Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve merkezi Asya bölgeleri konulu Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Zirvesi'nin açılış oturumunda konuştu.

TÜRKİYE, TÜM ÜLKELERE ÖRNEK OLACAK SÜREÇTEN GEÇTİ

Dünya Ekonomik Forumunun, 'dönüşüm içindeki bölgeleri birleştirmek' konulu toplantısının Türkiye'de yapılmasını son derece isabetli aynı zamanda anlamlı bulduğunu belirten Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:

"Zira Türkiye son derece zor bir coğrafyanın ortasında tüm zorluklara ve tüm sorunlara rağmen istikrarla demokrasiyle büyüyen çevresinde yaşanan tüm hadiselere rağmen bir güven adası olma konumunu güçlü şekilde muhafaza eden bir ülkedir. Kafkasya Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Balkanlar'da içine kapanan ülkelerin başarılı olamayacağı bölgesel işbirliğinden kaçınan bir ülkenin sadece refah değil, huzur istikrar ve güvenlikten de yoksun kalacağı aşikardır. Esasen Türkiye bunun son derece somut bariz herkes tarafından rahatlıkla görülen bir örneğidir. Türkiye'nin yakın tarihine bakıldığında aktif dış politika ve demokratikleşmenin ivme kazandığı dönemlerin ekonomiyi çok güçlü manada desteklediği görülecektir. Demokrasinin kesintiye uğradığı reformların askıya alındığı dönemlerde temel insan hak ve özgülüklerinin yeterince önemsenmediği dönemlerde Türkiye, ekonomik atılım gerçekleştirememiştir. Aynı şekilde içine kapanan bir dış politika anlayışına sahip olduğu bölgesel meselelerde aktif roller üstlenemediği dönemlerde Türkiye, ekonomisini büyütememiş, refah düzeyini yükseltememiştir. Esasen Hükümetimiz idaresinde son 10 yıl aktif barış odaklı bir dış politika ile demokrasi eksenli reformların bir ülkeyi nereden nereye getirdiğini göstermesi açısından son derece manidardır. Türkiye'nin içinden geçtiği süreç belli noktalarda Türkiye'ye özgü olsa da genel manada tüm ülkelere örnek teşkil edecek bir süreçtir. Burada sadece birkaç örneği vermekle yetinmek istiyorum."

İMF'YE OLAN BORÇ SIFIRLANACAK

"Türkiye ekonomisi son 10 yılda. yıllık ortalama büyüme hızı 5.3 olma başarsını göstermiştir. Bu 10 yılda küresel ekonomik krizin de bulunduğu dikkate alınırsa yılda ortalama yüzde 5.3 büyüme kuşkusuz önemli bir başarıdır" diyen Başbakan Erdoğan şöyle konuştu:

"2011 yılında Türkiye, dünyada Çin'den sonra en fazla büyüyen ülke olmuştur. Ekonomisini yüzde 8.5 gibi yüksek bir oranda büyütmüştür. 2002 yılında 230 milyar dolar milli gelir 2011 yılında 3 kat artışla 772 milyar dolara ulaşmıştır. Kişi başına milli gelir aynı şekilde 3 kat büyüyerek 3 bin 500 dolardan 10 bin 444 dolara ulaşmıştır. Dış ticaret hacmimiz 2002 de 88 milyar dolar, 2011 sonunda 376 dolara yükselmiş yani 4 kattan fazla artış kaydedilmiştir. Turizm gelirimize baktığımızda 2002'de'ki 8.5 milyar düzeyinden bugün 23.5 milyar dolar düzeyine çıkmış. Yıllık 1 milyar doları geçemeyen uluslararası doğrudan yatırımlar ise 2011'de 16 milyar dolara ulaşmıştır. Hemen tüm ekonomik göstergelerimiz, küresel ekonomik krizin ağır seyrettiği 2009 yılında bir miktar gerileme gösterse de bu gün kriz öncesi dönemleri aşmış durumdadır. İhracatta büyümede turizm gelirlerinde doğrudan yatırımlarda bütçe dengesinde borçlanma faizlerinde Türkiye, krize rağmen çok olumlu bir performans sergilemiştir. Küresel kriz sürecini İMF ile borç anlaması yapmadan atlattığımızı da burada ifade etmek istiyorum. Öyle ki, Türkiye'nin stand by anlaşmalarından dolayı 2002'de İMF'ye borcu 23.5 milyar dolar iken bugün bu borç 1.7 miyar dolara kadar düşmüştür. 2013 yılının Nisan ayında Türkiye, İMF'ye olan borcunu tamamen sıfırlamış olacaktır. Ekonomide kaydettiğimiz bu başarı sadece bununla kalmıyor. Bakınız 2002 sonunda Merkez Bankamızın döviz rezervi 27 milyar dolardı ama dün itibariyle Merkez Bankamızın döviz rezervi 92 milyar dolardır. Hiç kuşkusuz ülke içinde istikrar ve güvenin eseri olduğu kadar aktif barışçı bir dış politika ve demokratikleşmenin de eseridir bu gelişmeler. İstikrar ve güvenin Türkiye için olduğu kadar bölgemizdeki her ülke için de hayati derecede unsurlar içinde olduğu açıktır."

