Sanatçı Gülşen, bir konseri sırasında arkadaşları ile yaptığı bir şakalaşma sırasında, arkadaşına hitaben kullandığı bir söz nedeniyle tutuklandı.

Gülşen, özellikle belli bir yaşam biçiminin önemli bir temsilcisi olması nedeniyle, gerici-dinci yaşam biçimlerinin kapışması için kurdukları arenada, iktidar çevrelerince hedef haline getirilmişti.

Bu çevrelerin, Sezen Aksu nezdinde başlattıkları saldırılarda hezimete uğramaları, onları kendilerince dişlerine daha uygun bir rakip bulma arayışına itmiş olmalı.

Dinci gerici iktidar bloğu, Gülşen’nin zayıf bedenine bakarak olsa gerek, kişiliğinin de zayıf olacağını düşünmüş olmalı ve kolay bir başarı hikayesi çıkarmayı planlamış olmalılar.

Elbette en hayati konularda bile birlik olmayı başaramayan demokratik muhalefetin, Gülşen’i savunma konusunda da birleşemeyeceğinin ve en önemlisi de birçok çevrenin ön yargılarla hareket edeceğini de hesaba katmışlardır.

Ancak iktidar çevrelerin anlayamadıkları şey, her ne kadar kadını bir köle olarak görmek isteseler de, hayatın varlığı ve sürekliliğinin kadının gücüne bağlı olduğudur. O gücün kaynağı kaslar değildir ve gözle görmek imkansızdır.

Kadına değer verip, kişiliğini kabul edip, varlığını onurlandırmadan kadının gücünü anlamaları mümkün olmayacaktır.

Nihayet Gülşen, bedeni ve giyim tarzı üzerinden yapılan iğrenç saldırılara, muhtemelen saldırganların anlayamadığı bir şekilde meydan okudu. Geri adım atmak yerine, tam tersine düşüncelerini ve yaşam biçimini kendince savunmayı tercih etti.

Gülşen’in bu cesareti, beklenenden büyük ve seküler yaşam biçimini benimseyen çok çeşitli kesimler tarafından destek görmesine neden oldu.

Gülşen’e yapılan saldırı adeta bardağı taşıran damla gibi algılandı sanırım ve saldırıları kısa bir süreliğine de olsa durdurdu. Ancak görünen o ki, iktidar bloğu her alanda olduğu gibi bu konuda da rasyonal davranma yeteneğini tamamen yitirmiş. Ya da tam tersi olarak planlı ve kasıtlı olarak bir çatışma alanı yaratmak istediler. Belki de gözlerin, saraya dayanan rüşvet çarklarından başka yöne dönmesini umdular. Başka bir ihtimal bir taşla üç kuş vurmayı umdular. Sonuçta Gülşen’in tutuklanmasını sağladılar.

Gülşen, TCK 216. madde gereğince tutuklandı.

Tutuklanma gerekçesi olarak 'Şüphelinin üzerine atılı halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçunu işlediği hususunda kuvvetli deliller bulunduğu' denildikten sonra parantez içinde deliller sayılmıştır: Şüphelinin konser sırasında “İmam Hatipte okumuş daha önce kendisi, sapıklığı oradan geliyor”, dediği.

Evet evet, delillerin hepsi bu kadar.

Gülşen savunmasında, konser sırasında meydana gelen bir sorun nedeniyle, çalışma arkadaşları ile aralarındaki bir şakalaşma olduğunu, İmam lakaplı bir arkadaşına yönelik bu sözleri kullandığını ve arkadaşının da bu söze gülüp geçtiğini, söylüyor.

TCK 216. maddede sayılan suç bir tehlike suçudur.

