Bundan tam 57 yıl önce, Aralık ayının son günleri, tüm dünyada olduğu gibi İstanbul'da herkes ertesi gün başlayacak 1967 yılını karşılamaya hazırlanırken, bizler Türkiye sol medyasına yeni bir ses getirecek olan haftalık Ant Dergisi'nin ilk sayısını yılbaşına yetiştirme telaşı içindeydik. Sabiha ve Zekeriya Sertel'in faşistler tarafından zorbalıkla susturulan Tan Gazetesi'ni yayınladıkları tarihi matbaada tam 21 yıl sonra yeni bir sol dergiyi yayına hazırlıyor olmak, İnci ile benim için olduğu gibi, Ant'ı birlikte kurduğumuz Yaşar Kemal ve Fethi Naci için de son derece duygulandırıcıydı.

O dönem Türkiye'nin en tanınmış sol düşünürlerinin yazar kadrosunda yer aldığı Ant'ın ilk sayısına yazdığım haftalık yorum yazısını şu dört satırla bitirmiştim:

O, sömürücülüğe karşı ant'tır.

O, sosyal adalet için ant'tır.

O, emperyalizme karşı ant'tır.

O, bağımsızlık için ant'tır.

Andımıza sadık olarak da, 11 Nisan 1967 tarihli Ant'ta, ABD’nin Doğu Anadolu’ya nükleer mayınlar yerleştirme projesini açıklamıştık. The New York Times gazetesinin verdiği habere göre, Türkiye yönetimi ile yapılan bir gizli anlaşma uyarınca ABD Ordusu tarafından Anadolu’nun Sovyet sınırına yakın doğu bölgelerine nükleer mayınlar yerleştirilecek, bir savaş durumunda Sovyet Orduları doğu sınırını aşıp Türkiye topraklarına girecek olursa bu mayınlar patlatılarak Batı’ya doğru daha fazla ilerlemeleri engellenecekti. Bu anlaşma, gerçekte, Doğu Anadolu'da çoğunluğu Kürt olan vatandaşların toplu idam fermanıydı.

Bunun üzerine dönemin genelkurmay başkanı Orgeneral Cemal Tural 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’na çift aylı bir emir göndererek hakkımda “vatan hainliği” suçlamasıyla dava açılmasını emretmişti. 

Buna rağmen, özellikle yurt dışında bulunan yazarlarımızın ilettikleri bilgilerle ABD emperyalizminin Türkiye'deki askeri varlığı ve komplolarıyla ilgili açıklamalar yapmaya devam etmiştik. İnönü’den başlayarak Menderes’e, MBK’ya ve de Demirel’e dek tüm iktidar sahiplerinin varlığını inkar ettiği ya da küçümsemeye çalıştığı ABD üs ve tesislerinin tam listesini 12 Eylül 1967 tarihli Ant dergisinde yayınladığımızda kıyamet kopmuştu. 

Üzerinden tam 57 yıl geçti… Washington yönetimiyle zaman zaman yaşanan gerilimlere, restleşmelere, meydan okumalara rağmenTürkiye’de ABD üs ve tesisleri varlığını devam ettiriyor. 

8 Ocak 2020 tarihli çeşitli gazetelerde verilen bilgiye göre, Malatya'daki Kürecik Radar Üssü, Adana'daki İncirlik ve İzmir'deki Çiğli-Şirinyer hava üsleri başta olmak üzere Türkiye’nin şu yerleşim bölgelerinde de ABD ve NATO’nun üs ve tesisleri mevcut:

Amasya, Ankara, Balıkesir, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Erzurum, Eskişehir, Hakkari, Hatay, İskenderun,  İzmit, Karamürsel, Konya, Kütahya, Lüleburgaz, Mardin, Mersin, Merzifon, Muğla, Ordu, Rize, Sinop, Sivas, Şanlıurfa, Şırnak, Şile, Van.

Türkiye’nin bu üs ve tesislerden temizlenmesi, 60 yıl öncesinde olduğu gibi bugün de, özgürlük, halklarımızın eşitliği ve kardeşliği için, kapitalist sömürüye ve ABD emperyalizmine karşı mücadelede kararlı tüm demokrasi güçlerinin görevi…

Türkiye'nin diğer ülkelerdeki üslerine de karşı olmak...

Daha önce de defalarca vurgulamıştım... Yaşadığımız topraklarda emperyalist üs ve tesislerin varlığına ne denli karşıysak, milliyetçi ve islamcı fütuhat kafasıyla Türk Ordusu’nun başka ülkelerde üs ve tesisler kurmasına, Ankara müstebitlerinin “düşman” bellediği uluslara, milliyetlere ve halklara karşı emperyalist operasyonlar yürütmesine de o denli karşı çıkmak gerekir.