POPÜLİZME ASLA FIRSAT VERMEDİK

Başbakan Erdoğan, 10 yıllık iktidarları döneminde istikrarı ve güveni zedeleyecek her adımdan büyük bir özenle büyük bir hassasiyetle kaçtıklarını belirtti. Erdoğan, "Yaşadığımız tüm seçimlerde popülizme asla fırsat vermedik. Mali disiplin ve para politikalardan asla taviz verilmemiştir. Türkiye'nin yaşadığı bu tecrübe sadece bölge ülkeleri açısından değil başta Avrupa olmak üzere krizin ağır seyrettiği tüm ülkeler için örnek teşkil edecek bir tecrübedir. Türkiye'de popülist kaygılarla 10 yıllar boyunca ertelenen reformları politikaları biz kararlılıkla gerçekleştirdik. Bankacılık, finans, ticaret, kamu maliyesi özellikle de sosyal güvenlikte çok büyük reformlar yaptık. Yatırım ortamının iyileştirilmesi yatırımların en güçlü şekilde teşvik edilmesi için adımlar attık. Alacağımız tedbirleri yapacağımız reformları ilgili taraflarla yoğun şekilde istişare ettik. Ayrıca milletimizden hiçbir şeyi saklamadık gizlemedik tam şeffaflıkla ekonomiyi idare ettik" dedi.

KİMİ ZAMAN İŞADAMLARIMIZIN ÖNÜNDE GİDEREK YOLLAR AÇTIK

Son 10 yıl içinde gerek komşu ülkeler, bölge ülkeleriyle ulaşabildikleri en uzak coğrafyadaki ülkelerle iletişim ve işbirliğini güçlendirdiklerini anlatan Başbakan Erdoğan, "İş adamlarımızın ulaştığı her ülkeye bizler de ulaştık. Sorunlarını çözmenin mücadelesi içinde olduk. Kimi zaman biz iş adamlarımızın önünde giderek yollar açtık, anlaşmalar imzaladık. İşadamlarının birbirleriyle tanışmasını sağladık. Hem ticaret ve yatırım alanımızı dünya sathında genişlettik. Türkiye, yurtdışı müteahhitlik sektörünün büyüklük bakımından Çin'den sonra dünyada ikinci sırada olduğunu, yüklendikleri işler bakımından söylüyorum, alınlarının akıyla tamamladıklarını da hatırlatmak isterim" diye konuştu.

DERDİMİZ SURİYE'NİN İÇ İŞLERİNE KARIŞMAK DEĞİL

Türkiye'nin son 10 yılda elde ettiği başarının içeride kaydedilen reformlar kadar, dış politikada aktif çok boyutlu, ön alıcı, yapıcı, başarı eksenli gayretlerinin de bir neticesi olduğunu kaydeden Başbakan Erdoğan şöyle devam etti:

