Yolculuklar insan yaşamının vazgeçilmez evrelerini teşkil ederler. Bir anlamda yolculuklar, uzun ve kısa vadedeki soluklanmalarımızın bileşkelerinden meydana gelmişlerdir. Elbette ki, her yolculuk ve de devinimin bir başlangıcı ve sonu vardır …

Malum yaşlanıyoruz ve geçen günler, ölüm haberleriyle birlikte yoğun olarak yaşanıyor. Gün geçmiyor ki vefat haberleri almayalım. Arkadaşlar, dostlar ve de yoldaşlar. Tanıdık, tanımadık ortak bir paydada devrimci demokratik ilişkiler içerisinde bulunan insanlar. Akıp giden ömrümüzde son yolculuğun nasıl ve ne zaman olacağına dair herhangi bir ön bilgilenme olanağına ne yazık ki sahip değiliz. Hiç son bulmayacakmış gibi dolu dolu yaşamak ya da her an son bulacakmış gibi ölmeye her zaman hazır olmak bence işin en doğrusudur.

İnsanlar toplum içerisinde inançlarına göre yaşarlar ama son yolculuğa gelince, şayet önceden belirlememişlerse genelde ailelerinin ya da yakınlarının insiyatiflerine göre gömülürler. Genel kural budur, tek tük istisnalar da bu kaideyi pek bozmazlar!

Yaşam, düğün ve cenazenin iç içe geçtiği bir sarmalda ilerliyor.

Bu anlamda resmi ideolojinin belirlediği mistik kurallar çerçevesinde, dinsel olarak cenazelerin nasıl kaldırılacağı zaten belirlenmiş olduğundan, dini bütün insanların bu konuda yapacakları herhangi bir şey yoktur. Sünni yada alevi kesimler, kendi rituelleri gereği Cemevi yada Cami’den son yolculuklarına uğurlanırlar.

Kendini devrimci, materyalist, sosyalist, ateist vs. diye adlandıran insanlar için alışılmış sosyal rituallerin dışında burada ciddi bir sorun vardır. Kendi insiyatifi ve inançları doğrultusunda doğa ana ile bütünleşmeyi belirlemek…

Şayet son yolculuğumuzda, şu ya da bu nedenlerle başkalarının insiyatifleriyle bilinemezliklere doğru yol almak istemiyorsak, yaşarken kendi özgür irademizle bunu belirleme hakkına sahibiz.

Bazen düşünüyorum da, birçok yoldaşımızı sonsuzluğun derinliklerine uğurladık. Vedat Türkali, Yaşar Kemal, Dursun Karataş, Bülent Uluer, Garbis Altınoğlu, Teslim Töre vs. gibi isimli isimsiz yüzlece yoldaşımızı uğurladık son yolculuğuna…

Defin törenleri de ya Cami’den, Cem Evi‘nden ya da Kilise’den dini vecibelere göre yapıldı ve hatta bazılarının mezar taşlarına da‚ Ruhuna Fatiha‘ ibaresi bile yazıldı…

Klasik bir dini törenle, imamın, papazın huzurunda son yolculuklarında giden yoldaşlarımızın acaba kemikleri sızlamadı mı? diye merak etmiyor da değilim…

Devrimciler insanların inançlarına elbette sonuna kadar saygılıdırlar. Herkesin inançları gereği defnedilme özgürlüğü vardır. Bu tartışma götürmez bir gerçekliktir, buna da herkesin saygı göstermesi ve anlayışla karşılaması gerekir.

İstesek de istemesek de yaşamımızda mutlaka bir biçimiyle Cami’ye gittiğimiz olmuştur. Ki bu da cenazelerde gündeme gelmiştir. Bunlardan birini aktarmak istiyorum, annemin cenazesi …

Annem inançlı bir insandı ve ona saygı duyuyordum. Onun inançlı bir müslüman olarak defnedilmesi için gelen hocaya, kendimin ateist, annemin ise inançlı olduğunu ve tecrübemin hiç olmadığını, bana bu konuda yardımcı olmasını rica ettim.