Suçun varlığından söz edebilmek için sosyal ve kültürel olarak belirli ve tanımlanabilir bir halk kesiminin hedef alınması, bu hedef göstermenin belli başka bir halk kesimini harekete geçirme gücünde olması; suç işleyenin örneğin kanaat önderi olması nedeniyle karşı tarafta yer alan halk kesiminin suça katılmasını sağlayabilecek bir yetkinlikte olması; suç işlemesini istediği hedef kitleyi suça uygun araçlarla donatma yeteneğinin olması gerekir.

Elbette eylemin yani suçun, bir halk kesimini diğer halk kesimine karşı gerçekten kin (yani eylem nedeniyle intikam almayı gerektirecek ruh haline); nefret (yani isteyerek ve hatta tasarlayarak diğer halk kesimine karşı zarar verme arzusu) oluşturma gücünde olması gerekir.

Suç, tehlike suçlarından olması nedeniyle eylemin, amaçlanan tehlikeyi yaratması gerekmez, yaratma ihtimali de cezalandırmayı gerektirebilir.

Elbette hepsinden önemlisi suç işlediği iddia edilen kişinin söylediği sözlerin bir tarafı gerçekten rencide etmesi veya en azından düşmanca hareketlere maruz kalması için hedef gösterecek yoğunlukta olması gerekir.

Suçun varlığından söz edebilmek için gereken en önemli unsur ise, hedef haline getirilebilecek bir halk kesimi ile tarihsel bağlar nedeniyle onlara kin ve nefret duyma ihtimali olan başka bir halk kitlesinin varlığıdır.

Tutuklama müzakeresinde tahmin edebileceğiniz üzere, tutuklama için zorunlu hiçbir gerekçe ve hatta iddia bulunmamaktadır. Bunun hukuki bir icraat olmayıp, bir rehin alma, farklı bir yaşam biçimine çökme operasyonu olduğu çok açıktır.

Tutuklamaya gerekçe olarak sayılan sözler, dört ay önceki bir konser sırasında söylendiği; süreklilik arz etmediği; kamusal alana yayılması için bir çaba sarf edilmediği (Gülşen'in cezalandırılmasını isteyen güruhun çabasını saymazsak); söylenme anında ancak üç dört kişinin gülümsemesine vesile olmak dışında bir etki yaratmadığı göz önüne alınırsa, yasanın saydığı herhangi bir suçtan söz etmek mümkün değildir.

Ayrıca Gülşen'in böyle bir suçtan elde edebileceği bir faydanın olmadığını da göz önünde bulundurmak gerekir.

Bütün bunları değerlendirdiğimizde Gülşen'in üzerine atılı suçu işlemediğini; bu suçu işleme kasıt ve araçlarına sahip olmadığını söylemek mümkün.

Peki ama son bir kaç gündür, sizce de halkın bir kesimini başka bir kesimine, dahası iki farklı halk kesimini birbirine karşı kin ve düşmanlığa sürükleyen; özellikle belli bir yaşam (seküler) tarzına sahip bir kesimini hedef haline getiren, aynı zamanda isyana sürüklemeye çalışan; başka bir halk kesimi olan dinci-gerici kitleleri bu gruba zarar vermek için cesaretlendiren bir çaba yok mu?

Peki televizyon, gazete ve sosyal medyanın farklı mecralarında yapılan kampanyalar, konuşmalar ve çağrıları, Gülşen'in konuşması ile kıyaslamak bile mümkün mü?

Kullanılan dil, Gülşen’in sözlerinden çok daha fazla kin ve nefret uyandırmaya açık değil mi?

Gülşen’in sözleri suç ise bu isimlerinin altında uzman yazan ama bu uzmanlıklarını nereden aldıkları belli olmayan kadınlar, erkeklerin yaptığı suç değil mi?

Bir kesim tarafından sürekli olarak, geniş bir mecrada, çok olumsuz bir şekilde tartışma konusu edilmesi nedeniyle, tartışmalar ve kullanılan dilin bir kesimi harakete geçirme gücü yok mu?

Gülşen'nin öldürülmesine fetva vermek, ağır bir suç değil mi?