Tıpkı 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD Ordusu’nun “komünizme karşı mücadele” amacıyla dünyanın hemen hemen her ülkesinde üs ve tesisler kurduğu gibi, Recep Tayyip Erdoğan başkomutanlığı altındaki Türk ordusu da gerektiğinde “Türk ve İslam düşmanlarına karşı” askeri operasyonlara girişmek üzere dünyanın üç kıtasındaki tam 15 ülkede askeri üs ve tesisler kurmuş bulunuyor: Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Irak, Katar, Kosova, Kuzey Kıbrıs, Libya, Lübnan, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Suriye, Somali, Sudan.

Dünyadaki 139 ülke ordusunun sıralamasını yapan ABD merkezli Global Firepower’ın 2020 verilerine göre, 920 bin askeri, 215 savaş uçağı ve 4295 tankıyla Mısır, en güçlü ordular tablosunda 9’uncu sırada yer alıyor. Türkiye ise 735 bin askeri, 206 savaş uçağı ve 2622 tankıyla daha aşağıda, 11’inci sırada. 

Türkçe Independent sitesinde Ali Kemal Erdem'in 16 Şubat 2021'de paylaştığı bilgilere göre, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin neredeyse 50 ile 60 bin arasındaki bir gücü sınırların ötesinde görev yapıyor.

Türk Ordusu'nun ülke dışında askeri operasyonlara girişerek işgal ettiği bölgede üs oluşturması, Bülent Ecevit'in başbakan olduğu 1974 yılında Kıbrıs'ın kuzeyinin işgali ve 15 Kasım 1983'te de faşist askeri cunta tarafından işgal altındaki bölgede Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başlamıştı.

Yıllardan beri Irak'ın kuzeyinde farklı yerlerde irtibat ve üs noktaları bulunan TSK, sınır bölgesinde 40 kilometre derinliğe kadar alan kontrolü oluşturmak amacıyla başlattığı Pençe operasyonları serisi ile Hakurk ve Haftanin olarak adlandırılan bölgelerde de yeni üsler oluşturdu.

Musul'un kuzeydoğusundaki Başika Üssü'nde de TSK'ya bağlı bir güç bulunuyor. Son operasyonlarla birlikte TSK'nın Irak'taki asker sayısı 10 bine yaklaşmış vaziyette.

Türkiye, 2016'da IŞİD'e karşı El-Bab'ta, YPG'ye karşı 2018'de Afrin'de ve 2019'da Rasulayn ve Tel Abyad'da, 27 Şubat 2020 tarihinde İdlib vilayetinde Suriye rejimine karşı sınır ötesi operasyonlar icra etti. TSK tarafından ağırlıklı İdlib'de ve Afrin'de olmak üzere pek çok askeri nokta oluşturuldu. Buralara yönelik sevkiyatlar zaman zaman sürüyor. İngiltere merkezli Suriye Gözlemevi (SOHR), Suriye'nin kuzeyindeki Türk askeri mevcudunun 10 bin 500'e ulaştığını açıklamıştı.

Karabağ'daki Ermeni nüfusunu yok etmek amacı güden Azerbaycan'a da Türk Silahlı Kuvvetleri sürekli destek vermekte... 2016'da imzalanan bir protokol ile Bakü'deki Gizil Sherg Garnizonu'nda yer alan bazı binalar ile Sumgayıt şehrindeki Nasosnaya Hava Üssü'nde bulunan bir terminal TSK'nın kullanımına tahsis edilmişti. Son Karabağ savaşı sonrasında da Agdam'da Türk askerlerinin yer aldığı "Ateşkes Gözlem Merkezi" kuruldu.

Türk Ordusu’nun sınır dışı operasyonları sadece kara ve havayla da sınırlı değil...

Milliyet gazetesi 24 Mart 2019 tarihli sayısında iftiharla duyuruyordu: “Barbaros’un torunları denizlere sığmıyor… Hidrokarbon kaynaklarıyla çok uluslu şirketlerin ilgisini çeken Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarını koruyan savaş gemileri, Kuzey Buz Denizi’nden Hint Okyanusu’na uzanan deniz alanında uluslararası operasyonlara başarıyla imza atıyor. 462 bin kilometrelik deniz alanında 103 savaş gemisini aynı anda tüm ateş gücüyle yüzdüren Türk Deniz Kuvvetleri tüm dünyaya parmak ısırtıyor.”