Hocanın yönlendirmesiyle kenara çekilip, dualara ve törene katılmadan sessiz bir şekilde kenardan olanları izledim. O arada bir de baktım ki, cenazeye gelen arkadaşlarım iki ellerini yukarıya doğru açarak hocanın zikrettiği dualara hararetli bir biçimde eşlik ediyorlardı.

Çok şaşırdım ve irkildim, materyalist ve devrimci olarak bildiğim arkadaşlarım, yoldaşlarım ya rol yapıyorlardı ya da mahalle baskısını üzerlerinde hissetmemek için kamuflaj uyguluyorlardı…

Doğrusu yaptıkları bana göre, çok çirkindi…..

Burada bir konuyu net bir şekilde vurgulamak istiyorum, bireysel inançlar tartışma konusu asla yapılamaz. Ne zaman ki dinsel inançlar, insanın insan tarafından toplumsal olarak baskı ve sömürülmesine alet edilip, egemen sınıflar tarafından baskı ve sömürünün bir aracı olarak kullanılmasına, var gücümüzle karşı çıktık ve mücadele ettik.

Din ve inançlar asla politikaya alet edilemezler. Din egemen sınıfların elinde kullanılan kapitalizmin bir oyuncağı değildir ve olmamalıdır. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi siyasal islamcılar ve milliyetçiler yıllardır dini motifleri kullanarak, sermayenin yüzü suyu hürmetine oligarşinin siyasal çıkarlarına hizmet ederek kendi küplerini doldurmaya hala devam ediyorlar…

Bızler bu şarlatanlıgın hep dışında ve karşısında olduk. Bu bilincimizi sokaklara, okullara, fabrıkalara gücümüz yettiğince taşımaya çalıştık. Meydanlarda bız ateistler olarak din, dil, ırk ayrımı yapmadığımızı, bütün ezilen halkların kardeş olduğunu haykırdık. Halkların inançlarını hiçbir zaman örgütlenmenin bır aracı olarak görmedik. Bu konuda açık ve net kendimizi ıfade ettık. Bız ateisttik ve bir ateist gıbı ölmeliydik. Ama maalesef bır çok ateist, devrimci arkadaşlarımız ateist gıbı yaşayıp, dini bütün olarak gömüldüler.

Katıldığım en son cenaze törenlerinden biri Şenol Seven arkadaşımızın Passau da yapılan cenaze töreniydi. Akciğer yetersizliğinden dolayı 2 Temmuz 2018'de çok genç yaşta aramızdan ayrıldı.

Cenazesi tam bir kaosa döndü. Genç eşi Faslı idi ve iki de küçük kızları vardı, eşi ve ailesi dini bütün insanlardı kutsal aylarda namazında, niyazındaydılar. Şenol da olgun bir biçimde onların davranışlarına saygı gösterir ama eleştirirdi …

Münih de bir hastahanede vefat etti. Cenazesi ailesinin de onayıyla defnedilmek üzere evvela İstanbul'a gitti, daha sonra karısının itirazıyla cenaze tekrar Passau'ya geri getirilerek orada defnedildi…

Defin töreni tam bir kargaşaydı, karısının istemi üzerine bir sürü IŞİD tipli ne idüğü belirsiz insanlar mezarlığa doldurularak, ayaküstü islami bir tören yapıldı. Bu töreni yapanlarla Şenol'un hiç bir bağı yoktu. Karısının istemiyle Passau'da bulunan Faslılara ait bir cami'den toplanmış sıradan insanlardı. Dolayısıyla yapılanlar hem Şenol'a hem de orada bulunan bizlere karşı bir saygısızlıktı. Gergin bir ortam oluştu, onların töreninden sonra bizler de çok kısa bir konuşma yaparak sol yumruklarımız havada, sloganlarla Şenol'u öte yakaya uğurladık…

Şayet cenazelerimizde bu tip trajik konumlar yaratmak istemiyorsak, kendi bağımsız irademizle nasıl defnedilmek istediğimizi önceden beyan etmemiz gerekmektedir. Tıpkı yaşamımızda olduğu gibi, ölümümüzle de bir fark yaratmamız gerektiğini ve bunun da bizden sonraki kuşaklara bir gelenek ve örnek olarak devredilmesini düşünüyorum.