Dört ay önce meydana gelen konuşmayı kaydetmek; saklamak; uygun zaman kollayarak o zamanda yaymak; konunun birçok mecrada aynı anda gündem olmasını sağlamak; kargaşa çıkarmak, kitleleri harekete geçirmek için uğraş vermek; kasıtlı, planlı ve örgütlü bir suça işaret etmiyor mu?

Üstelik ortaya çıkacak bir kargaşadan ve hatta yasada tarif edilen suçun meydana gelmesi nedeniyle oluşacak ortamdan kim fayda görecek?

Bütün bu soruları yan yana getirdiğimizde cevapların tümünün işaret ettiği Gülşen midir?

Elbette, hayır.

Bütün işaretler gerici iktidar bloğuna işaret etmiyor mu?

Suriye'ye müdahale veya Yunanistan'la savaş, olmadı hiç değilse Güney Kıbrıs ile çatışma da olmazsa, iç savaş çıkarmak için bekletilen ve ülkeye yayılmış silahlı, tehlikeli IŞİD artıklarını harekete geçirmek için kullanılışlı bir aparat gibi gözükmüyor mu?

Öyleyse suçu aslında işleyen kimdir?

Mahkeme kararı veya hakimlere ilişkin bir değerlendirmede bulunmak anlamsız. Çünkü, ülkemizde artık hukuk, yargılama veya hakim/savcıdan söz etmek mümkün değil.

Siyasal kimliğini ve egemenlere hizmet aşkını saklama gereği duymayan ve alenen iktidarın tetikçiliğini yapmakla kendini görevli sayan bir oluşumu yargı; bu kask içinde kendini emireri sayanları hakim ve savcı olarak saymak mümkün değil. Bu nedenle bir yargılama veya varlığından söz edebileceğimiz hakim savcı yok. Varmış gibi davranarak bir tartışma yürütmek, yargılama ve hakim kimliğine bir hakaret olacaktır.

Belki de son bir söz; muhalif kesim üzerine söylemek lazımdır. Gülşen'in yaşam tarzı, mesleği ve mesleğini icra ediş tarzı nedeniyle, ülkedeki ağır hak ihlalleri de gerekçe gösterilerek bu tartışmada taraf olmaktan kaçınılırsa veya enerji harcamaya değer görülmezse; en kötüsü Gülşen'in uğradığı adaletsiz uygulama görmezden gelinirse büyük bir hata yapılmış olacaktır.

Unutulmamalıdır ki, halkın bu sömürücü düzen ve egemenlerden kurtulabilmesi, halkın tüm kesimlerinin birleşik bir cephesini oluşturmak ve hak hukuk için mücadele verebilecekleri bir zemin yaratmaktan geçmektedir.

İktidarın, ülke ve halk için çok ağır bedeller yaratsa bile, kendi iktidarını sürdürmek için bir başarı hikayesine ihtiyacı vardır. Bu başarı hikayesi için her türlü suçu işlemeye hazırdır. Son dönemlerdeki bazı girişimlerle oy kaybını durdurduğu ve yeniden oylarını artırabilmesi için bu ve benzer sorunlar üzerinden oylarını konsolide etmeyi hedeflediği açıktır.

Sonuç olarak iktidar, amaçlarına ulaşmak için Gülşen üzerinden bir mücadele alanı açmıştır. Bu alanda mücadeleyi kazanması ya iktidarını sürdürmek için ihtiyacı olan kargaşa ortamını ona sunacak veya toplumun gerici-dinci yaşam tarzına teslim olmasına neden olacaktır.

Bu nedenle nasıl bakarsak bakalım Gülşen'in karşı karşıya kaldığı adaletsizliğe itiraz etmek, meselenin kazandığı yaygınlık; açılan cephenin arzettiği hayatiyet, özellikle iktidarın gerici, kindar ve halk düşmanı çıkarcı yüzünü teşhir için önemli imkanlar sunması nedeniyle kaçınılmaz bir görev gibi duruyor.