Bağımsız bir ülke olan Irak'ın kuzeyindeki topraklara girerek "teröristlerle mücadele" bahanesi altında onlarca askeri üs kuran, kara operasyonlarının yanı sıra "Pençe-Kılıç" hava operasyonlarıyla da Kürt yerleşim merkezlerine sürekli ölüm yağdıran Türk Ordusu'nun 12 mensubunun karşı saldırılarda yaşamını yitirmesi üzerine TBMM'de, siyasal, partilerde ve bittabi beyin yıkayıcı medyada yine "zevahiri kurtarma" amaçlı bir polemik başlatıldı.

Olayın hemen ardından TBMM'de grubu bulunan dört parti, Cumhur İttifakı'ndan AKP ve MHP ile Millet İttifakı'ndan İYİP ve SP, klasik "Birlik ve bütünlüğümüze, huzur ve güvenliğimize yönelik saldırıları şiddetle kınıyoruz. Terör ve șiddet, hiçbir zaman hedefine ve amacına ulaşamayacaktır" ifadeli bir bildiri yayınlarken, Millet İttifakı'nın kurucusu CHP kendisine kapalı bir oturumda gerekli bilgiler verilmediği gerekçesiyle ortak bildiriye katılmadığını açıkladı, "12 vatan evladının şehit düştüğü alçak saldırılar" nedeniyle "Ulusal Yas" ilan edilmesini istedi.

Daha önce Irak'taki operasyonlarda görev üstlenmiş bir emekli albayın üslerin özüne değil yapısına ilişkin eleştirileri üzerine tartışmalar, Irak ve Suriye'deki üslerin saldırgan niteliği konusunda değil, saldırıda görevlendirilen askerlerin sınıra daha yakın ve daha korumalı yerlerde üslendirilmesi gerektiği üzerinde yoğunlaştı.

Buna paralel olarak, Türkiye'deki ABD üslerinin örgütleyicisi olan NATO'nun, Finlandiya'dan sonra İsveç'in de katılımıyla daha fazla güçlendirilmesi konusu da yeniden gündeme yerleşti.

Erdoğan'ın ABD'den F-16 uçaklarını satın alabilmek için aylardır pazarlık konusu yaptığı İsveç'in NATO üyeliği, TBMM Dışişleri Komisyonu'nda CHP Grubu'nun da "Evet" oyuyla ilk aşamadan geçmiş bulunuyor. 

Yaklaşan yerel seçimler bağlamında CHP'nin sınavı

2. Dünya Savaşı sonunda tek başına iktidar iken Türkiye'nin ABD hegemonyası altına girmesini bizzat sağlamış, muhalefetteyken Türkiye'nin NATO üyeliğine ve ABD üslerinin kurulmasına tam destek vermiş, koalisyon hükümetlerinde yer aldığı dönemlerde de ABD ve NATO'yu rahatsız edici hiçbir yaptırımda bulunmamış olan CHP'den bu konuda köklü bir değişiklik beklemek safdillik olur.

Irak ve Suriye'deki üsler konusunda ise, son cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerindeki ağır yenilgiden sonra liderini değiştirmek zorunda kalan CHP'nin, önümüzdeki yerel seçimlerde özellikle batı metropollerinin belediye başkanlıklarını elde tutmak için bir yandan İYİP ile, öte yandan DEM Parti ile sürdürmekte olduğu pazarlıkların kesin sonucu belirleyici olacaktır.

Evet, CHP bu seçimde son Irak olaylarının ardından TBMM'de AKP ve MHP ile birlikte intikamcı-şoven tavır koymuş olan İYİP ve SP ile mi, yoksa Kürt sorunu için barışçıl ve demokratik bir çözüm öneren DEM Parti ile mi birlikte olacaktır? 

O da yetmez... Özellikle Doğu'da seçilmiş Kürt belediye başkanlarına karşı "kayyum" kırımı başlatılırsa, CHP geçen dönemde olduğu gibi suspus mu kalacaktır, yoksa TBMM'nin yanı sıra yönetimini DEM Parti sayesinde elde tuttuğu belediyeleri de bu zorbalığa karşı harekete geçirecek midir?

Dahası, son Irak olaylarından sonra DEM Parti'nin yaptığı şu haklı çağrıya ne denli olumlu yanıt verebilecektir: "Bugün yaşanan can kayıplarının sorumlusu Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar eden, sorunları askeri yollarla çözmeye çalışanlardır. Bu ülkedeki tek bir canımızın yitirilmemesi için mücadele yürütüyoruz. Herkesi de şiddet dilinden vazgeçerek barışı savunmaya, yürütülen bu haksız savaşa karşı durmaya çağırıyoruz.

Sözün özü: TBMM'de İsveç'in NATO üyeliği gibi Türkiye'nin komşu ülkelerdeki askeri üsleri konusunda alacağı tavır CHP'nin ne denli demokratlaştığının göstergesi olacaktır.