İnsan bazen öylesine çabalar, öylesine uğraşır ki, asıl hedefini göremez olur. Halbuki her şey apaçık ve hemen burnunun önünde durmaktadır. Almancada bu duruma uyan ve 18. Yüzyıl şairlerinden Christoph M. Wieland sayesinde yaygın biçimde kullanılan bir deyim var: »Ağaçların çokluğundan ormanı görememek«. Ama bu deyim de madalyonun sadece bir yüzünü göstermektedir, çünkü bazı insanlar apaçık önünde duranı, sırf işine gelmediği için görmek istemez.

Avrupa’daki Türkiye ve Kürdistan kökenli devrimci-demokratik güçler bugünlerde »harıl harıl« çalışıyorlar. Neredeyse bütün büyük kentlerde »Hayır Girişimleri« etkinlikler yürütüyor. Görüldüğü kadarıyla geniş bir »Hayır cephesi« oluşmuş durumda. Bu, her ne kadar temelden çelişen »Hayır«ların bileşimi olsa da, hayırlı bir gelişme. O açıdan Avrupa’daki sandıklardan – 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerine nazaran – hayli yüksek sayıda »Hayır« oyunun çıkması büyük bir olasılık.

Bu olasılık gerçekleştiğinde, yürütülen »Hayır« kampanyası başarılı sayılacak. Buraya, »iblis detayda gizlidir« misali, bir soru işareti koyalım: Sahiden öyle mi olacak?

Önce şunu vurgulamalıyız: Ne »Hayır« çıkarsa Türkiye güllük gülistanlık olacak, ne de »Evet« çıkarsa dünyanın sonu gelecek. Elbette güçlü bir »Hayır« rejimi geriletecek, demokratikleşme mücadelesine yeni olanaklar sunacaktır. Kaldı ki AKP referandumu kazansa dahi, ülkenin içinden çıkamadığı çoklu kriz ortamı ve toplumsal bölünmüşlük rejimin sürdürülebilirliğini zora sokacaktır. Gene de her şeye rağmen son güne kadar »Hayır« için uğraşılmalı, kampanya desteklenmelidir.

Soru işaretine dönersek: bilhassa Avrupa’daki »Hayır« kampanyası, kurgusu ve bileşimi açısından ciddî sorunlar taşımakta. Örgüt egoizmlerini, ülkede çoktan aşılmış, ama Avrupa’da hâlâ aşılamamış sorunları vs. tek başına kast etmiyoruz. Bir kere geçici birlikteliklerde yan yana gelen kurumların kendi kitlelerine çektikleri ajitasyon, gerçekten var olan potansiyeli harekete geçirememekte, dahası yapısal sorunlar bileşenler arası diyalog ortamını boşa çıkartmaktadır. İkincisi, Avrupa’nın göbeğinde durup, salt Türkiye gözlüğüyle, Avrupa hakkında tek kelime etmeden ve dünyanın evrildiği yönü görmeden hareket etmek, perspektif darlığına yol açmaktadır. Ve üçüncüsü, ki en önemlisi, 16 Nisan sonrası için tek bir stratejik yönelim, bir tahayyül ifade etmeden »Hayır« istenmesi, tüm enerjimizi aksiyonizmin çıkmaz sokağına kanalize etmektedir.

Sözümüz kendimize, yani Avrupa’daki devrimci-demokrat kesimlere ve Kürdistanî kurumlaradır. İşlerine gelmediği için gerçekleri görmek istemeyenlere veya F. Alman devletinden aldıkları proje paralarını kaybetmemek için, »illegal örgüt« safsatasıyla gerçek bir güç birliğine yanaşmayanlara değil! Devrimci ve demokrat olmanın turnusol kâğıdı olarak gördüğümüz Kürt sorununa milliyetçi ve inkarcı çizgide yaklaşanlara ise söylenecekleri söyledik zaten.

Derdimiz haftalardır sürdürülen özverili kampanya çalışmalarını, »aman herkes gelebilsin, genişleyelim« kaygısıyla türlü olumsuzlukları sineye çeken yoldaşlarımızı, dostlarımızı küçümsemek de değil. Tam aksine, yapılan işe, gösterilen özveriye duyduğumuz saygı ve dayanışma nedeniyle, »ormanı görmenin« ne denli önemli olduğunu anımsatmaktır - diyerek, şimdilik noktalayalım...

25 Mart 2017