"Esasen biz içinde bulunduğumuz coğrafyada dayanışmanın iletişim ve işbirliğinin nasıl sevindirici sonuçlar doğurduğunu yaşarak öğrendik, gösterdik. Türkiye olarak ne yanı başımızdaki ülkelerin, ne uzak ülkelerin hiçbirisinin içişlerine karışmak gibi bir niyetimiz hiç olmadı, olmayacak. Ama biz çok anlaşılabilir bir görüşü yüreklilikle de savunuyoruz diyoruz ki, 'Bu bölgedeki her ülkenin istikrarı refahı, barış ve huzuru bölgenin refah istikrar barış huzuruna bağlıdır. Bakınız Ortadoğu, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Balkanlar'da ülke sınırları çok büyük oranda Birinci Dünya Savaşı döneminde şekillendi. Bu şekillenme İkinci Dünya Savaşı'nda da hatta yakın tarihimizde de devam etti. Bu coğrafyada sınırlar öyle acı bir şekilde ayrılmıştır ki, kimi zaman akrabaların, hatta kardeşlerin yaşadığı köyler ikiye bölünmüş köyün bir tarafı bir ülkede, diğeri bir başka bir ülkede kamıştır. Biz bunu Türkiye olarak, hemen tüm sınırlarımızda yaşadık. Birçok ülke de bunu yaşadı. Bu durum araya bir sınır çizme bir ayrılık olduğu kadar bugünün dünyasında artık yeni bir fırsat olarak da değerlendirilebilir. Bu geniş coğrafyada özellikle ortak noktalar farklılıklardan çok daha fazladır. İşte bu nedenle de bir ülkenin sorunu diğer ülkeyi çok ama çok yakından ilgilendiriyor. Bir ülkedeki savaş, çatışma , göç , terör yanı başındaki ülkeyi yakından ilgilendiriyor. Bizim bölgesel meselelerde inisiyatif almamız, kimi zaman sesimizi yükseltmemiz asla ve asla birilerinin işine karışmak değil, bu özen gösteren hassasiyete dikkat çekmektir. Bakınız biz sürekli olarak Filistin meselesine dikkat çekiyor. Filistin meselesini, Filistinlileri akrabalarımız, kardeşlerimiz olduğu için çok çok ama önemsiyoruz ama aynı zamanda Filistin meselesini bölgenin barış ve istikrarını tehdit eden, huzurunu tehdit eden en önemli mesele gördüğümüz için oraya dikkat çekiyoruz. Bir yandan bebek demeden çocuk demeden, kadın yaşlı demeden masum insanlar havadan bombardımana maruz kalıyor, kitlesel olarak katlediliyor fosfor bombalarıyla. Dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde insanlar tutsak ediliyor, öbür yandan aynı bölgede büyük ölçekli bir öfke pompalanmış oluyor. İran konusunda da aynı ilkeli duruşu sergiledik. Bölgede yeni bir krizin bütün bölgeyi etkisi alacağını savunduk. Her zaman müzakereden her zaman diyalogdan yana olduk. Arap ülkelerinde son yıllarda ortaya çıkan talepler noktasında tarihi tecrübelerimizden istifade ederek, ülke yöneticilerine bu talepleri dikkate almaları çağrısında bulunduk. Yani otokratik yapılardan özellikle demokratik yapıya, milletin iradesine saygı duyulması gereğini özenle işledik. Suriye konusunda Türkiye'nin tavrı nettir. Derdimiz asla ve asla Suriye'nin içişlerine karışmak değil, Suriye'deki bir yangının bütün coğrafyayı içine alacağını bildiğimiz için uyarılımızı yapıyoruz. Böyle kapsamlı bir yangına karşı dünyanın kamuoyunun dikkatlerini buraya çekiyoruz. Suriye'deki olaylar nedeniyle 10 binlerce kişi Lübnan'a 10 binlerce kişi Ürdün'e göç etti. Türkiye'de şu anda, 24 bin kişi mülteci olarak yaşıyor. Yani mesele Suriye içinde kalmıyor tüm bölgeyi etkisi altına alıyor.

VİCDANLARDA KÜRESELLEŞMELİ

"Küreselleşen dünyada her ülkenin meselesi de küreseldir" diyen Erdoğan, "Dünya küreselleşirken insani değerler de demokrasi, insan hak ve hürriyetleri de küreselmeşmek zorundadır. Dünya küresel bir köye dönüşürken artık vicdan da küreselleşmelidir. Eğer insanlık için bütün bu olaylar yeterli gelmiyorsa bile yaşanan son küresel ekonomik kriz görülmeli, krizin küresel nedenleri görülmeli ve en azından ekonomi adına küresel tedbirler alınmalıdır" dedi.

MK (FOTOĞRAF)