğidir.

NATO Ukrayna krizinden sonra Rusya’ya karşı en sert, hattâ dünya barışını tehdit edebilecek  tedbirleri almaya devam ederken, yirmi yıldır insan haklarını sürekli ayaklar altına aldığı yetmezmiş gibi, üç kıtada militarist tehdit oluşturan Türkiye’deki islamo-faşist diktanın tüm dayatmalarını sineye çekmekte, yıllarca tarafsız kalmış İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka katılımını engellememesi için Erdoğan’ın ayağına giderek bu ülkelerdeki siyasal sürgünlerin Türkiye’ye iadesi pazarlığına oturabilmektedir.

Ya asli görevi insan haklarını, özgürlükleri ve demokratik düzeni korumak olan Avrupa Konseyi?

Ukrayna Krizi parlak verir vermez Rusya’yı bir çırpıda üyelikten atan Avrupa Konseyi, Türkiye’de Demirtaş, Kavala ve daha yüzlerce devlet terörü kurbanının serbest bırakılması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlara rağmen, Erdoğan rejimini hâlâ üyelikte tutabilmektedir.

Türkiye’nin aday üye olduğu Avrupa Birliği’nin, hem bu birliğe, hem de Avrupa Konseyi’ne ve NATO’ya üye olan Avrupa ülkelerinin, Ukrayna konusunda kıyametleri kopartıp Rusya’ya karşı her türlü yaptırım ve tehdide destek verirken, Erdoğan yönetimine karşı tavır koymak şöyle dursun, jeo-poilitik ve ekonomik nedenlerle, özellikle de güneyden gelen göç dalgasını Ankara’ya verilen rüşvet karşılığında Türkiye sınırında durdurma hesabıyla her türlü ödünü vermeleri tam bir skandaldır.

Bu koşullarda mevcut iktidarın yıkılması, demokrasi normlarına en kısa zamanda kavuşulması, zindanların boşalması, siyasal sürgünlere dönüş ve siyasal yaşama katılım yolunun açılması, Suriye ve Irak halklarının Pençeler tasallutundan kurtulması, Kafkasya, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de barış içinde kardeşçe yaşam koşullarının sağlanabilmesi için iş sadece ve sadece Türkiye insanlarına düşüyor.

Emek ve Özgürlük İttifakı ve Sosyalist Güçbirliği İttifakı’nın bu konuda sonuna dek tutarlı bir tavır içinde olacaklarında hiç kuşku yok.

Ya 6’lı Masa? Hâlâ beklemekteyiz…

Yıllardır Meclis’te her daim destekledikleri Pençe operasyonlarının bu yenisine, Pençe-Kılıç’a karşı alacakları tavır bir gösterge olacaktır.